YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Handke, Nobel ve ister istemez 1915

Böyle bir kıyaslama yapmayı hiç istemezdim. Zira soykırımların birbiriyle, hele ki böyle konularda kıyaslanmasını doğru bulmam. Ancak ister istemez bu konuya girmek durumundayız. Konu malum: 2019 Nobel Edebiyat Ödülü. 
Ödül bu yıl yazar Peter Handke’ye verildi. Ve çok doğal olarak bu tercih bir tartışma ve tepki yarattı, zira Handke Bosna Soykırımı’nın başlıca faillerinden, ‘Balkan Kasabı’ olarak bilinen savaş suçlusu Miloşeviç’in cenaze törenine katılmıştı. Handke’nin bu katılımla Miloşeviç’e destek verdiği yaygın bir kanaat. 
Ödülün açıklanmasıyla tepkiler yükseldi, birçok kesimden. Doğrusu, böyle bir isme Nobel Edebiyat Ödülü verilmesini ben de pek isabetli bulmadım, önceki yıllarda Handke’yi ne kadar severek okusam da. Nobel Komitesi’nin Başkanı Anders Olsson ise, karara yönelik eleştirilere “Amaç, olağanüstü edebi eserlerini kutlamak, kendisini değil” sözleriyle yanıt verdi.
Ödülün verileceği 10 Aralık tarihi yaklaşırken tepkiler de yükseldi. Ödül törenini boykot eden ülkelere Kosova, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Arnavutluk’un ardından Türkiye de katıldı.
Türkiye’nin tepkisi hayli üst perdelerden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta boyunca yaptığı eleştirileri sürdürdü ve “10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde, Nobel Edebiyat Ödülü’nün Bosna-Hersek’te yaşanan soykırımı inkâr eden ve savaş suçlularını savunan ırkçı bir şahsa verilmesi, insan hakları ihlallerinin ödüllendirilmesinden başka hiçbir anlam taşıyamayacaktır” dedi. 
Erdoğan aynı gün bir kez daha konuştu ve “On binlerce Müslümanın kanını döken bir caniyi savunan, öven bir şahsın böyle bir ödüle layık görülmesi, utanç vericidir, rezalettir” dedi, herkesi de tepki göstermeye çağırdı.
Bu tepkilerde birkaç yön dikkat çekiyor, kaçınılmaz olarak. Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan her zamanki gibi bir argümanı yine en üst seviyeye taşıyor. Öyle rahat ediyor çünkü. O perdeden konuşmak onun alışkanlığı, ancak böylesi bir perde meselenin etraflıca düşünülmesini imkânsız kılıyor. Buna Türkiye siyasetinden alışkınız. Fakat şu var ki, Türkiye Cumhuriyeti böyle konularda o kadar da dikkatli davranan bir ülke değil. Savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediği gerekçesiyle hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) tutuklama kararı verdiği eski Sudan Devlet Başkanı El Beşir, Erdoğan’ın sürekli temasta oluğu bir isimdi ve Türkiye onunla ilişkilerini yürütürken bu tutuklama kararının pek de ciddiye alıyor gibi değildi. 
Ancak önümüzde daha önemli bir mesele var. Türkiye yaklaşık 105 yıldır, Ermenilerin başına gelenleri, daha açık konuşacak olursak Ermeni Soykırımı’nı inkâr eden bir devlet. 
Böylesi bir inkâr varken ve bir devlet politikası haline gelmişken, bu inkâr nedeniyle Türkiyeli Ermeniler yılladır baskı altıda yaşarken, devletin gölgesi olmadan bir patrik seçimi bile yapamazken, yukarıda okuduğunuz türden çıkışlar yapmak hayli çelişkili olmuyor mu? 
Dahası, bu çıkışları artık iyice üst perdeye taşıyıp “Zaten Türkiye’den bir teröriste de ödül vermişlerdi” demek, derdin pek de ‘soykırım’la ilgili olmadığını göstermiş olmuyor mu? (Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi bu sözlerle kastedilenin Orhan Pamuk olmadığını açıkladı, daha sonra. Peki ama kim kastedilmişti acaba?)
Siyasal İslamcı bir partinin lideri olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu eleştirileri konuya sadece ‘dökülen Müslüman kanları’ açısından bakan bir çıkış oluyor ne yazık ki. 
Dökülen diğer kanlarla ilgili bir bilanço ve yüzleşme çabası, pek dert değil. Manzaraya baktığımızda gözümüze ilk olarak şu anlayış dizisi çarpıyor: a) Nobel vesilesiyle Batı dünyası ile Türkiye milliyetçi muhafazakâr siyaset ve taban arasındaki uçurumu biraz daha açmak ve Türkiye’yi daha da içe kapatmak. b) Türkiye’nin uluslararası arenada insan hakları ihlalleri nedeniyle maruz kaldığı eleştiri ve cezaların kendi tabanı açısından hükümsüz görülmesini sağlamak. c) İslam dünyasının önderliği çabalarında bir adım daha atmak.
Ancak daha da önemli bir mesele var: Bütün bunları Bosna Soykırımı’nın kurbanları üzerinden yapmak. Bu tutum hem 1990’larda etnik bir gaddarlığın sonucu olarak ölenlere, hem de bu topraklarda yine etnik ve –dinî bir motifi de olan– planlı gaddarlığın sonucunda ölenlerin hatırasına saygısızlık olmuyor mu? Sadece soruyorum.