OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Deprem, lüfer, taksi

Bu toplum ve devlet yalnızca tarihten gelen makro siyasi sorunlarını değil, araştırmayı, konuşmayı, diyaloğu, uzlaşmayı, aklı mantığı, ahlakı, hakkaniyeti gerektiren hiçbir sorununu çözemiyor. En basit doğrular uygulanamıyor.

“Deprem, lüfer, taksi” desem aklınıza ne gelir, ne düşünürsünüz? Bunlar size bir şey çağrıştırır mı, yoksa birbiriyle hiç ilgisi olmayan üç kelime gibi mi gelir? 
Bunların birbirleriyle doğrudan, somut bir ilgisi yok belki ama üçü de Türkiye’nin hep, hiç değilse 20-25 senedir konuştuğu ama bir türlü çözemediği sorunlar. Ara ara biri alevlenir, ara ara diğeri, ama bir türlü çözüp gündemimizden düşüremeyiz. Tabii, depremin nihai çözümü diye bir şey yok, deprem engellenecek bir şey değil. Deprem konusunda ‘çözüm’den kasıt, alınması gereken önlemlerin hayata geçirilip, sistematik biçimde devam ettirilebilmesi. Gel gör ki, ne deprem önlemleri alınır, ne denizlerde balık çeşitliliğini ve verimliliğini koruyacak, gelecek nesillere aktaracak uygulamalar hayata geçirilebilir, ne de vatandaşın huzurlu bir taksi hizmeti alması sağlanabilir. Siz bu listeye aklınıza gelen başka sorunları da ekleyebilirsiniz. Birbirinden bu kadar ayrı alanlarda aynı çözümsüzlükle karşı karşıya kalınca, insan ister istemez şu sonuca varıyor: Türkiye toplumu ve devletinin sorun çözme kapasitesi sınırlıdır. Bu toplum ve devlet yalnızca tarihten gelen makro siyasi sorunlarını değil, araştırmayı, konuşmayı, diyaloğu, uzlaşmayı, aklı mantığı, ahlakı, hakkaniyeti gerektiren hiçbir sorununu çözemiyor. En basit doğrular uygulanamıyor. Bunun nedenleri, ekonomiden tutun da kültüre, eğitime kadar birçok farklı alana yayılır. Devlet denen teşkilat bu sorunlar yumağının en büyük düğümüdür belki ama toplumda da yanlış değerlerin rağbet görmesi yani kültürün de bu çözümsüzlükte şüphesiz rolü var.
Bunları tek tek tartışmak bu yazıyı çok aşar ama acaba söz konusu üç sorunun, yani deprem, lüfer ve taksi sorununun bazı ortak yanlarından yola çıkarak basit bir taslak yapabilir miyiz? Dikkat çeken ilk nokta, bu üç sorun etrafında da çok büyük bir rant çemberi hatta çemberleri olması. Başka bir deyişle, bu üç konu etrafında devasa miktarlarda para birikiyor ve dönüyor. (Depremin kendisi doğrudan bir sektör değil ama burada söz konusu olan inşaat sektörü ve orada biriken para.) Her üç alanda da biriken paranın kontrolünü elinde tutanlar, bu kontrolden vazgeçmek istemiyor ve bu hâkimiyet uğruna, insanın ve doğanın büyük veya küçük zararlar görmesini umursamıyorlar, hatta bizzat zarar vermekten de çekinmiyorlar. ‘Gerekirse’ balıkçılığın ağaları balık halinde adam vuruyor, taksiciler alternatif platformların sürücülerini dövüyor. İş zorbalığa kadar varıyor yani. O zaman da akla doğal olarak, kanunu ve düzeni koruması beklenecek olan kamu otoritesi, yani devlet, bürokratlar ve karar alma makamlarına seçilmiş siyasetçiler geliyor. Fakat gelin görün ki, merkezî ve yerel yönetimler kaliteyi ve düzeni sağlayacakları yerde, ranta yasal ve yasadışı yollarla ortak olmayı hedefliyor. Devlet bu vakalarda üç grubu çiğneyip geçmiyor veya geçemiyor: Müteahhitler, balıkçı ağaları ve taksi plaka sahipleri ve şoförleri. Üç grup da mafyavari yapılanmalar. Devlet denen insan grubu ile bu yapılar arasındaki ilişkiler Türkiye’de düzenin nasıl işlediğine dair de ipuçları veriyor. Yoksa, hadi deprem daha karmaşık bir konu ama lüfer ve taksi sorunu bir ülkeyi bunca sene, hatta kuşaklar boyu nasıl meşgul eder? Bunu devletin yetersizliği, beceriksizliği veya kastı olmadan açıklamak mümkün mü? Klişe tabirle söyleyecek olursak, devlet çözümün değil sorunun bir parçası olmuş.
Devlet böyle de, toplum nasıl? Orada gördüğümüz belli başlı tutumlar umursamazlık, bilinçsizlik, organize olamama. Rant için ahlakı, diğer insanların güvenliğini, doğayı hiçe saymak, toplum seviyesinde de yaygın. Bina sahibi yerden kazanmak için kolonu keser, taksi sahibi şoförü sömürür, şoför vatandaşı kandırır, balıkçı ağaları paralarına para katmak için denizin dibini çöle çevirir. Boyları yüzyıllardır belli olan balıklar bir anda evrim geçirir, çinekop olur sarıkanat, sarıkanat olur lüfer. Balıkçılar da yüzleri kızarmadan bu etiketleri koyup satar balıkları, vatandaş da alır; yalan dolan çarkı tamamlanır.
Bu rant çarkından doğrudan çıkar sağlamayanlar da ne olup bittiğini umursamaz, sorgulamaz. Hatta deprem söz konusu olduğunda kendinin ve sevdiklerinin canını koruyacak hassasiyeti de göstermez. Ev alıp satarken kaçımız binanın depreme dayanıklılığı hakkında gerekli hassasiyeti gösteriyoruz? Bu toplum belli bir hedef için organize de olamaz. Onun için ne etkili bir taksi boykotu yapabilir, ne de çinekop boykotu. Çinekobu ucuz görürse alır. Bu tür hassasiyetleri gözetenlere de ‘ukala işgüzarlar’ gözüyle bakar. 
Velhasıl, Türkiye’de irili ufaklı kangrenleşmiş tüm sorunlar birbiriyle bağlantılı, çünkü benzer zihniyetler yüzünden çözülemiyor. Herhangi biri adil nihai bir çözüme kavuştuğunda diğerleri için de ümitlenebiliriz.