Midilli diken üstünde

Bir süredir Yunanistan’ın Midilli adasında yaşayan Nagehan Uskan göçmen akını sonrasında adada oluşan dinamikleri ve göçmenlerin durumunu Agos okurları için kaleme aldı..

NAGEHAN USKAN

Yılın ilk günlerinden bu yana Midilli Adası’nda gerilimli bir hava hakim. 3000 kişilik kapasitesiyle 21.000’e yakın göçmeni ağırlayan Moria kampındaki kontrolden çıkmış, insanlık dışı koşullar burada ilk sırayı alıyor. Adayı “göçmenlerden temizlemek” vaadiyle başa gelen Yeni Demokrasi hükümetinin, tam da bu  vaatlerinin aksi yönünde, adayı gözden çıkarmışçasına göçmenlerin anakaraya geçişini daha da zorlaştıran, yaşamlarını sefil hale getiren yeni düzeni, ada halkını çileden çıkarmış durumda. Bir yandan da 2015 yılından beri adada varlığını göstermeye başlayan insani yardım kuruluşlarıyla ada halkı arasında da çatışmalı ilişki hakim. Ada halkındaki genel algı, bir takım bağımsız oluşumları saymazsak bu kurumların çoğunun, büyük oranda göç meselesinin kurumsallaşmasına, ticarileşmesine, sorunlaşmasına ve kalıcılaşmasına katkı sunduğu, gelirleri dolayısıyla ada yerlilerinden daha rahat bir hayat süren, çoğu zaman kendilerine yukarıdan bakan  “Beyaz Avrupalı” yeni bir sınıf oluşturduğu yönünde. 
Bu üç grup arasındaki çelişkiler hiçbir zaman şu an yaşanan patlama noktasında ulaşmamıştı. Ada günlerdir, “faşist” eylem, “antifaşist” eylem, sağcı olup içine solcuları da çekebilmeyi başarmış eylem, komünist ve anarşistleri birbirinden koparmış eylem gibi farklı türden hareketlerle daha önceden yaşanmamış kimi dinamikleri büyük bir hızla tecrübe ediyor.  Tüm bu çok katmanlı dinamiklere biraz ışık tutmasını dileyerek son dönemde yaşanan gelişmelere bakalım.

Atina’dan gelen polislere ortak direniş
Son günlerde en çok gündemde olan meselelerden biri Mandamados köyü yakınlarında inşa edilmesi planlanan, bir cezaevi niteliğindeki yeni kapalı göçmen kampıydı. Buna karşı farklı kesimlerden gruplar belki de ilk defa bir arada büyük çaplı bir direniş gösterdi. Atina’dan bir gemiyle yollanan yüzlerce polis adaya alınmak istenmedi, iskeleye barikatlar kuruldu. Liman görevlileri de aynı biçimde polislere destek vermeyerek onların adaya girişlerini engellemeye çalıştılar. Fakat adada görev yapan polisler dışarıdan gelen polislerin imdadına koşarak halkı dağıttı. Polisler adaya girebilmiş olsa da burada uzun süre barınmaları mümkün olmadı. Mandamados yakınlarında, tam da kampın yapılacağı yerde çeşitli kesimlerden direnişçiler nöbet tutmaya başladılar. Bu gruplar arasında, göçmenlerin özgürlüğü adına mücadele eden aktivistler de vardı, tarım alanları üzerine kampın yapılmasına karşı çıkan Mandamados köylüleri de... Aynı şekilde sağ ile aşırı sağdan oluşan göçmen karşıtı kimselerin bulunduğu gruplar da eksik değildi. Birbirinden bu kadar farklı motivasyonlara sahip gruplar aynı biber gazını yiyip dağılarak sonra da kendilerini yan yana buldular. Ama elbette aynı dili yakalamaları o kadar kolay değildi ve anlaşılan o ki, pek de öyle olmayacak. Fakat birlikte gösterdikleri mücadele kayda değerdi. Pagani’de bulunan askeri kışlaya sığınan polislerin etrafı çevrildi, bunu yapan kimi kişilerin ellerinde av tüfekleri bulunuyordu. Polisler konakladıkları otellerde uyku halindeyken basıldıktan, itfaiye gibi kimi yerel örgütlerden bekledikleri destek de cevapsız kaldıktan sonra pes ettiler ve adadan yine gemilerle ayrıldılar.

STK’lar hedefte
Bunun hemen ardından “Polisleri gönderdik, şimdi sıra STK’larda!” naraları atılmaya başlandı. Tam da bu sıralarda Türkiye mültecilerin geçişine yönelik engelleri kaldırdı ve oldukça iyi örgütlenmiş sağ kesimin gücünü göstermesi için alanlar da genişlemiş oldu. Ellerinde çivili sopalar ve metal zincirlerle siyah maskeli bir grup, STK çalışanlarına, evlerine ve araçlarına saldırmaya başladılar ve yine aynı kişilere çeşitli mecralardan ulaşarak adayı terk etmelerini söyleyip tehditler savurdular. STK çalışanlarının bir kısmı adadan ayrıldı, çoğu STK faaliyetlerini durdurarak çalışanlarından adadan derhal uzaklaşmalarını istedi. Skala Skamnia’da bulunan, yeni gelen göçmenlerin kabul edildiği alan bu kişilerce ateşe verildi. Polis de benzer biçimde etrafta gördüğü STK çalışanlarını göz altına alıp adayı hemen terk etmesini, aksi taktirde onları her gördüğünde göz altına almaya devam edeceğini söyleyerek gözdağı verdi. Bir yandan Yunan Sahil Güvenlik yeni gelen tekneleri geriye püskürtürken, gelmeyi başaranları sahilde bekleyen gruplar Yunan marşları çalarak karaya kabul edilmediler, Thermi bölgesine yanaşan bir bot 10 saat boyunca üzerlerine fırlatılan plastik şişeler eşliğinde kıyıda mahsur kaldı. 2015 yılından beri gece gündüz demeden kıyıları gözetleyerek yaklaşmakta olan göçmen botlarına destek veren bağımsız deniz kurtarma ekipleri ilk defa bugünlerde, saldırılar nedeniyle işlerini yürütemez hale geldiler. Almanya’dan gelen göçmen avcısı neo-nazileri yumruklayarak hastanelik ederek adadan yollayan, tüm cemaatlerine rezil eden adalı antifaşistler varken, bir gün sonrasında akşamı 4000’den fazla göçmen çocuğa eğitim vermiş Barış Okulu (School of Peace) bir kundaklama sonucu tamamıyla yandı.  

Adaya varabilenler donanma gemisinde
Yunanistan 1 Mart tarihinden sonra adaya varan yaklaşık 500 göçmenin iltica başvurusunu kabul etmeyeceğini açıkladı. Bu tarihten sonra adaya gelenler iskelede demirleyen bir donanma gemisine alınarak nedeni bildirilmeden tutulmaya devam ediliyorlar, aralarında geliş yolunda devrilen botta çocuğunu kaybetmiş Suriyeli bir kadın da bulunuyor. Moria kampında yayılan yalan haber, iskelede göçmenleri Atina’ya götüren bir gemi olduğu yönünde. Her gün yüzlerce kişi, aileleriyle birlikte 7 kilometrelik yolu kamptan iskeleye kadar yürüyerek, bilet satın alarak Atina gemisine binmeye çalışıyor ve sonra aynı yolu geri dönüyorlar. Hemen her gün yollarını kesmek isteyen polisin saldırısına maruz kalıyorlar. Az sayıdaki kişinin hakikaten de bir şekilde bu gemiye binerek anakaraya ulaşmayı başardığı söyleniyor, bu durum umutları canlı tutuyor.
Bu karmaşık gelişmeleri sadece göçmen ve göçmen düşmanı ırkçılar karşıtlığında düşünmek durumu anlamamızı zorlaştırır. Adalıların  gözünden duruma bakacak olursak, hem oy verdikleri kendi hükümetleri hem de genel anlamda göç meselesini yaratmış ve idare etmeyi başaramamış Avrupa Birliği bu durumdan büyük ölçekte sorumlu tutuluyor. Atina’nın adadaki güvenliği arttırmak amacıyla gönderdiği takviye polisler nasıl Yunan hükümetini temsil ediyorsa, üzülerek söylemek gerekir ki, insani yardım hedefiyle gelen ama adada doğru ilişkiler geliştirmeyi başaramamış STK’lar da burada Avrupa Birliği’nin yanlış politikalarının bir sembolü, bir ürünü gibi görünüyor. Son günlerde yaşanan olaylara bakıldığında bu çalışanların göçmenlerden çok daha fazla oranda saldırıya uğraması da bu şekilde açıklanabilir.

Bu kez de koronavirüs
Bir yandan da dönemin kabusu koronavirus korkusuyla herkes göçmenlerin gözünün içine bakıp onlarda hastalık belirtisi ararken koronavirus 9 Mart itibariyle Kutsal Topraklar’dan dönen bir Yunan kadın tarafından adaya ulaştı. Adanın karantinaya alınma korkusuyla süpermarketlerde raflar hızla boşalır, Moria kampına yayılması korkusuyla herkes nefeslerini tutarken, bir yandan da çocuğunu birkaç gün önce yutan denizin üzerinde demirlemiş bir savaş  gemisinde, bir nevi karantinaya alınarak bekletilen Suriyeli bir kadın ve adaya yeni ulaşan ama adımlarını atamayan, hiçbir desteğin ulaştırılamadığı göçmenler... Herhalde bizden bir distopya senaryosu yazmamız istense hayal gücümüz bu kadar ileri gidemezdi.

Kategoriler

Güncel