Prekerleşen emek, işverenin korunması, kapıdaki gıda krizi

Almanya’da koronavirüsten ölenlerin sayısının hasta sayısına oranla halen düşük olabilmesinin pek çok nedeni var. Resmi kurumlardan yapılan açıklamalarda buna iki sebep gösteriliyor, birincisi tedbirlerin erken alınmış olması, ikincisi test yapılmasına hız verilmiş olması.

Münih’te sokağa çıkma yasağının sürdüğü ikinci haftayı yaşıyoruz. 13 milyon nüfuslu Bavyera eyaleti 21 Mart tarihinden bu yana sadece mecburi hallerde, alışveriş, doktor/eczane ve günlük yürüyüş yapmak için sokağa çıkıyor. Öte yandan herhangi bir koruma olmaksızın işlerine gitmeye devam eden çok ciddi bir nüfus var. İşe gitmek de sokağa çıkmanın meşru nedenlerinden biri olmaya devam ediyor. Almanya’nın her eyaletinde aynı yasaklar olmamakla beraber, şimdilik 20 Nisan’a kadar eczaneler ve günlük iaşe ihtiyacını karşılayan marketler dışında okullar, universiteler, restoranlar kapalı. Bugün itibarı ile Almanya’daki hasta sayısı 62 bin kişinin üzerinde, ölü sayısı ise 580’nin üzerinde. 

Hastalığın yayılmaya başladığı ve Avrupa’da da bir krizin ortaya çıktığı ilk günlerden başlayarak koronavirüsün nasıl bir ekonomik felaketi beraberinde getireceğine dair sürekli haberler yapılıyordu. O günlerde en çok duyduğumuz cümleler, Almanya’nın yeteri kadar solunum cihazına sahip olduğu, yatak sayısının arttırılacağı ancak bu hastalığın yayılmasından doğacak ekonomik krizin nasıl çözüleceğine dair bir reçete olmadığıydı. Yani korkulması gereken sağlığımız ya da hayatta kalıp kalmayacağımızdan ziyade hastalık dalgası vurup geçtikten sonra, yeterince şanslıysak, nasıl bir hayata gözlerimizi açacağımızdı. 

Bunun yanısıra besin zincirinde bir kırılma olmayacağı, marketlerin talan edilmemesi gerektiği defaten söylenirken, tarlalardaki ürünlerin toplanmasında yaşanan zorluklar, Doğu Avrupa’dan gelen, sayıları her yıl 300.000’in üzerinde olan sezonluk işçilerin gelmemesiyle hasatın yapılamamasının haberleri veriliyor. Bu durumda besin zincirinin uzun vadede nasıl ayakta tutulabileceği ise bu haberlerde pek açıklanmıyor. Kapalı işletmlerin, okulların çalışanlarının ve öğrencilerinin tarlalarda çalışmaya çağırılmış olması önemli, ancak sorunun tam olarak çözüldüğü söylenemez. Önümüzdeki dönemde marketlerde, manavlarda şimdiye dek gördüğümüz sebze ve meyvelerin çeşitliliğinin olmaması ve önemli fiyat artışları yaşanmasını bekleyebiliriz. 

Kronik bir hastalık geçmişi olmayan, nispeten genç korona hastalarına önerilen  tedavi yöntemleri 

Almanya’da da, bütün dünyada olduğu gibi neredeyse ilk günden bu yana hasta olanların evde kalması söylendi. Hastanın hastaneye gitmesi nefes darlığı aşamasında ya da başka hastalıkların koronavirüsü nedeniyle hastanın durumunu kötüleştirdiği durumlarda önerildi. Aile doktorlarının tavsiyesi herhangi bir grip vakasında kullanılan öksürük, boğaz ağrısı ya da ateş düşürücü ilaçların kullanılması, ya da herhangi bir ilaç kullanmadan C vitamini alarak dinlenilmesi yönünde. Her zaman grip vakalarında olduğu gibi bolca adaçayı, kekik çayı, zencefilin bulunduğu çayların tüketilmesi şikayetlerin hafifletilmesi için öneriliyor.  Bu bakımdan özellikle genç hastaların evde kalıp, hastalığın geçmesini beklemesi, aile doktorlarıyla telefonla haberleşerek gerek olduğunda temel grip ilaçlarını kullanmaları salık veriliyor. Bu şekilde hastalığı geçirenlerin de “hastalık günlüklerini” izlemek, okumak mümkün.  

Kronik hastaların ilaç ihtiyacı, artan aile içi şiddet vakaları, hastanelerin kapasite sınırına ulaşma ihtimali

Hasta sayısının çokluğunda, kullanılan en temel ilaçlar, maskeler, buna ilaveten ağrı kesiciler, dezenfektanlar burada da bulunamıyor. Daha da önemlisi üretimleri Çin’de yapılan pek çok kronik hastalık ilaçlarının eksikliği yaşanıyor. Örneğin tiroid bezinin az çalışmasını düzenleyen  ve 8 milyon insanın kullandığı bir ilacın bulunmasında zorluk olduğu, benzer bir şekilde diyabet ve kalp hastalarının günlük olarak kullandıkları ilaçların da kolay bulunamadığı bildiriliyor.  Ayrıca, bugünlerde sıklıkla duyduğumuz, en az 20 Nisan’a kadar evlerinde kapalı kalacak önemli bir nüfus çoğunluğunun akıl ve ruh sağlığının nasıl korunacağına dair haberler. Antidepresan ilaçların da bulunmakta zorluk çekilen ilaçlar arasında olduğu, aile içi şiddet vakalarının artış gösterdiği belirtiliyor. Hasta sayılarının hergün binlerle artmasıyla bütün sağlık sisteminin zorlanmakta olduğu, hastane kapasitelerinin yetersiz kalması ihtimalinin az olmadığı söylenmeye de başlandı. 

Kısa-Çalışma Tarifesi ve işverenin korunması prensibi

İlk günden beri Almanya’nın en önemli gündem maddesi olan ekonomik krizle ilgili ise geçtiğimiz günlerde arka arkaya hükümetin çeşitli mercilerinden yardım paketleri açıklandı. Almanya gibi ileri düzeyde endüstriyelleşmiş bir ülkede şu anda lüks arabalar ya da beyaz eşya üreterek ekonomiyi ayakta tutmanın mümkün olmadığı açık. Özellikle göçmen nesiller için ev sahibi olmanın zorluğu da düşünülürse, nüfusun önemli bir kısmının kirada yaşadığı bir ülkede maaşlı çalışanlar bu durumla nasıl başa çıkacak? Geçtiğimiz hafta açıklanan paketle kira ödemelerinde bir değişiklik olmayacağı açıklandı, ancak şu anda kirasını ödeyemeyen kiracının evden çıkartılmayacağı söylendi. Yani kira borcu baki kalacak ancak ödemesi geciktirilebilecek. Bu, en çok ücretli işçinin ev kirası ilgili bir meseleyken aniden Adidas, HM, Deichmann gibi büyük zincirlerin dükkan kiralarını vermeye itiraz ettikleri haberlerini okumaya başladık.  

Geçtiğimiz hafta açıklanan yardım paketinde Lufthansa gibi büyük şirketlerin zararların karşılamaya yönelik milyarlarca Euroluk çok ciddi önlemler alındı. Bunların yanında ücretli işçilerin durumuyla ilgili yapılan düzenlemeler de vardı. Bunlardan ilki Kısa-Çalışma Tarifesi. Bunun anlamı işe gidemeyeceği için işini yapamayacak olanlara maaşlarının yüzde 60’ını ödemek oluyor ki, bu işsiz kalındığında da yapılan bir standart uygulama. Bu Tarife’yi koronavirüs salgınından etkilenen şirketlere uygulayarak devletin işçinin maaşını üstlenmesiyle işverenin yükünün hafifletilmesi amaçlanıyor. Bu uygulama “hiç yoktan iyidir” gibi gözükse bile, esasen mevcut sabit giderlerin ödenmesini garanti etmeyi amaçlıyor. Bir örnekle açıklarsak, haftada 40 saat çalışan ve ayda net 2.000 Euro alan bir ücretli işçinin ortalama 1.200 Euro alması demek olan koşullarda, işçi halen 500 ila 1000 Euro arasında kira ödeyecektir, ayrıca diğer sabit giderleri, örneğin sağlık sigortası vb. giderleri de büyük oranda ödemeye devam edecektir. Bütün bunları ödedikten sonra ailenize ya da kendinize nasıl iaşe alacağınız sorusuyla karşı karşıya kaldığınızda fazla bir cevap bulamamak işten bile değildir. Kısa-Çalışma Tarifesi’ne başvurabilmek için bütün çözümlerin tükenmiş olması bekleniyor, yani bütün yıllık izinlerin ve bütün mesailerin kullandırtılmış ve evden çalışma ihtimallerinin tüketilmiş olması bekleniyor. Hiç kimesinin izin hakkını kullanamayacağı bir durumda çalışanların yıllık izinlerini kullanmaya zorlanması da bütün dünyada başvurulan yöntemlerden biri. Böylelikle Kısa-Çalışma Tarifesi iki şeyi garantiliyor: Birincisi sabit giderlerin ödenebilirliğinin devam etmesi, ikincisi büyük işletmelerin korunması. 

Maaşın yüzde 40’a varan oranda eksildiği bu tarifede, sağlık alanında ya da tarımda hasat işlerinde çalışabilme imkanı var, ancak bunun normal zamanda kazandığınız net ücreti aşmaması gerekiyor. 

Eyaletlere göre farklılıklar gösterse de, iadesiz olarak küçük ölçekli şirketlere 50 milyar Euro’ya varan hibeler verileceği de açıklandı. Beş çalışanı olan bir iş yerine üç ay boyunca iadesiz 9 bin, on kişiye kadar çalışanı olanlara üç ay boyunca 15 bin Euro hibe verilecek. Ancak bunlara başvurabilmek için kişinin bütün kaynaklarını tüketmiş olması bekleniyor. Örneğin bir şirketiniz var, krizden dolayı maaşları veremiyorsunuz, ancak yine de şahsi bütün kaynaklarınızı tüketmiş olmadan bu hibeye başvuramıyorsunuz. 

Bugün gelen yeni bir haberde Bavyera’da çalışanların 11 saat dinlenme hakkının iki saat eksiltilerek 9 saate indirildiği bildirildi. Yani, saat 18:00’de paydos etmiş bir vardiyalı çalışan böylelikle sabaha karşı saat 3:00’de yeni vardiyaya başlamak zorunda bırakılabilecek. Vardiyalı çalışmanın çok yaygın olduğu bir toplumda bunun çok ciddi yansımaları olacaktır. 

Güçlü bir bağışıklık ve kaliteli yaşam

Almanya’da koronavirüsten ölenlerin sayısının hasta sayısına oranla halen düşük olabilmesinin pek çok nedeni var. Resmi kurumlardan yapılan açıklamalarda buna iki sebep gösteriliyor, birincisi tedbirlerin erken alınmış olması, ikincisi test yapılmasına hız verilmiş olması. Test yapmak elbette ki alınacak tedbirlerin hızla alınmasıyla hastalığın yayılma hızının yavaşlatılmasını sağlar ve bu da bu tür bir salgında önemli bir koruyucudur. Ancak test sonucu pozitif çıktığında alabileceğiniz ve kesin sonuç veren bir ilaç henüz yok. Gerek Türkiye’de gerekse Almanya’daki sağlık sistemiyle sıkça işi olmuş biri olarak, benim gözlemlediğim Almanya’da yaşam standardının yüksekiliğiyle de doğrudan ilgili olan iyi bir bağışıklık sistemine verilen önem. Örneğin ailelerin şehir merkezinde çocuk büyütmek yerine parkların, ormanların yoğun olduğu, havanın şehir merkezine göre daha temiz olduğu yerleri tercih ettiğini sıkça duyar, görürsünüz. Hastalandığınızda doktor raporuyla hemen dinlenmeye hak kazanırsınız ve kimse bu hakkınızı sorgulamaz.  Hızla, tercihan iki gün içinde iyileşmeniz beklenmez. Bu durumda iyileşmenizi kısa vadede hızlandıracak, ancak uzun vadede bağışıklığınızı zayıflatacak yoğun ve ağır ilaç kullanılımının önüne geçilmiş olur. Türkiye’den gelen biri olarak hep dikkatimi çeken, Almanya’da gribal enfeksiyonlara normal koşullarda uygulanan tedavi yöntemlerinin bizdekinden çok daha yumuşak oluşu, evde kalmaya, dinlenmeye verilen önem ve ne kadar büyük bir nimet olduğu pek az dillendirilen, güçlü bir bağışıklık sistemine verilen önem olmuştur. 

Bugünlerde, çok görünmez de olsa, bence hastalıktan kayıpların az olmasında hiç de azımsanmayacak bir pay, kaliteli bir hayat sürebilmeyle, -ki bu dünyanın pek çok ülkesinde, Almanya’da da, büyük bir lükstür-, iyi bir bağışıklık sistemine yapılan yatırımla yakından ilgili olmalıdır. 

Olağanüstü hal ve bundan sonraki “normal” halimiz

İçinden geçmekte olduğumuz olağanüstü hal bundan sonraki “normal” halin nasıl olacağını şimdiden belirliyor. Emeğin daha da prekerleştiği, besin zincirinin tehlikeye girdiği, gıda fiyatlarının yükseleceği, en temel sağlık hizmetlerinin aksayacağı, maske gibi en basit ihtiyaçların karşılanamadığı, iki kişi yan yana yürürken kontrol edilmekten çekinilen yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. İş hukukunun toplumun belki de temel belirleyici kriteri olduğu bir ülkede bundan sonra bu hukukun kolaylıkla değişikliklere tabi tutulacağı, yerel ve ulusal hükümetlerin yetki ve kontrol alanlarını rahatlıkla genişletileceği yeni “normallik” bizleri bekliyor. 



Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında