Ayasofya’nın üçüncü ‘ihtida’sı

Ayasofya’nın karmaşık hikâyesi, 20. yüzyılın ilk yirmi yılında Osmanlı’nın Hıristiyan nüfusunun yok edilmesinden ayrı düşünülemez. 1924’e kadar ‘Konstantinopolis’ olarak bilinen şehrin sakinlerinin en az yarısı, çoğunluğu Ortodoks Rum ve Ermeni Apostolik olmak üzere Hıristiyan’dı.

Ayasofya, bildiğim, manevi açıdan en büyüleyici yerlerden biri. 

Ayasofya’nın etkileyiciliği, binanın ve mistik iç mekânlarının inanılmaz güzelliğinden ibaret değil. Herhangi bir ziyaretçinin, bu yapının bir Ortodoks katedrali olarak tasarlanmış, inşa edilmiş ve yüzyıllarca bir ibadet yeri olarak kullanılmış olduğunun farkına varmaması mümkün değil. Hıristiyanlığa ait bu dinî mekânın zorla ‘ihtida’sı ilk olarak 1453’te, Osmanlı orduları İstanbul’u işgal ettiğinde, camiye dönüştürülmesiyle olmuştu. Şehrin fethine dair vakayinamelerde, Yeniçerilerin Ayasofya’ya girip içindeki değerli eserleri yağmaladıkları, buraya sığınmış sivillere tecavüz ettikleri, onları kaçırdıkları anlatılır. Ayasofya toplu şiddet eylemleriyle, Ortodoks katedralinden camiye çevrilmişti; şehir alındığında 20-30 bin Rum Ortodoks’un zorla Müslümanlaştırılması gibi, zoraki bir ihtidaydı bu. 

Ayasofya’nın insanı takva ve alçakgönüllülüğe sevk etmesi de, bu karmaşık tarihi ve anlattığı hikâyeyle ilişkili. En büyük imparatorluklar bile bir gün zayıflar ve yıkılır. Geriye kalan, o imparatorlukta üretilen kültür, yaşanan medeniyet ve ardında bıraktığı derslerdir. 

Türkiye’nin, 1934’ten beri müze olarak kullanılan Ayasofya’yı camiye dönüştürme yönündeki kararı bir mesaj da barındırıyor. Bu kararla, yapının dinî aidiyeti üçüncü kez değiştirilmiş oluyor. Fakat ben bu eylemde bir dindarlık, manevi ya da ahlaki bir ders göremiyorum. Bu karar seküler bir hâkim tarafından alındı ve demokratik ilkelere göre seçilmiş, dolayısıyla seküler bir lider olan bir cumhurbaşkanı tarafından imzalandı. Bu son zorla ihtida kararının ardında din âlimleri yahut ulema değil, seküler devlet kurumları var. 

Yeterli cami var
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi Türk Müslüman nüfusun maneviyatını yükseltmeyecek. Cumhurbaşkanı’nın önceki konuşmalarında belirttiği gibi, İstanbul’da Müslüman nüfusun bir araya gelip namaz kılmasına yetecek kadar cami var. Bu ‘ihtida’, yalnızca, fetih ve tahakküm hislerini harekete geçirecek. Zaten bu yıl 29 Mayıs’ta eski Bizans katedralinde, şehrin fethedilişinin 567. yıldönümünü kutlamak için namaz kılınmıştı. 

Hıristiyan nüfus nereye gitti?
Ayasofya’nın karmaşık hikâyesi, 20. yüzyılın ilk yirmi yılında Osmanlı’nın Hıristiyan nüfusunun yok edilmesinden ayrı düşünülemez. 1924’e kadar ‘Konstantinopolis’ olarak bilinen şehrin sakinlerinin en az yarısı, çoğunluğu Ortodoks Rum ve Ermeni Apostolik olmak üzere Hıristiyan’dı. Bugün, 20 milyon kadar sakini olan bu şehirde ancak iki bin Ortodoks Hıristiyan yaşıyor. I. Dünya Savaşı’ndan önceki Konstantinopolis’in Hıristiyan nüfusu ile bugünkü İstanbul’un Hıristiyan nüfusu arasındaki fark, şiddete, fethe ve ‘zafer’e kurban gitti.

Bugün şehir yeniden fethediliyor. Fakat kimin elinden alınarak fethediliyor? Ortodoks nüfus neredeyse yok oldu. Kalan az sayıda Ortodoks ise, Ortodoksların en önemli eğitim merkezi olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun Türkiye devletinin kararıyla 1971’den beri kapalı olmasının da gösterdiği gibi, halen devletin zulmü altında, mağduriyet içinde yaşıyor. Yine de, birçok seküler Türk, İstanbul’un en ünlü müzesinin camiye dönüştürülmesinin, esas olarak, Erdoğan destekçileri ile Atatürk Cumhuriyetçiliği arasındaki bir mücadele olduğu kanaatinde. İstanbul Belediyesi’nde çoğunlukta olan seküler Türkler şehrin bu seferki fethinin kendilerini hedef aldığını düşünüyor. Orhan Pamuk bu düşünceyi, BBC’ye verdiği bir söyleşide ifade ederek, günümüzde seküler Türklerin bir sesinin olmayışından, artık duyulmamasından yakındı. Peki, bir zamanlar nüfusunun yarısını oluşturan Hıristiyanların kökünü kazıyıp modern Türkiye’yi münhasıran ‘Müslüman’ yapan Türkiye ‘seküler’ değil miydi? Bugün şahit olduğumuz, Türk sekülarizminin hafifçe değiştirilmiş bir hâli değil mi?

Karmaşık, son derece derin bir manevi değer taşıyan Ayasofya’nın bize verdiği çok sayıda ahlaki mesajdan biri de fetih, el koyma ve tahakkümle ilgili. Yalnızca cebir ve güçten anlayan insanların hikâyesi bu.

Fakat Ayasofya, bu hengâmenin ardında, bir mesaj daha fısıldıyor kulaklarımıza: İnsan medeniyetleri hassas dengeler üzerine inşa edilmiş, güzel ama aynı zamanda kırılgan, narin yapılar.

(Yazarın tüm yazıları)

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında

Vicken Cheterian