OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Demokrasi çöküyor mu?

Demek, 20. yüzyıl boyunca başka ülkelerde askerin siyasete müdahalesini doğrudan veya dolaylı olarak destekleyen ABD’de askerin siyasete müdahalesi, seçim sonucunu uygulatmak için dahi olsa konuşulur oldu. Yani, Amerika’nın ‘demokrasi güçleri’ o kadar da bir ‘güç’ değil miymiş?

 Bu soru böyle bir yazıda cevaplanamayacak kadar büyük ve iddialı. Fakat, şurası bir gerçek ki, dünyanın son yıllarda içinden geçmekte olduğu süreç, bir de üstüne korona salgınının yarattığı gerilimler yüklenince, demokrasinin küresel geleceği açısından pek de umut vadetmiyor. Üstelik bunu, son yıllarda popülist otoriterleşme yaşayan Türkiye, Macaristan, Hindistan, Brezilya gibi, hepsi farklı hikâyelere sahip olmakla birlikte hiçbiri zaten ‘örnek demokrasi’ olarak nitelenemeyecek ülkeler değil, demokrasi indeksinde daha yukarılarda olan ülkelerin durumu bize söyletiyor. Örneğin, genel olarak Avrupa mülteci fobisi yüzünden, kendi sınırları içindeki demokratik uygulamalardan taviz vermek bir yana, Türkiye’yle ilişkilerinde olduğu gibi, bu korku yüzünden sınırları dışındaki demokrasi ve insan hakları hassasiyetini de ‘rölanti’ye almış durumda.

Avrupa bir yana, böyle bir ölçüm var mı bilmemekle birlikte, bu süreçte demokrasi konusunda en büyük gerilemenin Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşandığını söylemek herhalde yanlış olmaz. Bunun en büyük müsebbibi, şüphesiz, kendisi gibi bir profilin başkan olabilmesi utancını Amerikan sistemine yaşatan Donald Trump’tır. Tamam, ABD tarihsel sebeplerden dolayı her zaman farklı, ‘nevi şahsına münhasır’, hacmen büyük ve bunun için de hep büyük tezatlar barındıran bir ülke olageldi. Diğer ülkelerdeki anti-demokratik, totaliter-otoriter rejimlerle işbirliği yapmayı, hatta onları yönlendirmeyi de sindirmek bir yana alışkanlık haline getirmiş bir devlet. Fakat, ülke içindeki demokrasi ve haklar düzeninde, bütün sorunlarını halletmiş değildi ama özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, sivil haklar mücadelesi neticesinde önemli ilerlemeler de kaydetmiş bir ülke veya öyle görünüyor(du). Fakat gördük ki her şey çok hızlı ‘geri sarabiliyor’. 

Doğrusu, ben ABD’deki siyasi, hukuki kurumların ve demokrasi kültürünün haklar ve özgürlükler için daha sağlam bir zemin ve kalkan sağladığını düşünüyordum; fakat Trump deneyimi gösterdi ki, yanlış bir kişi başkanlık koltuğuna oturursa, tek kişi de olsa sisteme ciddi hasar veriyor, en temel ilkelerini sarsmaya yetiyor ve sözünü ettiğimiz değerler ve kurumlar da beklediğimiz kadar koruma sağlayamıyor. Hep söylenegelen, demokrasinin kırılgan bir sistem olduğu, Trump vakasıyla bir kere daha doğrulanmış oldu. Tabiri caizse Trump, dişlilerin arasına sıkışmış bir çakıl taşının bütün mekanizmayı dağıtması gibi Amerikan sistemini henüz tamamen dağıtmadı belki ama ciddi manada zorluyor. 

Bu konuda yıllar içinde yaşanmış birçok durum ve anekdot örnek olarak verilebilir. Ben, söylemsel düzeyde önemli bir gösterge olarak gördüğüm bir diyaloğu aktarmak istiyorum. Bundan iki hafta kadar önce Amerika’nın bilinen siyasi hicivcilerinden Trevor Noah, Trump’ın karşısına diğer aday olarak çıkacak olan Joe Biden’la bir söyleşi yaptı. Orada beni çok şaşırtan ama Biden’ı o kadar şaşırtmayan bir soru sordu: “Trump seçimi kaybeder de Beyaz Saray’ı terk etmezse ne yaparsınız?”

Nasıl yani??!! Demek Amerikan demokrasisi bir seçim arifesinde bu sorunun akıllara gelebildiği ve sorulabildiği bir yer oldu! Bu bile bence başlı başına bir gösterge. Dediğim gibi, bu soruyu yadırgamayan Biden’ın cevabı da benim açımdan bir o kadar ilginçti: “Eminim askerler kendisine güzel bir uğurlama töreni yapacaktır.”

Nasıl yani??!! Demek Amerikan demokrasisi, makamı terk etmemek için direnen bir başkan adayını indirmek için akla hukukun, kamuoyu baskısının, hatta polisin de değil de doğrudan ilk olarak askerin geldiği bir yer oldu! Demek, 20. yüzyıl boyunca başka ülkelerde askerin siyasete müdahalesini doğrudan veya dolaylı olarak destekleyen ABD’de askerin siyasete müdahalesi, seçim sonucunu uygulatmak için dahi olsa konuşulur oldu. Yani, Amerika’nın ‘demokrasi güçleri’ o kadar da bir ‘güç’ değil miymiş? 

Örnekler çok kolay çoğaltılabilir, özellikle George Floyd’un bir polis tarafından an be an kayıt altına alınan, neredeyse ‘naklen cinayet’ olarak nitelenebilecek şekilde öldürülmesinden bugüne kadar geçen sürede yaşananlara bakarak. Örneğin, şu sıralar Portland’da yaşandığı gibi ortaya silahlı, tam teçhizatlı ama üzerlerinde kimliklerinin, bağlı oldukları birimlerin anlaşılmasına imkân verecek hiçbir işaret veya numara taşımayan ‘federal ajanlar’ protestoculara müdahale etmeye ve gene nereye ait olduğu belli olmayan, işaretsiz kamyonlara atıp götürmeye başladı. Nasıl yani??!! Bunlar otoriter rejimlerin yöntemleri değil miydi? Nasıl böyle hemen Amerikan demokrasinin gündemine giriverdiler? 

Bazıları, Avrupa ve Amerika demokrasilerindeki bu geri gidişe bakıp seviniyor olabilir. Ne de olsa onlar, ‘sömürgeci, emperyalist, zalim’ devletler. Devletlere ağlayacak değiliz ama unutmayalım ki Avrupa ve ABD’nin sunduğu, aynı zamanda bir birlikte yaşama modeli, bir toplumsal model ve sorunsuz olmamasına rağmen, huzur, istikrar, refah ve özgürlük üretmede insanlık tarihindeki en başarılı model. Bu model çökerse, yerine koyacağımız, kültürel çeşitliliğin demokratik biçimde birlikte yaşaması için yüzümüzü döneceğimiz başka bir yer, farklı kültür ve kimliklerin eşitlik temelinde birlikte yaşamasını sağlayacak alternatif bir siyasi ve toplumsal model yok (“Osmanlı var ya” diyenleri şuraya alalım). Dolayısıyla, bu yalnız Batılılar için değil, hepimiz için kötü haberdir.