Flor’un kaçırılma travmasıyla geçen hayatı

Henüz 13 yaşındayken, ismi kaçırılmaya çalışılan Ermeni kızların listesine dahil oldu. 45 yıl önce kendisini kaçırmak, hayatına, bedenine uzanmak isteyen ellerden kurtulmayı başarmış olsa da yıllar boyu kan ter içinde uyandığı kâbuslarında tekrar tekrar kaçırılarak, atıldığı yılanlarla dolu kör kuyulardan çıkmak için çırpınıp durdu. Bu konu hakkında konuşulmasına dahi tahammül edemedi. Ancak kendisine göndermiş olduğum Muhsin Kızılkaya'nın yazısını okuduktan sonra, o 'sıradan' acıları yaşamış olan tüm kaçırılan kadınların sesi olmayı kabul etti. Ricası üzerine röportajda kendisinden “Flor” olarak bahsederken, olayların geçtiği köy ve şahıs isimlerini de tümüyle değiştirdim. Olay Türkiye’nin güneydoğusunda, Ermeniler’in, Araplar’ın, Kürtler’in bir zamanlar birlikte yaşadığı bir coğrafyada geçmekte diyeyim, gerisini anlayın. Bu, aynı zamanda Ermeniler’in doğup büyüdükleri toprakları, çok yakın tarihte,1975’lerde bile ne şartlar altında terketmek zorunda kaldıklarının hikayesi. İşte Flor’un hikayesi.

Öncelikle kırk beş yıldır konuşmaya dahi tahammül edemediğin kaçırılma hikayeni, bugün kaçırılan tüm kızlar ve kadınlar adına dile getiriyor olman nedeniyle teşekkürlerimi sunmak isterim.  Kendi kaçırılma olayının öncesinde, bildiğin, duyduğun başka kaçırılma hikayeleri var mıydı?
Bizim oradaki herkes gibi ben de Gülo'nun kaçırılma hikayesini okunan şarkılardan öğrenmiştim. Ama kaçırılma olaylarındaki benim kahramanım Ankin olmuştu. Kendisini kaçırmaya kalkışan adamların elinden iki kez kurtulmayı başarmış biri olarak sadece benim değil tüm herkesin kahramanı olmuştu zaten. Ama günün birinde beni de kaçırmaya kalkışacakları, benim de kahraman olarak görüleceğim hiç aklıma gelmemişti.    

Senin kaçırılma girişimi hadisen nasıl oldu?
Beni kaçırmayı düşünen kişi, bir gün öncesinden aşağı köyde yaşayan ağamızın oğulları olan iki kuzeniyle beraber bizim köye gelmişti. Adam başka köyde yaşadığı için biz onu ilk kez orada görmüş olduk. Hatta kız kardeşim onların etrafta gezinip, bize tuhaf tuhaf bakındıklarını görünce onları terslemişti.   
Ertesi günü de babam değirmene inecekti. Bizimkilerin büyük yaşta erkek çocukları olmadığından, ben erkek çocuğu gibiydim. Babama da çok düşkündüm. Benim gözümde o bir kahramandı. İlk evlatları olmam nedeniyle babamın bana duyduğu sevgi de ayrı boyuttaydı. Ben de babamın o sevgisine karşılık olarak nereye gitse beraberinde gidip elimden geldiğince her işinde ona yardımcı olmaya çalışıyordum.
O gün babam, anneme "Ben değirmene gideceğim. Sonra kızı gönder de unu getirsin" diyerek yola koyuldu. Belli bir saatten sonra da annem beni aşağı köydeki değirmene, babamın yanına gönderdi. Köye indiğimde düğün alayını görmüştüm. Değirmene girmemle beraber zaten düğün sahipleri de gelip türkü okuması için babamı düğüne davet ettiler. Babam çok güzel türkü okuduğundan, civar köydeki halk dahi, babamın olmadığı düğünü düğünden saymazdı. 
Tabii ben de babamla beraber düğüne gittim. O şarkı okurken, ben de duvarın dibinde oturup onu dinledim. Beraber yemek yedikten sonra da babam "Gel seni eve göndereyim" dedi. Akrabamızın oğlu Miran'ı çağırıp "Gel Flor'a yardım et. Beraber köye çıkarsınız" dedi.   
Değirmene gittik. Babam sırtıma un çuvalını verdi. Yola koyuldum. Miran de benim peşimde. Ama ikimiz de çocuğuz daha. Ben on üç, o da on bir, on iki yaşlarında.   
Tam "Khırbeye Manug" denilen, anne tarafından atalarımın harabeye dönüşen tarlalarının oraya geldik ki, bir gün önce gördüğümüz o üç genç adam yanımızda beliriverdi. "İyi yolculuklar. Biz de köye çıkıyoruz. Yardım edelim" dediler.   
Annem bizim hamurumuzu biraz sert yoğurmuştu. O yüzden de erkek gibi yetişmiştim. Sıradan bir kız değildim yani. Bu durum çevrede de dikkat çekiyordu. 
"Yok istemem. Ben taşırım" dedim. "Nazmi düğüne gelmemiş. Çağırmaya gidiyoruz. Çuvalını ver, yardım edelim" diyerek ısrar ettiler.  
Benim tekrar "Yok istemem" dememle birlikte, bunlar sırtımdaki un çuvalını yere fırlatıp, elimden tuttukları gibi de "Seni kaçırıyoruz" dediler.   
Bağırdım yalvardım, ağladım ama nafile. Bırakmadılar. Can havliyle Miran'a "Git babama haber ver" dedim. Çocuk koştu babama haber vermeye gitti.   
Ben bir yandan yalvarıyor, bir yandan da karşı koymaya çalışıyorum ama adamlar beni o tarlanın bir ucundan öbür ucuna doğru sürüklemeye başladılar. Bulunduğumuz yer köyden göründüğü için, aşağı köydeki düğün alayı tüm bu olanları izliyormuş.   
Mamamın gınkahayrı (Vaftiz babası) olan akrabamız Melkon da düğündeydi. O da olanları görmüş. Ama değirmen aşağıda kaldığı için, Miran gidene kadar babamın olanlardan haberi olmamış.  
Beni kaçıranlara yalvarmalarım, ağlayıp bağırmalarım işe yaramıyordu.  En sonunda mamamın ataları bana yardım etti. Köyde taşları toplayıp tarlanın kenarına koyarlardı. Eşarbım o taşların üstüne düştü. O yüzden atalarım bana yardım ettiler diyorum ya. Baktım ki beni bırakmıyorlar. Üç tane adam. Ben ön üç yaşındayım ama onlar yirmi, yirmi beş yaşlarında. "Tamam, beni bırakın. Eşarbımı alayım, sizinle geleceğim" dedim. Eğildim eşarbımı alıyor gibi yaptım, ama eşarbımın yerine oradaki taşı aldığım gibi beni kaçırmak isteyen çocuğun kafasına vurdum. Çocuk orada kanlar içinde yere düştü. Yanındaki iki kuzeni çocuğu kafasından akan kanları görünce, öldüğünü zannederek beni bırakıp ona yöneldiler. Ben de o fırsattan yararlanıp, eşarbımı kaptığım gibi yokuş yukarı koşmaya başladım.
O anı hiç unutamam. 

Muş bölgesinden tarihsel kıyafetlerile Ermeni kadınları  (Arşiv)

“Kız bizim artık, bize vereceksiniz”
Koşarak nefes nefese bizim köyün aşağısına kadar geldim. Köyün çocuklarını görünce durumu anlattım. Onlar da hemen etrafımı sardılar. Herkes birbirine seslenip olayı köydekilere duyurdular. Eve çıktık. Çok geçmeden babam da eve geldi. Nefes dahi almadan elimden tutarak "Yürü karakola gidiyoruz" dedi. Beraber K...'daki karakola gidiyoruz ama ben hala olanların etkisindeyim.  
Biz Verıntağ’a geldiğimizde orada Celal'i gördük. Adam olup biteni öğrenince babamı karakola gitmekten vazgeçirmeye çalıştı ama babamı ikna edemedi. Biz yolumuza devam ettik. Meğerse adam ikili oynuyormuş. Bizi ikna edemeyince, gidip köydekilere "Karakola gidiyorlar. Yetişin" diye haber vermiş.   
Düğün alayındakiler gelip Norşen’de yolumuz kestiler. Hepsi silahlı. Elimden tutup "Kız bizim artık. O bizim namusumuz. Bize vereceksiniz" dediler.  
Bizde ne bir silah ne de savunmamızı sağlayacak başka bir şey. Onlarda ise bir sürü silah. O anı hiç unutamam. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Taş kesilmiş gibi, hiçbir şey diyemeden öylece duruyordum.     
Düğüne katılan akrabamız Melkon da olup biteni duyunca köylülerle birlikte
Norşen’e gelmiş. "Kız bizim artık. O bizim namusumuz. Bize vereceksiniz" sözleri üzerine silahını çekip bizden yana geçti. Asla unutamam onun yaptığı o iyiliği. Helal olsun. Silahını gösterip "Kızı alamazsınız. Ermeni'nin elinden ölmek isteyen varsa buyursun gelsin" dedi. 
Üç kişi olduk. Bir tane de silahımız var. (Acıyla gülüyor)  Belki yirmi otuz tane silaha karşın, bizim sadece tek bir tane silahımız var... Ama Ermeniyiz ya, Ermeni'nin elinden ölmek de onlar için kötü bir şey.   

Peki  sonra ne oldu?
Silahlar çekilmiş vaziyette öylece duruyoruz. Tam o anda Norşen köyünün insanları da araya girdiler.   
Meğerse bulunduğumuz Norşen köy halkı ile bizim aşağı köyde yaşayanlar iki farklı aşirettenlermiş. Aralarında da husumet varmış. Olanları görünce onlar da silahlarını çekerek "Buradan, bizim kapımızın önünden kimse kız alamaz" diyerek bizden yana geçtiler. Ortalık iyice karıştı.
Norşen’dekiler "Bunlar artık bizim kapımıza geldiler. Kimse alamaz" deyince düğün alayı da "Karakola gidecek olurlarsa bırakmayız. Kız bizim" dediler.  Babam da "Asla kızımı vermem'" dedi. Karşılıklı silahlar çekilmiş ben de onların ortasında öylece durmuş tir tir titriyorum. Benim alıp götürülme, babamın öldürülme ihtimali, onca insanın ölme ihtimali... Aptallaşmış, vaziyette, dilim tutulmuş, korkudan tir tır titreyip ağlıyorum.  
En sonunda uzlaşma gerektiği söylendi.
Norşen köyünün önde gelenleri babama "Sen eve döneceksin" dediler. Öbür tarafa da "Burada olay olmayacak. Siz de kızı almadan köyünüze döneceksiniz" dediler.  
Varılan uzlaşma sonucunda kimsenin kanı dökülmedi. Onlar beni alamadı, biz de karakola gidemedik. Ama herkes sağ salim evine dönmüş oldu.   
Bu meyanda biz şikâyete bulunmamıştık. Ama beni Norşen köyden biri, olay sonrasında gidip bizim adımıza şikâyete bulunmuş. İfade vermeleri için karakola karşı taraf çağırılmış. Ama onlar gitmemiş. Onların yerine başkası gitmiş. Karakolda o kişiye gözdağı vermişler. Jandarma komutanı sonra babamı da çağırmış. Babama "Bak oğlum. Eğer bundan sonra seni rahatsız edecek olurlarsa şu tepeye çık bağır.  Ben duyarım" demiş. O kadar. Saçmalığın daniskası yani.  

Seni kaçırmak isteyen adama ne oldu?   
Vurduğum taş yüzünden kafası yarılınca olduğu yerde bayılmış. Allahtan ölmemiş. Yoksa işin boyutu içinden çıkılmaz bir hal alırdı. 
Ağanın kuzeni ile çocukları beni kaçırma planlarında başarılı olamasalar da benden vazgeçmediler. Herkes kendi köyüne döndükten sonra bu kez de "Kızı vereceksiniz" diyerek baskı yapmaya başladılar.  

Bize ağalık olayı biraz açar mısın?  
Babamın ailesi 1915’e kadar başka köyde yaşıyormuş. Ağa dediğimiz kişinin büyükleri o köydeki Ermenileri himayelerine almış bir Arap aşireti. Yani öldürülmelerine engel olmuşlar. Onları alıp benim de doğduğum köye getirmişler. Ermenilerin beraberlerinde getirmiş oldukları tüm küçükbaş sürülere de el koyarak her bir aileyi, tekrar Ermenilerden kalan topraklara yerleşmişler. Her bir Ermeni aile ‘ağa’ denilen o ailenin çocukları arasında pay edilmiş. Kurtarılan Ermeniler artık onların ‘ğulam’ı olmuş. Ğulamlık nasıl bir şey dersen. Ağa’nın yani senin payına düştüğün kişinin insanlığı doğrultusunda, seni ‘ağa’nın kölesi, hizmetkarı veya kardeşten öte can dostu yapacak olan bir şey. Yani hayatta kalmamızın karşılığında onların ‘Ermenileri’, iş gücü ve gelir kaynağı olmuştuk. 
Ağamıza ‘daman’ denilen, tarladan aldığımız mahsulden üçte bir payı verir, bunun dışında da ekip biçme işlerinde onlara yardım ederdik. Bunun karşılığında da sözümona bir yerde tıpkı aşiret sisteminde olduğu gibi, başkalarının seni öldürmesinden, kızının, gelininin kaçırılmasından, köy dışında gittiğin yerde sana  veya aile bireylerine kötü muamele yapılmasından korunmuş olunuyordu.   
Babam zamanında ‘ağa’yla bir anlaşma yapmış. Ona "Benden iki şey istemeyeceksin. Bir kız istemeyeceksin, bir de ‘Dinini değiştir’  demeyeceksin. Bunları yapmadığım sürece kardeşimsin" demiş. Aralarında böyle bir konuşma olmuş. Bunların husumette oldukları kişiler olduğu için de onların çocuklarını merkezdeki hastaneye götürür, düşmanlarının bulunduğu yerden geçilmesi gerektiği zaman onlar yerine gidip onların yapması gereken tüm işlerini hallederdi. Aralarında oluşan güven bağı sayesinde de, ağa düşmanları karşısında tedbirli olmak adına babama saklaması için kendi kalaşnikofunu vermiş. Allah’ın işine bak. O kalaşnikof beni ikinci kez kaçırmak için köye baskın yapılmasından kurtarmış oldu.   

O nasıl oldu?
Evimizi basıp beni kaçıracakları haberi gelince, babam “Şarjörler bitene kadar kimse içeri giremez. Bunu bilerek gelsinler” diye haber gönderdi. Gerçekten de sandalyeyi alıp, kalaşnikofa şarjörü takıp kapının arkasında beklemişti.  
Ağamız "Gitmeyin. Benim silahım da şarjörlerim de Astur’da. Astur delidir. Dediğini yapar. Giderseniz sizi öldürür. Sizi o evden sağ çıkartmaz" deyince bunlar evimizi basmaktan vazgeçmişler. Ama benden vazgeçmediler.   

(Devamı gelecek hafta)


Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında