YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Dişle, tırnakla adalet aramak

Yargının siyasallaşmasına çok tanık olduk, hele ki son yıllarda. Ancak böyle bir vakada bu derece bir siyasallaşmayı görmüş müydük, bilmiyorum. Muhtemelen o karanlık 90’lı yıllarda malum coğrafyada çok daha ağır ihlaller olmuştu ama 2020 yılında, tecavüze uğramış ve hayatını kaybetmiş bir genç kızın üzerinden böylesi bir süreç yaşanması, gerçekten çok ağır.

26 Ağustos Çarşamba sabahına şöyle bir haberle uyandık: Siirt’te 18 yaşındaki İpek Er’e tecavüz etmekle suçlanan uzman çavuş Musa Orhan, tutuklandıktan tam bir hafta sonra tahliye edilmişti. Bu haber doğal olarak kamuoyunda büyük tepkiyle karşılandı, çünkü Orhan, ilk başta  zaten serbest bırakılmış, İpek Er’in bir mektup bırakarak intihar etmesi ve 34 gün sonra hayatını kaybetmesi üzerine sosyal medyada başlatılan kampanya ile, nasıl derler, güç bela tutuklanmıştı. 
Bu olay çok açık biçimde siyasi bir nitelik taşımaktaydı. Mağdurun yaşadığı bölge, failin uzman çavuş olması, klasik devlet reflekslerini ne yazık ki harekete geçirmiş ve Orhan, bahsettiğimiz gibi olay anında serbest bırakılmıştı. Kamuoyu baskısıyla tutuklandıktan sonra ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu konuyu terör örgütlerine yakın kesimlerin gündeme getirdiğini söylemiş, böylece HDP’li bir vekilin taciz davasının üzerinin örtülmesinin amaçlandığını öne sürmüştü.
Yargının ne derece siyasallaştığını ve mevcut milliyetçi atmosferin güdümüne girdiğini bu sözlerin söylenmesinden birkaç gün sonra gördük, çünkü Musa Orhan, “kaçma şüphesi olmadığı” gerekçesiyle tahliye edildi. 
Bu durum kamuoyunda büyük tepkiyle karşılandı ama hangi kamuoyunda? Genel olarak hak savunucularından, kadın örgütlerinden ve demokratik muhalefetten bahsedebiliyoruz şimdilik. Ve bu tepkiler büyük oranda sosyal medyada dile getiriliyor.
Fakat iş bununla da kalmadı, daha da anormal bir durum aldı. Tahliye sonrası gelen tepkiler üzerine İçişleri Bakanlığı şöyle bir açıklama yayımladı: “Bu acı olaydan siyasi bir rant devşirmeyi, kurumlarımızı ve adalet sistemimizi yıpratmayı hedefleyen TELE 1 adlı TV kanalının yanı sıra, gayri ahlaki iftiraları atan terör örgütüne müzahir basın-yayın organları hakkında gerekli tüm yasal işlemler başlatılacaktır. Yaşanan bu üzücü olaydan dolayı Bakanlığımıza mensup polis memuru, mesai arkadaşımızın da kardeşi olan merhumeye Allah’tan rahmet, kederli ailesine başsağlığı diliyoruz.”
Uzman Çavuş’un tahliye edilmesine itiraz edenler açık biçimde ‘terör örgütü’ne müzahir yani yakın olmakla suçlanmakta, yasal işlemle tehdit edilmekteydi. 
Yargının siyasallaşmasına çok tanık olduk, hele ki son yıllarda. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan gibi isimlerin hapiste tutulması bunun en bariz örneğidir zaten, ancak böyle bir vakada bu derece bir siyasallaşmayı görmüş müydük, bilmiyorum. Muhtemelen o karanlık 90’lı yıllarda malum coğrafyada çok daha ağır ihlaller olmuştu ama 2020 yılında, tecavüze uğramış ve hayatını kaybetmiş bir genç kızın üzerinden böylesi bir süreç yaşanması, gerçekten çok ağır.
Beri yandan, buna benzer başka süreçler de gözümüzün önünde yaşanıyor. Gülistan Doku 5 Ocak’tan beri kayıp. Tunceli’deki arama çalışmaları sona erdirildi, koca baraj arandı ama Doku’nun son kez birlikte görüldüğü kişilere dair yeterli bir soruşturma yapılmıyor. Israrla yapılmıyor. Bu çerçevede olayda adı geçen Zeynel Abakarov’un korunduğuna dair çok güçlü bir kanı mevcut. Abakarov’un üvey babasının polis olduğunu hatırlatalım.
Hürmüz Diril - Şimuni Diril vakasında da çok benzer bir tablo mevcut. Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Kovankaya köyünde yaşayan Keldani çiftten 11 Ocak’tan bu yana haber alınamıyordu. Haftalar sonra Şimuni Diril’in cesedi evinin yakınlarında bulundu. Ancak baba Hürmüz Diril hâlâ kayıp. Diril ailesi aylardır neden etkili bir soruşturma yapılmadığını soruyor, konuyu gündemde tutmaya çalışıyor. Ancak bu talepler bir duvara çarpıp geri dönüyor. 
Rabia Naz vakasını da aynı çerçevede değerlendirebiliriz. 11 yaşındaki Rabia Naz, 2018’de Giresun’un Eynesil ilçesinde hayli şüpheli biçimde hayatını kaybetmişti. Olayın intihar olduğu açıklandı ancak Naz’ın ailesi bu açıklamayı hiç dikkate almadı, çünkü 11 yaşındaki Naz’ın ölüm şekli bu açıklamaya hiç uymuyordu. Yıllar süren hukuk mücadelesi ne yazık ki sonuçsuz kaldı ve dosya kapandı. Vakayı yakından takip eden bağımsız gazeteciler bu olayda da iktidara yakın birilerinin korunduğunu düşünüyor. Hatta düşünmekten de öte... 
Nadira Kadirova’yı da hatırlayalım. AKP İstanbul milletvekili Şirin Ünal’ın evinde şüpheli şekilde ölü bulunmuştu. Ankara Emniyet Müdürlüğü olayın ‘silahla intihar’ olduğunu açıklasa da yürütülen soruşturma sürecinde yaşanan gelişmeler, olayın ‘şüpheli’ olduğuna dair kanıları güçlendirdi. Bu dosya da kapatıldı, geriye Kadirova’nın acılı ve adalet arayan ailesi kaldı. 
Bütün bu vakaları alt alta sıraladığımızda ortaya çok ama çok acı verici bir tablo çıkıyor. Yoruma da gerek kalmıyor, işin doğrusu. Her şey açık seçik gözler önünde yapılıyor çünkü. Daha da acı olan bu herhalde.