VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Türkiye Karabağ uyuşmazlığında neden barış değil savaş unsuru?

Türkiye bu uyuşmazlıkta aslında Azerbaycan’ı desteklemekten ziyade Ermenistan’ın karşısında duruyor. Türkiye’nin Ermenistan-Azerbaycan politikasının geçirdiği evrim kronolojik olarak incelendiğinde bu durum açık bir şekilde ortaya çıkıyor

Ankara, Karabağ uyuşmazlığında açık bir şekilde Azerbaycan’ın yanında yer aldı. Azeriler ile Ermeniler arasında, Karabağ cephesinin tamamında savaşın patlak verdiği 27 Eylül Pazar gününden itibaren, Türk liderler art arda, bir tarafa destek verdiklerini ve diğer tarafın karşısında durduklarını ortaya koyan açıklamalar yaptılar. İlk saldırıyı Azerbaycan’ın yaptığı aşikârdı – savaşın başlamasından birkaç saat sonra, Azerbaycan Savunma Bakanlığı Sözcüsü yedi köyün “kurtarıldığını” duyurdu. Buna rağmen, Türk liderler Ermenistan’ı saldırganlıkla suçladılar. 

Recep Tayyip Erdoğan, Twitter’da şöyle yazdı: “Azerbaycan’a yönelik saldırılarına bir yenisini ekleyen Ermenistan, bölgede barışın ve huzurun önündeki en büyük tehdit olduğunu bir kere daha göstermiştir. Türk Milleti her zaman olduğu gibi bugün de tüm imkanlarıyla Azerbaycanlı kardeşlerinin yanındadır.” 

Bu yazıda, Türkiye’nin Azerbaycan’a neden destek olduğu, attığı adımlarla bu ülkeye gerçekten yardım edip etmediği, başka bir politika izleyerek “bölgede barışı ve huzuru” destekleyip destekleyemeyeceği sorularını ele almak istiyorum. 
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ittifak, sıklıkla, yukarıdaki alıntının da ortaya koyduğu gibi, Türk ve Azeri halkları arasında bulunduğu varsayılan kardeşlik bağlarıyla açıklanıyor. Bu açıklama, Türkler ile Azeriler arasında etnik, kültürel ve tarihsel bir yakınlık bulunduğunu, Türkler ile Ermeniler arasında ise böyle bir yakınlık olmadığını varsayıyor. Bu denkleme göre Ermeniler yabancı, farklı olduğu için sevilmeyen bir halk. 

Tarihsel tablo farklı
Fakat tarihe, Türk, Osmanlı, Ermeni ve Azeri tarihine dair en ufak bilgisi olan biri bile, bunun hatalı bir varsayım olduğunu görebilir. Osmanlı Türkleri Ermenilerle birlikte yaşamıştır, iki halkın ortak bir tarihi ve kültürü vardır; oysa Azeriler, Osmanlı Türkleri için yalnızca yabancı değil, aynı zamanda düşmandır. Günümüz Azerbaycan’ındaki Türki hanedanlar İran’ın kültürel ve siyasi ortamında gelişmiş, burada imparatorluk inşasında kilit rol oynamışlardır; Safevi ve Kaçar hanedanları, bu duruma delalet etmektedir. İki Türki hanedan olan Osmanlılar ve Safeviler birbirinin can düşmanıydı; İstanbul’da veya Ankara’da yaşayan Ermeniler ise, Osmanlı sultanlarına verdikleri değerli hizmetler nedeniyle ‘millet-i sadıka’ olarak anılıyordu.

Türkiyeli Türklerin çoğunluğu Azerbaycan hakkında fikir sahibi değildir; bu ülkenin halknı, tarihini, kültürünü bilmez. Televizyon ekranlarından, ancak savaş çıktığında Azeriler hakkında bir şeyler duyarlar. Buna rağmen, Azerbaycan’la aralarındaki derin dostluğa ve güçlü etnik dayanışmaya dair en ufak bir şüpheleri yoktur; Ermenilikle ilgili her şeye, tereddütsüz şekilde husumet beslerler. 

Türkiye’nin tavrı

Peki, neden?
Türkiye bu uyuşmazlıkta aslında Azerbaycan’ı desteklemekten ziyade Ermenistan’ın karşısında duruyor. Türkiye’nin Ermenistan-Azerbaycan politikasının geçirdiği evrim kronolojik olarak incelendiğinde bu durum açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Türkiye, 1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet oldu ama bu ülkeyle ne diplomatik ilişki kurdu, ne de sınırı açtı. Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır, Soğuk Savaş dönemindeki hâliyle, olduğu gibi duruyor. Aradaki tek demiryolu hattı olan Kars-Leninakan (günümüzde Gümrü) bağlantısı 1993’te kesildi. Türkiye daha 1991’de, Yerevan’a iki ön koşul sundu: Ermenistan’ın, soykırımın uluslararası düzeyde tanınması için yaptığı çalışmalara son vermesi ve Türkiye’den tazminat, asıl olarak da toprak talep etmekten vazgeçmesi. Bunlara, 1993 yılında bir koşul daha eklendi: Ermenistan’ın Karabağ’dan vazgeçmesi. (Bu meseleyi, Belge Yayınları’ndan çıkan ‘Açık Yaralar’ başlıklı kitabımda ayrıntılı şekilde ele almıştım.) 

Türkiye bu koşullarla, Karabağ uyuşmazlığını çözülemez hâle getirdi. Öncelikle, uyuşmazlığını çözümü ile, tanınmayan ve üzerinde durulmayan Ermeni Soykırımı meselesi arasında bağ kurdu. Karabağ uyuşmazlığı, kendi içinde zaten yeterince karmaşık, bağımsızlığını yeni kazanmış iki ülke için başa çıkması zor bir mesele. Buna bir de, yine son derece karmaşık bir nitelik taşıyan, soykırım suçu ve inkâr barındıran Ermeni-Türk ilişkileri tarihi eklendiğinde, meseleyi diplomatik araçlarla ele alma imkânı ortadan kalkıyor.

Fakat Türkiye’nin müdahalesi başka olumsuz sonuçlar da doğurdu. Bu müdahale, hâlâ soykırımın yarattığı kitlesel travmanın etkilerini yaşayan Ermenilerin, Karabağ meselesinde herhangi bir yenilgiyi, hatta bu konuda verilecek herhangi bir tavizi, varoluşsal bir tehdit olarak görmesine neden oluyor. Türk siyasetçilerin günlük politikaları ve her gün yaptıkları açıklamalar, bu korkuların yersiz olmadığını gösteriyor. Üstelik, genç ve deneyimsiz bir cumhuriyet olan Azerbaycan, Türkiye’nin 1990’ların başlarındaki katı, uzlaşmaz tutumunu benimsemiş durumda. Azerbaycan’ın siyasi seçkinleri, komşu ülke Ermenistan’la yaşanan çatışmaya tam olarak bu pencereden; faillerin karmaşık imgelemi ile soykırımda kurbanın kendileri olduğu tahayyülünün bir arada yer aldığı bir soykırım deneyimi merceğinden bakıyor. Bu bakış, yani Azerilerin iki yüz yıl boyunca Ermeni katliamlarına maruz kaldığı ve çatışmanın Ermenilerin bölgeden çıkarılmasıyla çözülebileceği düşüncesi, Azerbaycan’ın yönetici sınıfı içinde egemen hâle geldi. 

Diplomaside başarısızlığın bedeli
Otuz yıldır uygulanan bu tür politikaların sonucu ne oldu? Türkiye’nin tercihleri, Azerbaycan’ı aşırılıkçı konumlara itti. Müzakerelerde, Bakü’nün Ermeni muhataplarına söylediği şey şu: “Topraklardan vazgeçmeniz gerekiyor, Karabağ’ın kendi kendini yönetme hakkından vazgeçmeniz gerekiyor, yoksa size saldırırız. Ve unutmayın, bizim ordumuz daha büyük.” Yıllardır sürdürülen diplomasinin neden başarısız olduğunu mu merak ediyordunuz?
Diplomasideki başarısızlığın bedeli yüksek oluyor. Yoksul, eski Sovyet ülkeleri olarak her alanda büyük yatırımlara ihtiyaç duyan Azerbaycan ve Ermenistan, silahlara milyarlarca dolar harcadı. İki ülkenin de büyük orduları var. Sınırları, I. Dünya Savaşı’ndaki siperlere benziyor. Her yıl genç erkekler bu cephelerde ölüyor. Fakat otuz yıldır durum aynı. 

Ankara’nın başarısız politikalarının alternatifi var mı? Evet, var. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dönemin dışişleri bakanı Ali Babacan, yaptıkları ‘futbol diplomasisi’yle, bize bir alternatif olduğunu göstermişti. Gül, 2008’de Yerevan’da yapılacak bir futbol karşılaşmasını izlemek üzere Ermenistan’a gitmiş, burada Türkiye’nin iki ön koşuluna odaklanan iki Zürih protokolüyle sonuçlanan pazarlık sürecini başlatmıştı. Protokollerden biri diplomatik ilişkilerin tesis edilmesine, diğeri ise sınırın açılmasına ilişkindi. Karabağ uyuşmazlığına dair bir protokol imzalanmamış; Gül, bilinçli bir şekilde, Ermenistan ile Türkiye arasındaki karmaşık ilişkileri Karabağ uyuşmazlığından ayrı tutmaya çalışmıştı. 
Bu proje, Azerbaycan yönetiminin şiddetli itirazlarından ötürü başarısız oldu. Aliyev, Zürih protokollerini Türkiye’nin ‘ihanet’i olarak görüyordu. Ankara’da kendilerine güçlü bir ortak buldular: Protokolleri onaylamayı reddeden Erdoğan. Böylece bir on yıl daha heba oldu.

Bugün Türkiye, Karabağ meselesine, daha önce hiç olmadığı kadar dâhil olmuş durumda. Türkiye Ordusu’nun danışmanlarının Bayraktar İHA’larını devreye soktuğuna, yüzlerce Suriyeli paralı asker yolladığına ve hatta Türk Özel Kuvvetleri’nin ön saflarda görev yaptığına işaret eden, güçlü emareler var. Peki, Türkiye’nin bu yeni hevesi ne işe yarayacak? ‘En iyi ihtimalle’, Azerbaycan bu sahipsiz topraklarda, ya da bazı harap olmuş ve terk edilmiş köylerde mevzilenecek ki, İlham Aliyev zaferini kutlayabilsin. Aliyev’in rejimi oraya buraya milyarlarca dolar harcadığı için krizde; cephelerden gelecek iyi haberlere acilen ihtiyaç duyuyor. 

Denklemin aktörleri
Türkiye’nin Azerbaycan saldırısına destek vermesi nasıl bir sonuç doğuracak? Ermenistan tarafı daha da radikalleşip, Azerbaycan’la diyaloğun hiçbir şekilde mümkün olmadığına kanaat getirecek. Sonra da Rusya devreye girecek. Moskova ile Yerevan arasında askerî bir antlaşma var; ayrıca, Rusya’nın Ermenistan’da iki askerî üssü bulunuyor. Ankara-Moskova ilişkileri ise bugünlerde İdlib yüzünden gergin; Ruslar, Türklerin hamlelerini Rusya’nın geleneksel etki alanına müdahale olarak görüyor. Son olarak, 80 bin askerin katıldığı Kavkaz 2020 tatbikatında, Hazar’a kıyısı olan bir ülkeye çıkarma yapma simülasyonu uygulandı. Bilin bakalım hangi ülkeye!
Tabloda bir de İran var. Azerbaycan ile İsrail arasındaki işbirliğinden zaten rahatsız olan bu ülke, şimdi de, kuzey sınırlarına Türkiye’nin yaptığı, gittikçe yoğunlaşan müdahalelerin yanı sıra, bölgeye Suriyeli savaşçıların gelişini de dikkatli bir şekilde takip etmek durumunda. Ankara, çoğunluğun Şiilerin oluşturduğu Azerbaycan’a Sünni militanlar gönderirken, bunun ülkenin sosyal yapısına uzun vadede vereceği zararı hesap etmiş midir? 
Türkiye’nin Karabağ uyuşmazlığına dair politikasını, tarihindeki çözüm bekleyen meseleler ve Ermenistan’a diz çöktürme arzusu belirliyor. Ankara, bu politikayla Azerbaycan’a yardım etmiyor, aksine bu ülkeyi köşeye sıkıştırıyor. Fakat Ankara’nın önünde seçenekler var. Aynaya bakıp kendi geçmişini görürse, bir barış ve güvenlik unsuru olmayı seçebilir.