Mari Gerekmezyan'ın son haykırışı

Heykeltraş Mari Gerekmezyan 29 Ekim 1947 tarihinde, henüz 34 yaşındayken hayata gözlerini kapamış. Aras Yayıncılık’ın sosyal medya hesaplarından yapılan anmayı farkettiğimde, elimin altında bulunan Toros Azadyan’ın “Asdğapert” dergisinin 1951’de yayınlanan ilk sayısında yayınlanmış (ss. 15-16) şu yazısını tercüme edip “Agos” okuyucularının dikkatine sunmak istedim. Yazının girişine bulunan not, ölümünden bir kaç gün önce kaleme alınan yazının Gerekmezyan’ın ölüm anında yatağının başucunda bulunduğunu ve muhtemelen bir kriz anında kaleme alındığını belirtmekte. İşte “Mari Gerekmezyan’dan Yayınlanmamış bir Yazı” başlığı ile neşredilen yazının Türkçe tercümesi:

Ressam olduğumu sanıyorlar. Ne ressamı?

Filozof olduğumu sanıyorlar. Ne filozofu?

-Ben hiçim, hiç!

Ama hiç olmak ne garip, ne korkunç.

Katlanamıyorum artık: Bir şey olmanın büyük gücünü içinde hissetmek ve bir şey olmamanın bilincine de sahip olmak dayanılmaz. Hiç olmanın fikri sana acı versin ve sen hisset hiç olduğunu, hiç!

Hayatın hüzünle sana baktığında susmak ne hazin. Camın arkasından senle dalga geçer ve “aptalsın sen, aptalsın, sus, konuşma!” der.

Yıllar boyunca zaten sustum.

Neden ben böyle doğmuşum? Neden mükemmel doğmuş değilim ben?

İçimde olan nedir? Nedir?

Uzun geceleri uykusuz geçirdim, yıllar boyunca idealin fırtınasına sahiptim beynimde. Bugün ne oldum? Var mı bir değerim? Peki, nedir o değer? Bilmiyorum. Faydasız bir varoluşa tahammülüm yok. 

Ruhumun süzülmesi beni nereye kadar götürecek? Kadını istemem. Uzaklaşmak, uzaklaşmak istiyorum. Yabancı ülkeye, yabancı dünyaya, tamamen yeni bir hayata doğru uzaklaşmak.

Yeniden doğmak için, ölmek isterdim.  Fakat yeniden doğmak isterim, kaybolmak istemiyorum, Tanrım!
Varlığını hissetmek ne acı: Hiç olduğunu hissetmek ve olabileceğin bir şey olamamak.

Sen hiç süzüldün mü havada? Hiç kanatlarının parçalandığını hissettin mi ve hiç oldu mu  kanayan yaraların ve sonra damarlarında donan o kırmızı kan...

Sen kendini hiçe terketmişsin: Dilek ve acıları terketmişsin. Mahrumiyetin derin kederine sahip olmuşsun.
Uzun yollardan geçtim, yanlış yollardan. Yürek incinmesini hissetmiş ve sessizce, derin derin iç çekiş dudaklarımda, uzaklaşmışım.

İnsanlar sever. Ben sevdim mi hiç? İsteklerim olmuş. Şehvet şarabının damarlarımdan akışına sahiptim ve dişlerimle o haz şarabının kadehini zerreleştirme cesaretine sahiptim.

Dileklere sahiptim, özlemlere sahiptim. Ve bugün hepsini yüreğimin derinine gömdüm.

Bilmiyorum, hangi gün, hangi saatte, neden gelmişim bu dünyaya? Bilmiyorum, kim çizmiş alın yazımı? Sonra? Sonrası ne olacak? Kim bilir?

***

Salon sessiz.

Dumanlar kıvrılır, kıvrılır tavana kadar.

Sesler çarpar birbirine. Uzaklaşır, kaybolur. Müzik genişler, beynime ulaşacak kadar genişler ve nihayet kaybolur, gider. Tüm bunların niçin olduğunu asla anlayamıyorum. Neden suskunum. Neden bu bira? Ben içmek istemiyorum bunu.

***

Ben çok acı çektim. Ben çok yandım.

Ben kendimi öldürmek istiyorum. Ama nasıl? Bıçakla mı? Zehirle mi, yoksa hissetmeyle, hissetmeyle mi..? Zaten her gün, her saat, her dakika, her an hissediyorum... Hiç, hiç, hiç. Hayatım birden zerreleşecek bir hiçlik zincirlemesi.

25 Ekim 1947

Kategoriler

Kültür Sanat


Yazar Hakkında