Ödüller İsmail Beşikçi ve Memorial Topluluğu’nun

Uluslararası Hrant Dink ödüllerinin dördüncüsünü sosyolog yazar İsmail Beşikçi ve Memorial İnsan Hakları Merkezi kazandı. Beşikçi, Kürt sorununda gelinen noktayı ve çözüm yolunu, Memorial’ın Direktörü Alexander Cherkasov ise Sovyet döneminde işlenen insanlık suçlarının bugünkü Rusya’ya nasıl bir miras bıraktığını anlattı.

Şiddete ve karanlığa karşı bir çağrı

ULUSLARARASI HRANT DİNK ÖDÜLÜ’NÜN DÖRDÜNCÜSÜ, ŞİDDETTEN ARINMIŞ VE GEÇMİŞİYLE HESAPLAŞMIŞ BİR DÜNYA İÇİN ÇALIŞANLARA GİTTİ

Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün dördüncüsü, 15 Eylül Cumartesi akşamı, İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleştirilen törenle verildi. Ödülü Türkiye’den İsmail Beşikçi, Rusya’dan Uluslararası ‘Memorial’ Topluluğu adına Memorial İnsan Hakları Merkezi Direktörü Alexander Cherkasov aldı.

Gecenin açılışını, Zuhal Olcay yaptı. Mert Fırat’ın sunuculuğunu üstlendiği törende, açılış konuşmasını, Ödül Komitesi  Başkanı Ali Bayramoğlu yaptı. 58. doğum gününde, Hrant Dink’in adının ve ödüllerinin, bir kez daha, ayrımcılık ve şiddetten arınmış, özgür, adil ve temiz bir dünya için çalışan, risk alan, ezber bozan kişilerle buluştuğunu dile getiren Bayramoğlu, ödülün kurumsallaşması konusunda özel olarak çalışıldığına ve ödül sahiplerinin açık adaylık süreci ve uluslararası jürinin iki turlu oylaması sonucunda belirlendiğine dikkat çekti.

Gecenin bir diğer önemli özelliği de Majak Toşikyan (Cenk Taşkan) tarafından Hrant Dink için bestelenen, sözleri Bercuhi Berberyan’a ait bir saatlik oratoryodan dört bölümün ilk defa seyirciyle buluşması oldu. Koro ve orkestra şefliğini Hagop Mamigonyan’ın üstlendiği oratoryoyu Lusavoriç Korosu, Kevork Tavityan, Aylin Ateş ve Petro seslendirdi.

Ödüllere geçilmeden önce “Işıklar” adı altında, dünyanın dört bir yanında ve Türkiye’de, attıkları önemli adımlarla geleceğe dair umudu çoğaltan kişi ve kurumların selamlandığı, Ümit Kıvanç tarafından hazırlanan videolar  gösterildi. ‘Işıklar’ arasında Batı Şeria’daki ‘Bil'in’ adlı Filistin köyünün direnişi, Romanların hakları için çalışan Macaristan’daki Romedia Vakfı, İngiltere’de ırkçılıkla mücadele eden NEFRET DEĞİL ÜMİT İnsiyatifi, Ermenistan’daki LGBTT haklarını savunan ‘Pink Armenia’, şiddet mağduru çocuklarla çalışan Bosna Hersek'ten Masa Mirkovic, insan hakları ticaretiyle mücadele eden Mumbai’den Triveni Acharya, göçmen çocukların topluma entegrasyonu için çalışan Lübnanlı Amerikalı Mark Kabban, sağlık projeleri geliştiren Amerika’dan Dr. Benjamin LaBrot ve Uganda’dan James Kityo ile, Türkiye’den Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnsiyatifi, Bianet’in ‘Bu benim kararım’ kampanyası, LGBTT Aileleri İstanbul Grubu, Yalnız Değilsin Van Kampanyası ve Türkiye’deki ‘Dışarıda Deli Dalgalar’ inisiyatifi yer aldı.

Bu yıl Ahmet Altan, Tim Garton Ash, Emma Bonino, Lydia Cacho, Rakel Dink, Costa Gavras, Nilüfer Göle, Alexander Iskandaryan ve Etyen Mahçupyan’dan oluşan jüri  2012 Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü  İsmail Beşikçi’ye ve Uluslararası Memorial Topluluğu’na layık gördü. İsmail Beşikçi’ye ödülünü, jüri üyeleri Rakel Dink ve Etyen Mahçupyan verirken ‘Memorial’ topluluğu adına İnsan Hakları Merkezi Direktörü Alexander Cherkasov’a ise ödülü Ali Bayramoğlu ve Alexander İskandaryan takdim etti.

İsmail Beşikçi, Kürt Sorunu’nun çözümü için tek adres olarak Devlet’i gösteriyor

Gasp edilen haklar verilirse sorun çözülür

FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr

Bugüne dek kendisine verilen hiçbir ödülü kabul etmeyen Sosyolog Dr. İsmail Beşikçi ile Kürt meselesinde gelinen noktayı konuştuk. Devletin olumlu bir Kürt politikası olmadığını, Kürtlerin fiili kazanımlarının devleti adım atmak zorunda bıraktığını belirten Beşikçi, Türkiye burjuvazisinin malvarlığının nereden geldiği sorusunun da artık yanıtlanması gerektiğini ifade ediyor.

•          Bugüne dek size verilen hiçbir ödülü kabul etmediğiniz biliniyor. Neden?

Evet. 1991’de Human Rights Watch bana ödül verdi. Kabul etmedim. Birkaç yıl sonra bir kez daha ödül verdiler ama yine kabul etmedim. 1994 yılında Norveç Yazarlar Birliği’nin verdiği ödülü de istemedim. Ödülü verenler sivil toplum kuruluşları olmasına rağmen Amerika’nın ve Avrupa’nın Kürt ve Ortadoğu politikasını onaylamadığım için bu ülkelerin sivil toplum kuruluşlarının ödüllerini kabul etmek bana ahlaklı görünmedi. Kürtlerin özgürlük mücadelesini ‘terör’ olarak kavramsallaştırıyor bu ülkeler. Bunların dışında bir de kabul etmediğim için açıklanmayan ödüller var ki onların adını vermek doğru değil.

Ama bu ödülü büyük bir onurla kabul ettim, çünkü bu Hrant Dink ödülü. Benim için Hrant Dink adı yeterli.

•          Kürtler üzerine uzun süredir araştırmalar yapan biri olarak bugün Kürt meselesinde Türkiye’nin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

1960 ve 2010 arasında fiili olarak çok büyük değişimler oldu. 1958’de ben siyasal tarih okurken Kürt adına rastlamak bile mümkün değildi. Son 30 yıllık savaşta çok büyük bedeller ödendi, binlerce köy yakılıp yıkıldı, yine binlerce faili meçhul cinayet işlendi ve çok fazla kan aktı. Bütün bunların sonucunda Kürt kimliğinin varlığının kabul edilmesi çok küçük bir kazanım olarak görünebilir ama öyle değil bence. Bu süreçte fiili kazanımlar devleti de bir şekilde adım atmak zorunda bıraktı. Örneğin Kürtçe yayın yapan bir sürü televizyon karşısında devlet de kendi propagandasını Kürtçe yapmak üzere TRT Şeş diye bir televizyon kurdu. Şimdi bir gün devletin kafası atsa! TRT Şeş’in yayını durdursa Kürtler açısından hiçbir şey değişmez. Çünkü artık fiili kazanımlar geri alınamaz.

Öte yandan, 2005’te başbakan ‘Kürt sorunu benim sorunumdur ve bu sorunu demokratik yollarla halledeceğiz’ dedikten sonra 2009’da bir ‘açılım’ başlattığını ilan etti. Bu sözlerin gereği yapılmadı ve bugün geldiğimiz noktada ben devletin bir Kürt politikası olduğuna inanmıyorum. Sadece Kürtlerin mücadelesi sonucu elde ettiği bazı fiili kazanımlar var ve bunların yol açtığı, devletin atmak zorunda kaldığı bazı adımlar var. O kadar.

•          PKK’nin ve devletin şiddeti tırmandırdığı bugünlerde olan biteni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt sorununda resmi ideolojiyi değerlendirmek ve eleştirmek gerekiyor. Meselenin esası bence bu. Resmi ideoloji dediğimiz şey tüm kurumlarıyla, medyasıyla, ordusuyla devasa bir mekanizma. Siz bu resmi ideolojiye herhangi bir şekilde karşı çıkarsanız “terörist” olarak damgalanıp ağır bedeller ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bu her konuda böyle; örneğin gelir dağılımındaki adetsizliğin burjuvazinin çok büyük bir pay almasından kaynaklandığını söyleyebilirsiniz. Bunda bir sorun yok. Ama eğer burjuvazi eleştirinizi Kürt sorunu bağlamına oturtursanız, başınız belaya girer. Bunu yapanın kimliğinin muhalif olması da gerekmez. Mesela Sakıp Sabancı, 1995’te ‘Doğu Anadolu Raporu’ başlığı altında Kürt soruna değinen bir rapor yayımlamıştı. Raporda ‘Kürdistan’ falan da denmiyordu ‘Doğu’ deniyordu. Raporun ana hatlarıyla söylediği ise şuydu; “Askeri yöntemlerle bu mesele halledilemez. Bu meselenin kültürel, ekonomik ve sosyal yönleri de var.” Raporun yayımlanmasının hemen ardından MHP Başkanı Alparslan Türkeş “Sakıp Ağa sen çizmeyi aşıyorsun” diye bir laf etti ve çok kısa bir süre sonra da Sabancı suikasti gerçekleşti.  Bu resmi ideolojinin eleştirilmesinin örnek sonuçlarından biri.

Kürt meselesinde temel sorun ‘Neden böyle bir savaş var? Neden gerilla mücadelesi başladı’ sorularına yanıt vermekten kaçınmaktan kaynaklanıyor. Bunun üzerine düşünmemiz gerekiyor. Bu soruların cevabı aslında çok basit; Kürtlerin doğal hakları gasp edildiği için bu savaş var. Devletin bu hakları iade etmesi gerekiyor. Bunun için uzun uzun ne görüşme yapmaya ne de müzakere etmeye ihtiyaç var. Bunun için yine ne İmralı’yı ne Kandil’i ne de BDP’yi muhatap almaya gerek var. Gasp ettiğiniz hakları geri vereceksiniz ve mesele bitecek.

•          Peki silahlar ve silahlı kadrolar ne olacak?

Kürtlere haklarını verdikten sonra bu kez silahlı grup için artık müzakere dediğiniz sürece girebilirsiniz. Bu insanlara ne olacağı, genel af mı ilan edileceği ya da başka bir formül mü bulunacağını müzakere edeceksiniz. İşte o zaman da PKK ile görüşmeniz gerekiyor. Çünkü silahları elinde tutan o.

•          Bu bağlamda akil adamlar, barış için diyalog gibi sivil toplum girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Akil adamların ‘PKK’ye silah bırakması’ yönünde çağrı yapacağı haberleri var. Aslında akil adamların, aydınların bu işin bitmesini isteyen tüm kurum ve yapıların bu çağrıyı PKK’ye değil, devlete yapması gerekiyor. PKK’ye çağrı yapmak ne anlamlıdır ne de doğrudur. Devlet muhatap alınarak ‘Kürtlerin doğal hakları vardır. Bu haklar gasp edilmiştir. Bu hakları iade et’ denmelidir.

•          Suriye’de yaşananlar ve bir Kürt bölgesinin kurulması, bölgede Birleşik Bağımsız Kürdistan gibi bir yapının oluşmasını gündeme getirebilir mi?

Örneğin 1995’te siz bana Irak’ın geleceğiyle ilgili birkaç senaryo yazmamı söyleseniz, senaryo için Saddam Hüseyin’in devrileceği ve Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani’nin Irak’a cumhurbaşkanı olacağı gibi bir şey aklıma gelmezdi. Ama 2003’te ABD’nin Irak’a müdahalesiyle Kürtlerin önü açıldı ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi oluştu. Suriye’de de aynı durum söz konusu. Tıpkı İran, Irak ve Türkiye’de olduğu gibi Suriye’de de Kürtlerin hakları yok sayılıyordu. Şu anki durumda Kürtler Suriye’de özerk bir yönetim kurmaya çalışıyor. Fakat ne olacağını uluslararası güçlerin buna müsaade edip etmeyeceğini, zamanla göreceğiz.

•          Tüm bunların Türkiye Kürt meselesine yansıması üzerine ne söyleyebilirsiniz?

Suriye meselesinde Türkiye devletinin esas kaygısı orada kurulacak Kürt Özerk yönetimi. Devlet bunu engellemeye çalışıyor. Çünkü Kürt meselesi Türkiye’nin kronik meselesidir. Hatta 1960, 1971, 1980 darbelerinin temel nedeni de Kürt sorunudur. Ancak bu gerçeği ne siyaset bilimi ne de diğer toplumsal bilimler söyler. Bunlardan hareketle Ortadoğu’da Kürtlere ilişkin yaşanacak herhangi bir duruma Türkiye’nin müdahil olacağını artık bilmemiz gerekiyor.

•          Önümüzdeki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Kürtler açısından çok umutluyum. Kazanımların çok fazla olduğunu görüyorum ve bundan yirmi yıl sonra Kürtlerin kazanımının çok daha büyük olacağına inanıyorum.

İsmail Beşikçi kimdir

1939’da Çorum’da, Türk ve Sünni-Hanefi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1962’de Mülkiye’den mezun oldu. Askerliğini Bitlis’te yaptı. Şemdinli ve Yüksekova’da Kürt halkının yaşantısını yakından tanıma imkânı buldu. 1965’te Alikan aşiretinin toplumsal yapısı üzerine doktora çalışmasına başladı. Saha araştırması için toplam 7 ay aşiret çadırında yaşadı. 1969’da Türkiye sosyal bilimler tarihi için çok önemli eserlerden biri olan Doğu Anadolu’nun Düzeni kitabını yayımlanmasının ardından Erzurum Atatürk Üniversitesiyle ilişkisi kesilen Beşikçi 12 Mart 1971 darbesinden hemen sonra tutuklandı ve Diyarbakır Askeri Cezaevi’ne gönderildi. Sekiz kez cezaevine girip çıktı ve yaşamının toplam 17 yılı cezaevinde geçti. 1999’da yapılan yasal düzenleme sonucu tahliye oldu. 2010 yılındaysa hakkında “PKK örgütü propagandası” yapmak suçundan 7.5 yıl hapis cezası istenen Beşikçi’ye 2011 yılında mahkeme, 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Kürt sorunu üzerine yayımladığı 36 kitabın 32’si Türkiye sınırları içinde çeşitli yasaklarla karşılaştı. Halen üretmeye devam ediyor.

BURJUVAZİ GAYRİMÜSLİM MALLARIYLA OLUŞTU

İttihat ve Terakki’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nu Türk esasına göre yeniden düzenleme projesinin en önemli ayaklarından biri Osmanlı ekonomisini millileştirmekti. İttihatçıların Adriyatik Denizi’nden Büyük Okyanus’a kadar varacak bir Türk imparatorluğu kurma projesinde önemli pürüzler olan Rumlar, Ermeniler, diğer gayrimüslimler, aynı zamanda Kızılbaşlar’ın halledilmesi gerekiyordu. Karadeniz havalisindeki Rumlar-Pontuslar, Kapadokya’daki, Ege’deki Rumlar, Ege adalarına, Yunanistan’a sürgün edilecekti. Ermenilerin nüfusu, tehcir adı altında çürütülecekti. Kürtler Türklüğe, Kızılbaşlar Müslümanlığa asimile edilecekti. Süryani gibi öbür Hıristiyan halklara, Ezidi Kürtlere de benzer politikalar uygulanacaktı. Göçe zorlanan Rumların ve nüfusu soykırımla çürütülecek olan Ermenilerin zenginliklerine, taşınmaz mallarına el konulacak, bunlar Müslüman Türk eşrafın denetimine sunulacaktı. Ve tüm bunlar için Birinci Dünya Savaşı tüm bunlar için büyük bir fırsat sundu. Halklar halledildikten sonra Ermenilerden ve Rumlardan kalan taşınmaz mallar üzerinde, büyük bir yağma gerçekleşti. Bu şekilde, Osmanlı ekonomisi, Türk ekonomisi millileşmiş oldu. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin çok önemli bir boyutu budur. Bugün, büyük burjuvazinin zenginliğinin kaynağı Ermeni mallarıdır, Rum mallarıdır. Kürt bölgelerinde Kürt ağalarının, aşiret reislerinin, şeyhlerinin zenginliğinin kaynağı Ermeni mallarıdır, Süryani mallarıdır.

1958-59 yıllarında Kürtler konusunda yaşanan sükûnet bugün Türkiye ekonomisi alanında yaşanıyor. Türk ekonomisinin tarihsel gelişimi konusundaki devasa külliyat içinde edense emval-i metruke konu edilmiyor. ‘Osmanlı’dan Cumhuriyete geçerken pek çok halkla birlikte malları ne oldu?’ 1918’de kurulan ve daha sonra İşbankası’na devredilen İtibar-i Milli Bankası’nın topladığı nakitler nereden geliyordu? Bu banka esas olarak ne yapardı, niçin kurulmuştu, biliyor muyuz?

 

Kategoriler

Güncel İnsan Hakları