Azerbaycan’ın otoriteryanizmi ve Bakü’deki ‘Savaş Ganimetleri Parkı’

Hâlen Prag Charles Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan ve tez çalışmasında Azerbaycan’daki otoriter istikrara ve apolitikleşmeye odaklanan Azerbaycanlı siyasi aktivist Bahruz Samadov’un, 16 Nisan'da Eurasianet’te yayımlanan yazısının Türkçe çevirisini sunuyoruz.

BAHRUZ SAMADOV 

Azerbaycan’da birçok muhalefet ve sivil toplum mensubu, geçen yıl Ermenistan’la yaşanan 44 Gün Savaşı boyunca, gizliden gizliye, Azerbaycan’ın zaferinin ardından ülkedeki otoriter sistemin mantığının tamamen değişeceği yönünde bir umut beslemişti. Bu kesimler hükümeti destekler ve hatta savaş karşıtı marjinal sesleri hedef alırken, bir yandan da toplumun ülke yönetiminde daha fazla rol alabileceği, bir tür ulusal uzlaşma döneminin gelmesini sabırsızlıkla bekler gibiydiler.

Sonuç umdukları gibi olmadı. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ülkenin ana akım muhalefetine saldırmaya, onun meşruiyetini ortadan kaldırmaya çalışmaya ve aynı baskıcı yöntemleri uygulamaya devam etti; ülkenin siyasi sisteminde reform yapmaya sıcak baktığına işaret edebilecek en ufak bir emare göstermedi.

Kısa süre önce Bakü’de açılan, Ermeni askerlere ait miğferler ve karikatürize Ermeni asker mankenlerinin sergilendiği korkunç Savaş Ganimetleri Parkı birçoklarını şoke etti. Ermeni düşmanların bu şekilde insandışılaştırılması, Azerbaycan’da onlarca yıldır egemen olan dışlama mantığını yansıtıyor: İster içeride olsun, ister dışarıda, düşmanlar yok edilmelidir. 

Bu mantığa göre, dış düşman fiziksel olarak yok edilmeyi hak eder, içerideki muhalefet (en azından iktidardaki partinin meşruiyetini reddeden muhalifler) ise ne zaman görünür olmaya çalışsa zulme maruz kalır. Muhalif isimlerden Cemil Hasanlı’nın kızının çevrimiçi ortamda cinsel tacize uğraması, Azerbaycan Halk Cephesi Partisi’nin liderinin internet ve telefon erişiminin geçen yıl boyunca bloke edilmesi, bunun son dönemde gördüğümüz örnekleri arasında yer alıyor. Sivil toplum gruplarının yurtdışından hibe alması yasaklanmış durumda.

Azerbaycan’da sivil toplum 2014 yılında sert kısıtlamalarla karşılaşmış, birçok aktif sivil toplum mensubu hapse atılmış, iki-üç yıl sonra serbest bırakılmıştı. Birçokları da, Azerbaycan’da kalmanın kendileri için oluşturduğu riski göze almayıp yurtdışına göç etmişti. Kalanlar arasından kimileri, barış inşasına dönük etkinlikler gibi, daha güvenli görülen projelere yönelmişti; ancak geçen yıl, bu kişilerin çoğu, coşkuyla, savaş yanlısı bir tutum aldı.

Bunu yapmalarının nedeni, ortada, Aliyev rejimi değil ulus adına verilen adil bir savaş olduğuna samimiyetle inanmalarıydı. Bu durum uluslararası gözlemcileri şaşırttı, çünkü söz konusu sivil toplum grupları, çoğunlukla milliyetçi bir çizgi izleyen siyasi muhalefetin aksine, liberal değerleri esas aldıkları iddiasındadır. Bazıları, bunun toplumun talep ettiği bir şey olduğunu ya da Ermenistan’ın onlarca yıl süren uzlaşmaz tavrı karşısında Bakü’nün başka bir seçeneği kalmadığını öne sürerek, savaşa temkinli bir şekilde destek verdiler. Bazıları ise, genel nüfus içinde çok küçük bir azınlık oluşturan savaş karşıtı aktivistleri yabancı kuruluşlardan hibe almaya çalışmakla suçlayacak kadar ileri giden, saldırgan, milliyetçi bir duruş sergiledi. 

Her iki tavrın da ardında, okul eğitiminin ilk yıllarından itibaren bize telkin edilen egemen ulusal düşünce ile Karabağ saplantısı vardı. Zaferin bu saplantıyı değiştireceğini, yarattığı düşmanlığa ve insandışılaştırmaya son vereceğini düşünmek naiflikti.  

Köpekler” 
Savaş sırasında Ermeni askerler için “köpekler” diyen Aliyev’in “Onları köpek gibi kovalıyoruz” şeklindeki ifadesi, sivil toplum ve muhalefet çevreleri tarafından coşkuyla benimsenmişti. Aynı yafta, şimdi bu çevreler için kullanılıyor. Aliyev, 12 Nisan’da parkın açılışında yaptığı konuşmada, Azerbaycan’ın ilk savaşta kaybedip bu savaşta yeniden ele geçirdiği iki bölgenin, “Şuşa ve Laçin’in işgal edilmesinin sorumlusu olan”, 1990’ların başlarında görevde bulunan hükümet yetkilileri hakkında “köpekler” dedi.

Savaşın ardından oluşan, egemen milliyetçi anlatıya yönelik itirazlara neredeyse hiç alan bırakmayan, böyle bir şeyin nasıl olabileceğinin dahi tahayyül edilemediği bir ortamda, muhalefet ve sivil toplum grupları kendilerini yalnızca marjinal meseleler üzerinden ifade edebiliyorlar. Bu grupların sarıldığı konulardan biri, Karabağ’da Rusya barış güçlerinin varlığı oldu. Ancak muhalefetteki Müsavat Partisi’nin kısa bir süre önce Rusya’nın Bakü’deki Büyükelçiliği’nin önünde düzenlediği, “İvan, evine dön!” gibi sloganların atıldığı protesto eylemine katılımın düşük olması, Azerbaycanlıların çoğunun bu konuyu umursamadığını gösteriyor. 

İnşa edilen nefret
Ermenilere yönelik nefret, doğal ya da kalıtım yoluyla devralınan bir duygu değil; ülkenin seçkinleri tarafından teşvik edilen, inşa edilmiş, ‘âdet’ hâline getirilmiş bir nefret söz konusu. Katolikos II. Karekin pek de uzak olmayan bir tarihte, 2010 yılında Bakü’yü ziyaret etmiş, Aliyev’le bir araya gelmiş ve şehirdeki metruk Ermeni kilisesinde dua etmişti. Ermenistan’dan ve Azerbaycan’dan kamusal aydınlar düzenli olarak iki ülkenin başkentine ziyaretlerde bulunuyorlardı, fakat bu ziyaretler 2009’da son buldu.

İktidardaki rejim şu anda her zamankinden daha da güçlü; ne meşruiyetini sorgulayan muhalefet partileri ve sivil toplum gruplarıyla, ne de Karabağ’daki Ermenilerle uzlaşmaya ihtiyaç duyuyor. İkincisi ancak bir miktar demokratikleşme ve reformla mümkün, ki bunun için de sivil toplumun daha fazla katılımının sağlanması ve yeniden canlandırılması gerekir. Böyle bir uzlaşmanın, Ermenilere yönelik düşmanlık ve Ermenilerin insandışılaştırılmasına dayalı bir Azerbaycan ulusal kimliğini benimsemiş kesimleri öfkelendirmesi gibi bir risk de söz konusu. Hükümetin bundan ne gibi bir çıkarı olabilir ki?  

Milliyetçi muhalefet
Bazı sözde muhalif gruplar bu yeni durumdan yararlanarak, hükümetin meşruiyetini sorgulamaksızın, birtakım ideolojik nişlere yerleştiler. Türkiye’deki iktidar partisi Ak Parti’yi model alan Ağ Partiya’nın (Beyaz Parti) üyelerinden Tural Abbaslı, bu durumun dikkate değer bir örneği. 38 yaşındaki Abbaslı, Erdoğan’ın sağcı, milliyetçi popülist modelini benimseyerek kendini “sessizlerin sesi” ilan etti. Yayınladığı Facebook ve TikTok videolarında hükümet görevlilerinin yolsuzluklarını sert bir dilde eleştirip, “sıradan insanlar” olarak gördüğü kesimler adına toplumsal adalet talebinde bulunarak kısa sürede popülerlik kazandı.

“Azerbaycan ‘cool oğlanlar’ (havalı çocuklar) cemiyeti değil. Azerbaycan, gecekondularda oturan çocuklardan tutun da, TikTok’a giren çocuklara, onlardır Azerbaycan, biziz Azerbaycan. Bakın, o şehitler, çayhanede oturan çocuklardır” dedi. Türkiye’nin, özellikle de Erdoğan’ın savaş sırasında Azerbaycan’a verdiği destek nedeniyle kahraman hâline geldiği bir ortamda, Abbaslı’nın yükselişi şaşırtıcı değil.

Bir başka sistemik muhalif grup olan Cumhuriyetçi Alternatif Partisi (ReAL), geçmişteki ilerici, Batı yanlısı imajından, daha açıktan sağ bir duruşa kaydı. ReAL’in lideri İlgar Mammadov, Abbaslı’yla birlikte, hükümet yetkililerinden daha da ileri giderek, Güney Ermenistan’ın –Azerbaycanlıların ‘Zangezur’ olarak bildiği– Sünik bölgesine yönelik irredantist hak iddialarında bulundu. Bu iki kişinin, hükümetin yeniden alınan Ağdam bölgesine düzenlediği geziye katılması, hükümet nezdinde gördükleri itibarı ortaya koyuyordu.

Bir de, Azerbaycan’da bir grup feminist Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bir yürüyüş düzenleme girişiminde bulunduğunda olanlara bakalım. Emniyet güçlerinin feministlerin yürümesine izin verilmeyeceğini ilan etmesi bir yana, aşırı milliyetçiler kadınları tehdit etti ve bunun sonucu olarak, yürüyüş bir yıl önceki benzer etkinlikten çok daha zayıf oldu. Polis, katılımcılar arasından neredeyse otuz kişiyi gözaltına aldı.

Böyle bir ortamda, ‘Savaş Ganimetleri Parkı’nın açılmasının şaşırtıcı bir yanı yok. Azerbaycan devletine egemen olan ‘hem içeride, hem de dışarıda otoriteryanizm’ mantığının bir ürünü bu park da. 

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)

Kategoriler

Güncel