YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Türkiyeli Ermeniler ne düşünüyor?

Ermeniler yıllar boyunca başlarına gelenin ‘idrak’ edilmesini bekledi. Kayıplarını hakkınca anabilmeyi istedi. Bu yapılmadı. Yapılmadığı gibi, hep Ermeniler suçlu gösterildi ve Ermeni düşmanlığı devlet eliyle imal edildi.

ABD Başkanı Joe Biden’ın Ermeni Soykırımı’nı kabul edeceği belli olunca bilhassa yabancı ajanslar gazetemizi arayıp, bizimle röportaj yapmak için harekete geçtiler. Elimizden geldiğince sorularına yanıt vermeye çalıştık. Ancak bir soru vardı ki, en azından kendi adıma yanıt vermekte hayli zorlandım. Hep zorlanırım zaten bu soruya yanıt vermekte: “Türkiyeli Ermeniler ne düşünüyor, ne hissediyor?”

Biraz nazımın geçtiklerine, tanıdıklarıma şu yanıtı verdim: “Ne düşünebilirler Allah aşkına?” Tabii, böyle yazmamalarını rica ederek. Sonra da –çok kabaca– şöyle devam ettim: “Her 24 Nisan’da bilhassa Batılı ülkelerden gelen açıklamalara kim en sert tepkiyi verecek diye, Türkiye siyasetinde bir yarış varken, ‘En sert tepkiyi biz vermeliyiz’ diye, HDP hariç tüm partiler amansız bir mücadele içine girmişken, gazeteler, haber kanalları bu sert tepkiyi dile getirmek için birbiriyle yarışırken, ve her seferinde Ermeniler suçlu çıkarılırken, ne düşünebilirler?”

Elbette, Türkiyeli Ermeniler adına konuşamam. Zaten Türkiyeli Ermeni diye tek bir kişi yok. Bütün toplum aynı şeyi düşünüp aynı şeyi hissedemez. İnsan doğasına aykırı bu. Ancak şunları söylemek herhalde mümkün: Türkiyeli Ermeniler, en azından büyük çoğunluğu, 24 Nisan’ı kazasız belasız atlatılması gereken bir gün olarak geçiriyorlar. 

Çünkü öyle bir gerilim rüzgârı estiriliyor, Soykırım’ı, ya da o büyük felaketi kabul etmemek için öyle sert tepkiler veriliyor ki, kendi hâlindeki bir Türkiyeli Ermeni’nin önceliği, bir tatsızlık çıkmadan bu tarihin atlatılması oluyor. 

Bu, düşünecek olursak, 106 yıl önce dedelerini, ninelerini kaybetmiş, yerinden yurdundan koparılmış bir halkın başına gelen felaketin hâlâ bitmediğinin göstergesi. Ve hâliyle, bir anlamda Soykırım’ın devam ettiğini de bize söylüyor. 

Yani, başına bunlar gelmiş bir halk, kayıplarının hakkınca anamayıp, bir de estirilen tepki rüzgârı içinde, başına yeni bir kötülük gelmesinden endişe ediyorsa, bu nasıl tarif edilir? Neredeyse, soykırıma uğradığı için özür dilemesi gereken, yarattığı rahatsızlık nedeniyle sorumlu tutulan bir azınlık durumuna getirilmiş Türkiyeli Ermeni toplumu. 

ABD Başkanı Biden’ın açıklamasından sonra da bunları yaşadık. Üstelik katmerlisini. İş öyle bir noktaya geldi ki, açıklamaya tepki gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri CHP ve İYİ Parti tarafından yetersiz bulundu. Üstelik Erdoğan şöyle demişti, Biden’a tepki gösterdiği açıklamasında: 

“Kimsesiz kalmış olan Ermeni çocuklara sahip çıkılarak kendileri için yetimhaneler kurulmuştur, Sayın Biden. Mağdur durumda olan Ermeni nüfusa dışarıdan yardım gönderilmesine de hiçbir zaman engel çıkartılmamıştır. Osmanlı, Ermeni nüfusu başka yere göndermemiş, topraklarında yer değiştirtmiştir. Bir hafta süre verilmiş, mazereti olanlar muaf tutulmuştur. Pek çok yerde Ermenilerin katlettiği Türklere ait toplu mezarlar vardır ama hiçbir yerde Ermenilere ait toplu mezara rastlayamazsınız.”

Yer değiştirmiş, Ermeniler. Tabii, muhalefetin derdi, aslında, Erdoğan’ı bir ABD Başkanı’na ‘yeterince’ tepki göstermemesi nedeniyle seçmen nezdinde vurmak. Burada nasıl bir siyasi hesap güdülüyor, anlamak zor ama sonuçta olan, Ermenilerin başına gelenin en katmerli biçimde inkâr edilmesi, reddedilmesi. Ve bu tepki yarışı içinde birileri kalkıp Garo Paylan’ın tehdit edebiliyor. 

Ermeniler yıllar boyunca başlarına gelenin ‘idrak’ edilmesini bekledi. Kayıplarını hakkınca anabilmeyi istedi. Bu yapılmadı. Yapılmadığı gibi, hep Ermeniler suçlu gösterildi ve Ermeni düşmanlığı devlet eliyle imal edildi. Toplumun önemli bir kısmının bu düşmanlığa katılmadığını neyse ki söyleyebiliriz. Hrant Dink’in cenazesine katılan on binler bize bunu söyleme imkânı veriyor. 
Ancak siyaset ve medya hâlâ o düşmanlığı imal edenlerin hâkimiyetinde. Bu da Ermeni toplumunu çok yoruyor, tedirgin ediyor ve kendi topraklarında neredeyse bir sığıntı gibi yaşamaları sonucunu doğuruyor. 

Görüyoruz ki, tüm o tumturaklı laflara rağmen, Hrant Dink’in hayatından ve ölümünden hiç ders çıkarmıyor Türkiye siyaseti.