OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Diyarbakırlı Zabel Şişmanyan

Sonra Mayram’ı da hendeğin oraya götürüyorlar. Öldürme işi bittikten sonra bir düdük sesi duyuluyor. Zabel, düdük sesinden sonra olanları “ömrüm boyunca unutmam” diyerek anlatıyor. “Ağaçların arasından ben diyeyim yüzlerce, siz deyin binlerce kişi fırladı..."

Geçen hafta size Diyarbakırlı (Dikranagertsi) Zabel Şişmanyan’ın hikâyesini anlatmaya başlamıştım. Aslında Zabel 1907 New York doğumlu; anne-babasının aileleri 1890’lı yıllarda Diyarbakır’dan Amerika’ya göçmüş fakat çekirdek ailesi 1910’da Diyarbakır’a dönmüş. Geçen hafta, ailenin 1915’te tehcir yoluna sürüldüğü yerde kalmıştık.

Zabel, annesi-babası vekız kardeşi, yanlarına alabildikleri yiyecek, giyecek, yorgan vs ile iki öküz arabası hazırlıyorlar. Asker “muhafızlar” eşliğinde yola çıkıyorlar. Sur dışına çıktıktan yaklaşık bir saat sonra arabaların birini üzerindekilerle birlikte bırakmaları söylenmiş, yola tek arabayla devam etmişler. Yolda iki kere daha soyulmuşlar. “Eteklerimizin altına dahi bakıyorlardı, bir şey saklıyor muyuz diye.” Sonra, adını hatırlayamadığı bir yere geliyorlar. “Arkamız ağaçlık, önümüz çalılıktı” diye anlatıyor. Erkekleri birer birer çalıların arkasına götürüp öldürmeye ve kazdıkları hendeğe atmaya başlamışlar. “Çalıların arasından görüyorduk” diyor. Sıra babasına gelmiş, alıp götürmüşler. Zabel’in anlattığına göre, babasına Müslüman olması “teklif edilmiş.” “Babam önce kabul etti, sonra vazgeçti; sonra bir daha kabul etti, bir daha vazgeçti.” Üçüncü seferde “boynunu vurmuşlar.” “Babamın kafası yerde yuvarlandı, gövdesi çukura düştü” diye anlatıyor Zabel. Buna şahit olan sekiz yaşındaki bir çocuğun ruhen ve aklen neler yaşamış olabileceği, tahayyülün ötesinde.

Erkekler bittikten sonra sıra daha yaşlı veya orta yaş kadınlara gelmiş. Annesi götürülmek üzereyken, anlaşılan daha evvelden tanıdığı, Abdülkadir isminde bir subayı görmek istediğini söylemiş. Zabel Abdülkadir Bey’in rütbesini bilmiyor ama görece yüksek rütbeli bir subay olsa gerek. Abdülkadir Bey gerçekten de geliyor. Zabel’in annesi Mayram “Al bu kızları, Amerika’ya gönder” diyor, Abdülkadir Bey de kabul ediyor. Sonra Mayram’ı da hendeğin oraya götürüyorlar. Öldürme işi bittikten sonra bir düdük sesi duyuluyor. Zabel, düdük sesinden sonra olanları “ömrüm boyunca unutmam” diyerek anlatıyor. “Ağaçların arasından ben diyeyim yüzlerce, siz deyin binlerce kişi fırladı. Sürgün kafilesinden arta kalanlardan kim ne kapabilirse kapmaya çalışıyordu. Kimi bir yorgan, kimi bir tencere, kimi bir çocuk…” Bu da soykırımlara kitlesel katılım açısından tipik bir örnek. Soykırımlarda faillik derece derece, halka halka anlaşılması gereken bir durumdur; sadece karar alıcılarla ve doğrudan katillerle sınırlı değildir.

“O akşam Abdülkadir Bey’in evine geldik. Ama ben devamlı, hiç ara vermeden ağlayarak annemi istiyordum” diye devam ediyor Zabel. Onu zaptedemeyen Abdülkadir Bey ertesi gün adamlarını hendeğin oraya gönderiyor. Mayram’ı hendekteki cesetlerin arasında buluyorlar, sağ ama sırtındaki, göğsündeki derin kesiklerden çok kan kaybetmiş. Zabel annesini bir kere daha görmüş böylece, ama bir süre sonra “Yüzüne beyaz bir örtü örttüler, ‘Hastaneye götürüyoruz’” dediklerini söylüyor Zabel. Annesini son görüşü o olmuş. 

Abdülkadir Bey, Zabel’i ve kız kardeşini Mardin’deki evine götürüyor. Fakat, kendi anlatımına göre Zabel onlara o kadar rahatsızlık veriyormuş ki bir sene geçmeden onu bir yetimhaneye koymuşlar. Kız kardeşi, gene Zabel’in deyimiyle “uslu” olduğu için Abdülkadir Bey’in ailesiyle Mardin’de kalıyor.

Zabel yetimhanede de, hac sırasında koluna yapılan haç dövmesinden dolayı “Sen Türk değilsin” diye tacize uğramış, dayak yemiş. Onun hâline acıdığı anlaşılan, oradaki görevlilerden biri vasıtasıyla, “Cevdet Paşalar” diye tabir ettiği başka bir aileye geçiyor. (Bu hangi Cevdet Paşa acaba? Zabel, ilerleyen bölümlerde bu paşanın Mustafa Kemal’e muhalif olduğu için Millîcilerin baskın çıkacağını anlayınca İstanbul’dan yurtdışına çıktığını söylüyor.) Kısa süre sonra Zabel’i İstanbul’a getiriyorlar ve anlattığına göre ona iyi bakıyorlar; hatta bir dadısı olduğunu da ekliyor. Cevdet Paşa, Zabel’i etrafına “Kızım, doğunca sütanneye vermiştik, artık bizimle” diye tanıtıyormuş. Anladığım kadarıyla belli bir bağlılık da oluşmuş.

Bu meyanda Zabel, annesinin kuzenleri olan Minasyanları İstanbul’da bulmuş. Savaştan sonra kurulan hükümet, yanlarında Ermeni kadın ve çocuk bulunduranlara bu kişileri hükümete teslim etme çağrısı yapınca, Cevdet Paşa ve karısı, Zabel’i Minasyanlar’a vermiş. Fakat, Zabel’in dediğine göre bir süre sonra pişman olup geri almak istemişler. Minasyanlar, Cevdet Paşa Zabel’in izini bulamasın diye onu bu sefer Ermenilerin işlettiği bir yetimhaneye koymuşlar ve aynı sebepten dolayı Zabel birkaç yetimhane değiştirmiş İstanbul’da. Önce Arnavutköy’de bir yetimhanedeymiş, sonra Balay dediği (Balat mı acaba?) bir yere geçmiş. 

Görünen o ki Zabel’in hikâyesini bu hafta da bitiremeyeceğiz. Yaşadıkları bir yandan çok sıradışı ama öte yandan, soykırımdan sağ kalanların hikâyelerinin neredeyse hepsi sıradışı. Soykırımın sadece kitlesel öldürme vakalarından ibaret olmadığını söylememizin nedeni bu. Soykırım dalga dalga yaşanır ve etkileri kuşaklar boyu sürer. Bu etkileri daha iyi idrak edebilmek için de bireylerin hikâyelerine odaklanmak gerekir. 

Zabel’in hikâyesine devam edeceğiz.