BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Hayatta bunlara da tanık olduk şükür

“Türkiye’yi daha daha ilginç kılan bir örnek” demem lazımdı üçüncü olarak, ama diyemiyorum çünkü bu üçüncüsü bir hüzün. Serapa hüzün. Diğer ikisi gibi traji-komik değil, sadece trajik.

Brass Against adlı müzik grubunun solisti Sophia Urista ablamız, Florida’daki konserde binlerce kişinin önünde daracık pantolonunu indirdi ve sahneye sırtüstü uzanan hayranının yüzüne çömelip (kronometre tuttum, 22 saniye boyunca) ayıptır söylemesi şakır şakır işedi .

Bu bazılarına göre çok iğrenç, bazılarına göre çok ilginç olaya da böylece tanıklık etmiş olduk dar-ı dünyada.

Birinci niteliği karıştırıp başımıza iş açmayalım şimdi ama, en azından ilginçlik açısından ülkemiz çok fena halde ön saflarda yer almakta.

***

Mesela Türkiye, bizzat R. T. Erdoğan’ın 2000 yılında bir radyo programında “Sayın Öcalan düşüncelerinin değil, bu anda almış olduğu kellelerin hesabını veriyor” diyerek şehitlerden kelle diye bahsettiği ve Kartal 2. Sulh Hukuk’ta açılan hakaret davasında 22 şehit ailesine bu nedenle 3’er kuruş tazminat ödemeye mahkum edildiği  bir ülke.  

Mesela Ordu Gürgentepe’nin AKP'li Belediye Başkanı Yaşar Şahin'in, şehit Jandarma Er Sezgin Karaca'nın kuzeni ve ayrıca yengesi olan belediye işçisi Sevinç Karaca'yı “alçak”, “terbiyesiz” diye hakaret ederek odasından kovduğu  bir ülke.

Mesela, D. Bahçeli’nin yağdan kıl çeker gibi hapisten çekip çıkardığı Alaeddin Çakıcı’nın, sosyal medya hesabından K. Kılıçdaroğlu’na “adi”, “şerefsiz”, “onur yoksunu”, “ulan dürzü”, “köpek” gibi ifadeler kullandığı  bir ülke.

Veya TBMM’de “Her dükkanın içinde A-Haber’inize provokasyon yaptırabilirsiniz, her dükkanın kapısında porno sitesinde gezenlere, yavşak yavşak konuşanlara, yazı yazanlara provokasyon yaptırabilirsiniz. Yaptırın kardeşim! Sizden korkan sizin gibi olsun” dedi diye M. Akşener’e AKP Gn. Bşk. ve CB Erdoğan’ın “Meclis’te o nasıl bir küfürdür? Ahlak yoksunu, nasıl böyle bir küfrü yaparsın. Bir kadın olarak bir bayan olarak sen bunu nasıl söylersin? dediği bir ülke.

Mart 97’de içişleri bakanıyken A. Öcalan’a “Ermeni dölü diyerek aynı anda hem Kürtlere hem Ermenilere hakaret eden bu hanımı savunmak bana düşmez ama, haksızlığa uğradığı için savunmak tabii ki hepimize düşer.

Böyle bir ülkede, videodan izliyoruz , İYİP milletvekili Lütfü Türkkan bir şahsı boynuna sarılıp teskin etmeye çalışıyor. Bi süre öyle kol kola yürüyorlar, sonra (bilahare, sosyal medyada M. Akşener’e hakaret etmekten ceza almış Tahir Gümren olduğu öğrenilen) bu şahsı iterek kendinden uzaklaştırıyor Türkkan.

Sonra L. Türkkan’ın küfrettiğini, özür dilemesinden ve İYİP yönetimindeki görevinden istifa etmesinden öğreniyoruz. O şahıs bir “şehit yakını” imiş, gürültü tamamen ondan.

Yani mesele, trafikte tamponu tamponuna değince derhal ana-avrat girişilen bir ülke olan Türkiye’de küfür filan değil, iktidarın kördüğüm ettiği Kürt meselesini “şehit” kavramı üzerinden sürekli gündemde tutup milliyetçilerden oy koparmak.

Böyle bir ülkede şimdi L. Türkkan hakkında fezleke hazırlanıyor ki milletvekilliğini düşürüp muhalefete bi de oradan vurulsun. Başta R. T. Erdoğan, bütün iktidar mal bulmuş Mağribi gibi yükleniyor. Söylemedik bırakmıyor. Sakız gibi uzattıkça uzatıyor.

Muhtemelen bundan sonraki basamak, bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartarak fırıncıların Türkkan’a ekmek vermesini yasaklamak olacak.

***

Türkiye’yi daha bile ilginç kılan ikinci bir olay:

Toplam yüksekliği 369 m., 168 m’lik anteni hariç 221 m. yüksekliğinde olan Çamlıca Kulesi. Deniz seviyesinden 363,5 ve 398 m. yükseklikte iki restoranı var. İsrailli turist karı-koca Natali ve Mordi Oknin cep telefonuyla buralardan aşağının fotoğraflarını çekiyorlar. Daha önce de tekne turundayken Dolmabahçe Sarayı’nı fotoğrafladıkları, sonra da Kız Kulesi önünde resim çektirdikleri tespit edilmiş.

Ve, Kule’nin tepesinden CB Erdoğan'ın konutunu görüntüledikleri, birbirlerine gösterdikleri ve aralarında konuştukları yönünde restoranda görevli garson İ.A.’nın ihbarda bulunması üzerine Nöbetçi İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilip “siyasal ve askerî casusluk”tan tutuklanıyorlar .

İ.A.’nın İbranice bilip bilmediği, konuşulanları nasıl anladığı haberde belirtilmemiş. Tabii, bir olasılık da, İsrailli çiftin garsonlar anlasın ve polis çağırsın diye acele öğrenip aralarında Türkçe konuşmuş olmaları.  

Faruk Bildirici’nin hatırlattığı üzere, 2011’de de Konya’da bir yaylada yaralı bir pelikan bulunmuş, ayağında İbranice yazılı bir paten olduğu görülünce yine casusluk şüphesi doğmuştu: “Konya’da casus pelikan alarmı! Bir grup iş adamı yaralı buldukları pelikanı casus olmakla suçlayıp, ayaklarından bağlayarak yetkililere teslim etti” diye haber çıkmıştı .

Mehmet Y. Yılmaz başka bir noktayı anımsatıyor : Elinde bunca teknoloji olan Mossad CB Erdoğan’ın konutunu niye uydudan tabak gibi görüntülemiyor da İstanbul’un Çamlıca Kulesi’ne karı-koca ajan gönderip cep telefonuyla çektiriyor?

***

“Türkiye’yi daha daha ilginç kılan bir örnek” demem lazımdı üçüncü olarak, ama diyemiyorum çünkü bu üçüncüsü bir hüzün. Serapa hüzün. Diğer ikisi gibi traji-komik değil, sadece trajik:

2016’dan beri cezaevinde tutulan ve AİHM kararına rağmen bırakılmayan Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a “gerçeğe aykırı bir sağlık raporu aldığı” iddiasıyla yargılandığı davada 2,5 yıl hapis cezası verildi. Diyarbakır Kayapınar Toplum Sağlığı Merkezi’nden bu raporu veren Dr. Rezan Buğday’la birlikte. Ona da 2,5 yıl vermişler.

Yani “ilginç”likler sadece Florida’da olmuyor. Türkiye’de de sonu yok bunların. 14.12.2015 tarihli bu rapor, B. Demirtaş’ın aldığı 5 günlük bir istirahat raporu. Endoskopi raporlarından anlaşıldığına göre 28.11.2015’te İstanbul Acıbadem Hastanesi’nde geçirdiği jinekolojik operasyondan sonra yaşadığı mide sorunları üzerine verilmiş. B. Demirtaş Türkçe öğretmeni olduğu okula götürmek için raporu arıyor, bulamıyor, sağlık merkezinden bir suret istiyor. Poliklinikten verilen suretin tarihi yanlış yazılmış; defterdeki tarihi tutmuyor.

Ama bana daha fazla yazdırmayın ne olur, gerçekten kötü oluyorum, Cumhuriyet köşe yazarı Barış Terkoğlu’nun dediği gibi “Bir kadının rahmini siyasi kavganın ortasına taşımak”tan, bazı kişiler olmayabilir ama, ben fazlasıyla huzursuz oluyorum.

Memleketi Diyarbakır’da tutuklanıp nedense Edirne’de cezaevine konulan kocasını ziyaret için hafta sekiz gün dokuz Edirne’ye giden ve pandemi ortamında görüşlerin programsız olması yüzünden öğretmenlikten istifa zorunda kalan bir yiğit kadının jinekolojik raporunun eksiksiz öyküsünü Terkoğlu’nun 15 Kasım tarihli yazısından  okuyun lütfen.

Türkiye’nin bu “ilginç”liğini olsun daha fazla yazmaktan kurtarın beni lütfen. 

5 yıldır Edirne mahpusunda yatan kocasının, ilenir gibi, “Allah insana düşmanının bile merdini nasip etsin demesiyle iktifa edin lütfen.