OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Helalleşme’ işimizi görür mü?

Zamanında Recep Tayyip Erdoğan “Bu ülkenin geçmişinde azınlıklara faşizanca işler yapılmıştır” dediğinde, bu sözlerin Türkiye’de bir başbakanın ağzından çıkmasının önemli olduğunu söylemiştim. Bugün de Kılıçdaroğlu’nun söylediklerinin, sorularımız eleştirilerimiz baki olmakla birlikte, bir ana muhalefet liderinin ağzından çıkmış olmasının önemli olduğunu, bu sözlere temkinli ama olumlu ve olumlayarak yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum.

Kılıçdaroğlu geçen hafta Twitter hesabından “Muhalefet gündemi belirlemeye başladı” diyenleri haklı çıkaran bir konuşma yaptı. Konuşma kısa ve –bilmiyorum kasten mi öyleydi ama– epey muğlaktı. Geçmişte kendi partisinin karar ve eylemlerinden dolayı mağdur olmuşlar da dâhil, ülke tarihinde haksızlıklara uğrayanlarla “helalleşmek”ten bahsediyordu. Doğrusu o konuşmada, örneğin Türkiye tarihinde iktidarlar değişse de ülkenin gidişatının (o “makus talih” diyor) değişmediğini, ülkenin git gide demokrasiden uzaklaştığını söylerken doğru tespitler de yapıyordu. Ayrıca, sadece AKP iktidarından değil, kendilerininki de dâhil geçmiş tüm iktidarlardan ve onların hatalarından bahsettiğini söylüyordu. Söylediği şu sözün yanlış olduğunu kim söyleyebilir: “Ülkemiz yaralı insanların ülkesi. Farklı topluluklar çok farklı yaralar taşıyor… Her iktidara gelen de bu yaraları istismar etti, derinleştirdi.” Ülkenin “şifaya” ihtiyacı olduğunu, bunun için “geçmişin öfkelerine takılmamak” gerektiğini, bunun yolunun da “helalleşmekten” geçtiğini ileri sürüyordu. Türkiye’nin hem günlük hayat, hem de siyaset kültüründe insanın hatasını kabul etmesinin yenilgi sayıldığını düşünecek olursak, “Ne pahasına olursa olsun, toplumsal ilişkilerimizi güçlendirmek ve yaralarımızı iyileştirmek için geçmişte yapılan hataların sorumluluğunu almayı ve bunlar için birbirimizden helallik istemeyi bilmeliyiz” demesi de kayda değerdi. Kendisinin de bu minvalde “geçmişte kırdığımız, korkuttuğumuz topluluklarla, bireylerle, farklı hayat tarzlarının temsilcileriyle buluşacağı” böyle bir “helalleşme yolculuğu”na çıkacağını, “affetmeyi ve affedilmeyi kucaklamamız gerektiğini” söyledi ve konuşmasını Mevlana’nın meşhur sözlerinden “Dünle birlikte gitti cancağızım ne varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” ile bitirdi.

Bu sözü klişe kabilinden süslü bir bitiriş yapmak için mi seçmişler bilmiyorum ama bence konuşmanın ana fikriyle çelişiyordu. Şöyle ki, murat edilen şey için tam yerine oturmasa da, bir an için helalleşme tabirini kabul edelim. Peki ama, “Dün dünle birlikte gitti” deyip, dünü konuşmadan nasıl helalleşeceğiz? Kılıçdaroğlu, çok doğru biçimde, yaralarla dolu bir toplum olduğumuzu söyledi ama o yaralar ‘dün’de açıldı, bugüne kadar geldi. Helalleşme, yaraların tamirini içermiyor mu? Yaraların açıldığı zamanı yani ‘dün’ü konuşmadan yaraları nasıl iyileştireceğiz, yaraları iyileştirmeden nasıl helalleşeceğiz? Yok, helalleşme yaraları iyileştirmeyi, haksızlıkları tamir ve telafi etmeyi içermiyor da vizyonu, “öpüşelim, sarılalım, unutalım, barışalım” ile sınırlıysa, çok önemli, Türkiye siyasetine dönüştürücü olabilecek bir girişim baştan heba edilmiş olur. Bu potansiyel, mağdur edilen grupları temsil ettiği düşünülen birkaç kişiye nezaket ziyaretlerinde çekilen toplu fotoğraflarda boğulmamalı. Gerçi, Kılıçdaroğlu grup toplantısında helalleşmenin hukukla karıştırılmaması gerektiğini de söyledi. Bu da önemliydi. 

Bu kısa konuşmada mağdurlar olarak kimlerin kastedildiği net değildi. Ben dâhil herkes, kendi algıda seçiciliğinden yola çıkarak yorumlar yaptı. Kılıçdaroğlu, Salı günkü grup toplantısında bunu biraz daha netleştirdi, hatta tabiri caizse biraz fazla netleştirdi. İçinde 28 Şubatçıların ve ikna odalarının yarattığı mağdurların, Roboski’nin, Sivas’ın, Maraş’ın, Diyarbakır hapishanesinin, Romanların, Varlık Vergisi’nin, 6-7 Eylül’ün, askerlerin, “Londra’ya göçmüş parlak beyinler”in, Ali İhsan Korkmaz’ın ailesinin, Soma’nın, darbecilerin astıklarının, Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Öz’ün, Ahmet Kaya’nın olduğu, uzun bir liste sundu. Kapsayıcı olunması güzel tabii, ama böyle arka arkaya sayılınca da, her birinde helalleşmenin nasıl olacağı düşünülmeden, kamuoyunda tartışılan konulardan hızlıca bir liste yapılmış hissi de gelmiyor değil.

Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı üzerine çokça konuşulabilir, çok soru sorulabilir, çok eleştirilecek yanı da vardır. Öte yandan, ben böyle şeyler duyduğumda ilk tepkim, o sözleri ve sözlerin failini ezip geçmek olmuyor, daha doğrusu –belki naif yanımdan dolayı– olamıyor. Onun yerine bu sözlerden nereye varabiliriz, bu sözlerin potansiyeli nedir (ki bu potansiyel söyleyenle, söyleyenin kafasındakiyle sınırlı olmak zorunda değildir) diye kafa yormak gerektiğini düşünüyorum. Zamanında Recep Tayyip Erdoğan “Bu ülkenin geçmişinde azınlıklara faşizanca işler yapılmıştır” dediğinde, bu sözlerin Türkiye’de bir başbakanın ağzından çıkmasının önemli olduğunu söylemiştim. Bugün de Kılıçdaroğlu’nun söylediklerinin, sorularımız eleştirilerimiz baki olmakla birlikte, bir ana muhalefet liderinin, ayrıca teşkilatı ve tabanı itibariyle Kılıçdaroğlu’nun saydığı konuların birçoğunda ‘geleneksel olarak’ en katı, en muhafazakâr yaklaşımı gösteren bir partinin başkanının ağzından çıkmış olmasının önemli olduğunu, bu sözlere temkinli ama olumlu ve olumlayarak yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan, bir göklere çıkarma veya öfori hâline de girmeye de gerek yok. Bu sözleri alıp sorularla, yorumlarla somutlaştırmaya, o şekilde ilerlemeye bakmalı.

Bu motivasyonla sorulacak ilk soru, helalleşme kavramının bu iş için en doğru kavram olup olmadığı. Kavramın, dindar-muhafazakâr bir tınısı var ve adaletten ziyade affetmeyi ve affedenin yüce gönüllülüğünü çağrıştırıyor. Gerçi, Kılıçdaroğlu helalleşmeyi hukukun yani adaletin yerine koymayacaklarını söyleyerek bu riskin farkında olduğunu gösterdi. Öte yandan, ayrıntı gibi gelebilir ama helalleşme daha ziyade ayrılık veya ölüm anında bir son ritüel olarak yapılır. Yani, tarafların ondan sonra ‘beraber yürüme’ vizyonu, niyeti veya imkânı pek yoktur. Hâlbuki girişilen bu işin, toplumsal barışı tesis ederek beraber yaşama zemin hazırlaması beklenir. Dolayısıyla, helalleşmeyi ve onun getirdiği manevi huzuru reddetmeden daha kapsayıcı bir kavram kullanmak daha iyi olabilir. Bunun için, yerleşik bir kavram olarak ‘yüzleşme’ var. O da eleştirilebilir tabii ama şu anda bana helalleşmeyi kapsayıp onunla sınırlı olmayan bir yüzleşmeden bahsetmek, maksada hizmet eder gibi geliyor.

Tabii, daha önemlisi, adına ister helalleşme deyin, ister yüzleşme bunu nasıl somutlaştıracağınızdır. Kılıçdaroğlu’ndan henüz bunu duymadık. Söylediklerinin her biri ciddi bir program işi. Örneğin, 6-7 Eylül’le, Varlık Vergisi’yle, Roboski’yle tam olarak nasıl helalleşilecek? İlk ikisi için dinî liderlere, sonuncusu için de köye gidip ‘helallik’ mi istenecek? Bu kadar mı? Umarım akıllarında bundan fazlası veya başkalarına sorma niyetleri vardır. Ayrıca, helalleşme hukuk yerine geçmez, geçmemeli de zaten ama bu demek değildir ki helalleşme/yüzleşme adımları içinde hukukla ilgili bir şey yoktur. Ana muhalefet partisi, ‘helalleşme’ kapsamında, mağdurlara adalet sağlaması beklenen hukukun önünü açacak adımlar atmalıdır. Bunlar düşünüldü mü?

Yüzleşme ve oradan devam etme, yüzleşilen zulümlerin tekrarlanmamasını gerektirir. Bunun için ne yapacaksınız? Bunun ciddi bir ideolojik dönüşüm gerektirdiğinin ve dönüşümün CHP’yi de kapsaması gerektiğinin farkında mısınız

Daha konuşulacak çok husus var, özellikle sayılan her bir vakayla ilgili. Konuşmak da güzel.