Ayhan Aktar’ın ‘Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları’ kitabının genişletilmiş baskısı Aras Yayınları’ndan çıktı. Aktar ile kitabından yola çıkarak, son zamanlarda Netflix’te yayınlanan ‘Kulüp’ dizisiyle yeniden gündeme gelen Varlık Vergisi tartışmalarını konuştuk.
Bir sosyolog olarak, neden öncelikle ekonomi ve maliye tarihçilerini ilgilendiren Varlık Vergisi gibi bir konuda çalışmaya başladınız?
Haklısınız, eğer 1942-43'te hayata geçirilen Varlık Vergisi uygulaması Emlak Vergisi veya Katma Değer Vergisi gibi 'normal' bir maliye enstrümanı olsaydı, bu verginin hikayesini yazmak sosyologlara düşmezdi. Ama Varlık Vergisi anormal bir şeydi! 1991 yazında ben Varlık Vergisini uygulayan İstanbul Defterdarı merhum Faik Ökte'nin ‘Varlık Vergisi Faciası’ (1951) başlıklı anılarını okudum. Şaşırtıcı bir biçimde Faik Bey, kitabında sanki günah çıkarıyordu. Aslında, bizleri Varlık Vergisi ile ‘yüzleşmeye’ davet ediyordu. Faik Bey, ancak yüzleşerek, ‘yeni faciaların tekrarlanmasına mâni’ olunabileceğini söylüyordu. Kitabı bitirdikten sonra bu konuda bir monografi yazmaya karar verdim. Atatürk Kütüphanesi’ne gidip dönemin gazetelerini okumaya başladım. Gazetelerde gayrimüslimler hakkında egemen olan ‘nefret söylemi’ ve ‘şeytanlaştırma’ beni çok rahatsız etmişti. Bütün gayrimüslimler için ‘vurguncu, istifçi, harp zengini’ gibi terimler kullanılıyordu. Vergisini ödeyemeyen mükellefler ‘kötü niyet sahibi’ ve hatta ‘düşman’ olarak ötekileştiriliyorlardı.
Gayrimüslim vatandaşlarımızın bu ayrımcı Varlık Vergisi’ni ödeyebilmek için esas olarak gayrimenkullerini sattıklarını, evlerini ve işyerlerini elden çıkardıklarını gözlemledim. Gazeteler satılık ev veya mağaza, dükkân ilanlarıyla doluydu. Varlık Vergisi sayesinde, gayrimüslim azınlıklardan nüfusun Müslüman kesimine doğru bir servet transferinin yapıldığı açıktı. Tabii ki servet transferinin izlenebileceği yer de ‘İstanbul Tapu Sicil Kayıtları’ olmalıydı. Tapu arşivlerindeki gayrimenkul satış kayıtlarına ulaşabilmem o dönemde İstanbul Tapu Grup Müdürü merhum Fikret Sinirlioğlu sayesinde oldu. Fikret Bey, haklı olarak, bana arşivde çalışma izni verebilmek için Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nden resmi bir yazı istedi. O yıllardaki rektörümüz merhum Prof. Ömer Faruk Batırel de Maliye profesörüydü. İzin yazısı almak için kendisine gittiğimde, beni dinledi ve "Ayhan, Varlık Vergisi denen rezaletin zaten maliye ile bir alakası yoktur. Tam anlamıyla politik ve sosyolojik bir meseledir. Sekreterime git, istediğin şekilde izin yazısını kendisine dikte ettir. Sonra getir, yazını imzalayayım. Bana bak, senden bu konuda bir kitap bekliyorum!" dedi. Böylece çalışmaya başladım, kendisini rahmetle anıyorum. Daha sonra da Varlık Vergisi ödemiş mükelleflerin kendileri veya birinci derece yakınları ile görüştüm. Hüzünlü ve bazen de gözyaşları ile kesilen mülakatlar yaptım. Son olarak da tahsilatta yer almış olan maliye müfettişleri ile görüştüm. Bir kısmı bana içlerini döktüler. Onlardan çok şey öğrendim. Böylece kitabın çatısı kurulmuş oldu.
Kitabınız 2000-2018 yılları arasında toplam 13 baskı yapan ‘Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları’ başlıklı kitabın ‘genişletilmiş baskısı’. Ancak yaptığınız eklemelerle adeta yeni bir kitapla karşı karşıyayız. Bu makalelerden biri olan ‘Türkiye’de İktisadi Milliyetçiliğin Gelişimi (1912-1925)’ Varlık Vergisi’nin ‘arızi bir durum’ değil, bir sürekliliğin parçası olduğunu gösteriyor. Bu makalenizi dikkate alarak Varlık Vergisi’nin Türkiye’de iktisadi milliyetçilik sürecinin bir aşaması olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet, kitap ilk yayımlandığında 244 sayfaydı, şimdi 550 sayfa oldu. Yeni makaleler ilave edildi, uzun bir önsöz yazdım. Kitabın hikâyesini anlattım. Bu kitabın ilk baskısı 2000 yılında yapıldığında nasıl bir Türkiye'de yaşıyorduk, şimdi nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. ‘Türkiye’de İktisadi Milliyetçiliğin Gelişimi’ başlıklı makale ilk kez İngilizce yazılmıştı. Benim başka yazılarıma da kaynaklık etmiş, bazı meseleleri teorik düzeyde tartıştığım bir yazıdır. Genç bir arkadaşımız tercüme etti. Dönemle ilgili, genç akademisyenlerin yaptıkları yeni çalışmalar doğrultusunda kendi metnimi elden geçirdim.
Türk milliyetçiliğinin sistematik ve kendi iç tutarlılığı olan bir siyasi ideoloji haline gelmesi süreci 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında başlamıştır. Osmanlı toplumunda milliyetçilik trenine son anda atlayanlar Sünni Müslüman Türklerdir. Sırpların, Yunanlıların, Bulgarların ve Ermenilerin milliyetçiliği daha önce gelişmiştir. Türk milliyetçiliğinin ideoloğu olan Ziya Gökalp ve çevresindeki aydınlar milliyetçiliğin anlam dünyasına adım atmalarından hemen sonra, çok-dinli ve kozmopolit bir etnik topluluklar mozaiği olan Osmanlı toplumunun Türkleştirilmesi üzerine düşünmeğe ve çalışmaya başladılar. Türk milliyetçiliğini kitlelere pazarlarken de İslami bir ambalaj içinde sundular. Örneğin, I. Balkan Savaşı hezimetinden sonra İstanbul halkını Rum dükkân sahiplerine karşı boykota davet ettiler. İstanbul halkını yerli malı kullanmaya ve Müslüman tüccardan alışveriş etmeye teşvik ettiler. İttihat ve Terakki yönetimi, askeri mağlubiyetlerin sorumlusu olarak Rum bakkalları ve gayrimüslim esnafı hedef tahtasına yerleştirdi. Milliyetçi kadroların bu tür akıl yürütme biçimi ülkemizde süreklilik gösterir. Ekonomik planda yaşanan krizlerin veya ekonominin yönetimine ilişkin beceriksizliklerin faturası Osmanlı'nın son yıllarında ve Cumhuriyetin tek parti döneminde gayrimüslim azınlıklara çıkartılırdı. Günümüzde artık gayrimüslim esnaf ortadan kalktığı için devletlu takımı faturayı dış güçlere, ne olduğu belirsiz bir üst akla, Siyonist çevrelere ve emperyalistlere kesmeye çalışıyor. Bilirsiniz, kriz ve çöküş dönemlerde devletlu takımı pek aynaya bakmak istemez!
Aynı şekilde, 1939’da II. Dünya Savaşı’nın patlamasından sonra Türkiye savaşa katılmadı, fakat seferberlik ilan ederek yaklaşık bir milyonluk bir kitleyi silah altına aldı. Savaşının başından itibaren Milli Şef İnönü yönetimi, artan askeri harcamaları para basarak karşılamıştır. Örneğin, 1938’de 219,4 milyon olan para arzı, 1942’de 765 milyona yükselmiş, dolayısıyla, aynı dönemde fiyatlar da yüzde 350 civarında artmıştır. 1942 yılı yaz aylarından itibaren, İstanbul gazetelerinde, gayrimüslimleri genellikle hırsızlık, karaborsacılık, soygunculuk ve vurgunculuk fiilleri ile ilişkilendiren haberler öne çıkarılır. Mizah dergilerinde ise azınlıkları aynı şekilde hicveden karikatürler yayımlanır. Varlık Vergisi böyle bir dönemde Başbakan Şükrü Saracoğlu tarafından hazırlanan ‘ekonomik tedbirler paketi’ içinde sunulur. Teklif önce CHP grubunda görüşülürken, Saracoğlu Varlık Vergisi’ni şöyle savunur: “Bu kanun ... bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” Hedef, gayrimüslim azınlıkları piyasadan biçmekti! Varlık Vergisi ile amaçlanan buydu. Bu bakımdan, Varlık Vergisi uygulaması ‘yerli ve milli’ bir hadisedir. Temelleri Balkan Savaşı yıllarında atılmış iktisadi milliyetçiliğin ileri bir aşamasıdır. Öyle, bazılarının iddia ettiği gibi Nazilerden kopya edilmiş, ‘kökü dışarda’ bir şey değildir.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemde kamuoyunu meşgul eden ‘helalleşme’ çıkışında Varlık Vergisi de konu ediliyor. Bu konuyu bilen bir uzman olmanın yanı sıra bir yurttaş olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Kılıçdaroğlu'nu yürekten kutluyorum. 'Helalleşme' temasını gündeme getirerek, bence çok samimi ve önemli bir çıkış yaptı. Toplumda ne kadar karşılık bulacaktır, bilemiyorum. Hatta CHP içinde ne kadar benimsenecektir, o da meçhul. Unutmayın, CHP'li Bolu Belediye Başkanı’nın önerisi ve Belediye Meclisi’ndeki CHP'li ve İyi Partili üyelerin oyları ile şehirde yaşayan Suriyeli ve Iraklı sığınmacıların kullandıkları suyun parasının Dolar üzerinden tahsilatına ve yabancıların nikah ücretlerinin 100,000 TL olmasına ilişkin kararlar alındı. Bu kararlar bana Varlık Vergisi’ni hatırlatıyor.
Faik Ökte, 12 Eylül 1942 günü İstanbul Defterdarı olarak göreve başlar. Kendisine Ankara’dan gelen bir resmi yazı gösterilir. Bu yazıda, “savaş ve vurgunculuk dolayısıyla kazanılan fevkalâde kazançları kanunlarımızın vergilendirmemekte olduğu, bu sebeple bilhassa [gayrimüslim] azınlıkların büyük servetler elde ettiği belirtildikten sonra, piyasada acele araştırma yaptırılarak kimlerin bu şekilde fevkalâde kazanç temin ettiğinin tespiti, [gayrimüslim] azınlıkların ayrı bir cetvelde gösterilmesi” istenmektedir. Ankara'dan yollanan bu resmi yazı maliye bürokrasisini savaş dolayısıyla zenginleşmiş olan vergi mükelleflerini etnik ve dini kökenlerine göre ayırmaya zorlamaktadır. Aynı şekilde, Bolu Belediye Meclisi’nin kararı da belediye memurlarını Bolu'da ikamet eden insanlar arasında yerli halk ve yabancı sığınmacı ayrımı doğrultusunda farklı uygulamaları hayata geçirmeye zorlamaktadır. Kamu hizmetlerinin hayata geçirilmesinde bu tür ayrımcılığa başladığınız zaman işin sonu faşizme doğru gider. Bakalım, CHP Lideri Kılıçdaroğlu Bolu Belediye Başkanı ile 'helalleşip' kendisine kapıyı gösterebilecek mi? Çok merak ediyorum!
Son dönemde Netflix’te yayınlanan Kulüp dizisiyle birlikte Varlık Vergisi yeniden gündeme geldi. Bu dizi ve yarattığı tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben diziyi seyrettim ve çok beğendim. Tartışmaları elimden geldiği kadar izleme çalıştım. Görebildiğim kadarıyla, dizi farklı toplumsal kesimlerde farklı şekillerde ele alındı. Biliyorsunuz, 1915'te Ermeni nüfusun Anadolu'dan Suriye çöllerine sürülüp yollarda katledilmesi ve 1923-1924'te gerçekleşen Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ile nüfus açısından Anadolu'nun Türkleşmesi tamamlanmıştır. Soykırım ve mübadelenin en önemli sonuçlarından biri de Anadolu'nun Müslüman ahalisi ile gayrimüslim azınlıklar arasında sosyal etkileşimin kesilmesidir. Geçenlerde İstanbullu Yahudi bir arkadaşım iş için Kayseri'ye gitmiş, isminden ötürü onu İngiliz zannetmişler. 'Maşallah, Türkçeniz çok iyi' demişler. Yahudi olduğunu söyleyince de 'Biz ilk kez bir Yahudi gördük' demişler. Halbuki 1914 Osmanlı Nüfus Sayımına göre, Kayseri kozmopolit bir yerdi ve nüfusunun yaklaşık yüzde otuzu gayrimüslim azınlıklardan oluşuyordu. Gayrimüslimlerle ilişkisi kesilmiş olan Anadolu ahalisi ‘Kulüp’ dizisini tabii ki şaşkınlık içinde izleyecektir. Eminim, Ladino diye bir dilin adını ilk kez duyanlar çoğunluktadır.
Bunların dışında, kendini ‘çağdaş’ veya ‘solcu’ sayan, kentli, orta sınıf, laik kesimden insanlar arasında son yıllarda hissedilir bir biçimde Türk milliyetçiliğinin ‘fabrika ayarlarına’ doğru bir dönüş yaşandı. Artık geçmişimizle ‘yüzleşmek’ gibi laflardan hoşlanmayan, yakın tarihle ilgili eleştirel yaklaşımları pek duymak istemeyen eğitimli, kentli insanlarımız var. Bu kesim de Kulüp dizisini "Ama, böyle şeylerin zamanı mı şimdi?" tepkisi ile karşıladı. Son yıllarda, AKP rejimine muhalefet etmenin tek yolunu sadece ‘Tek Partili Cumhuriyet’in kurucu babalarını, toplumsal kurumlarını ve siyasal-sosyal pratiklerini yüceltmek olarak görenler var. Ben bunları AKP rejiminin yan ürünü olan ‘yeni nesil Kemalistler’ olarak görüyorum. Bu kesim, AKP'nin kurduğu tek adam rejiminden kurtulmanın ancak ‘Kemalizm'in Restorasyonu’ veya yeniden canlandırılmasıyla mümkün olabileceğini savunuyor. İşte bu kesimin sözcüleri de Varlık Vergisi gibi 'netameli' konuların gündeme gelmesinden rahatsız. 'Zamanlama' ile ilgili çemkirmeler de o takımdan geliyor zaten!