YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Böyle bir kriz görülmüş müdür?

Bundan önceki krizlerde sorumlu makamda olanlar hiç olmazsa bir kriz olduğunu kabul eder ve (işe yarar, yaramaz, o ayrı mesele) kendilerince birtakım önlemler alırlardı. Şimdi bir kriz olduğu reddedildiği için önlem de alınmıyor. Bilakis, krizi daha da derinleştirecek adımlar atılıyor.

Yaş itibariyle fena sayılmayacak sayıda ekonomik kriz gördüm. 1970’lerdeki petrol krizi ve Türkiye’ye yönelik Kıbrıs ambargosu nedeniyle yaşanan çalkantıyı saymazsak (o vakitler olup biteni tam manasıyla idrak edecek yaşta değildim) 1980’lerdeki Özal dönemini ve enflasyonist ortamı, 1994 devalüasyonunu, 2001 krizini, 2008 global krizini yaşadım. Bunların kimi dünya koşulları ve siyasetteki istikrarsızlık nedeniyle Türkiye’nin maruz kaldığı, kimi de Türkiye’nin ekonomik yapısının ürettiği ve yetkili makamlar boşverdiği, göz yumduğu için gelişen krizlerdi. 

İnanın böylesini görmedim. İki açıdan. İlki, bu içinde yaşadığımız kriz büyük oranda iktidar tarafından üretildi, yaratıldı. Birkaç haftadır bu köşede aklım yettiğince anlatmaya çalışıyorum; kasıtlı olarak düşük tutulan faizler nedeniyle dövize bir yöneliş var ve bu yöneliş nedeniyle hem döviz kurlarında, hem de fiyatlarda müthiş bir yükseliş söz konusu. Bu da doğal olarak, dar gelirliler için hayatı çok ama çok zor kılıyor. İkincisi ise, iktidarın bir kriz olduğunu kabul etmeyişi. 

Bundan önceki krizlerde sorumlu makamda olanlar hiç olmazsa bir kriz olduğunu kabul eder ve (işe yarar, yaramaz, o ayrı mesele) kendilerince birtakım önlemler alırlardı. Şimdi bir kriz olduğu reddedildiği için önlem de alınmıyor. Bilakis, krizi daha da derinleştirecek adımlar atılıyor. Varılmak istenen yer neresi, o da belli değil. Bazı açıklamalar yapılıyor mesela. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Çin modeli’ diye bir şey attı ortaya. Bu zaten hayli eleştirildi, zira Türkiye’nin ne Çin gibi bir nüfusu, ne de doğal kaynakları var. Üstelik bu model ucuz iş gücüne dayanıyor. Yeni atanan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise, Habertürk’ten Sevilay Yılman’a verdiği söyleşide tam tersi bir tutum takındı. “Türkiye Çin modelini mi uyguluyor?” sorusuna şu yanıtı verdi:

“Hayır. Hayır. Asla! Bizim modelimiz Çin Modeli, Güney Kore modeli filan değil. Bu, Türkiye modeli. Türkiye çok güçlü bir ülke. Konjonktürel yapısı, jeopolitik yapısı, iyi ilişkileri, geçmişte edindiği ilişkilerden gelen gücü. Medeniyeti. Şu anda kimse Türkiye’yi taşımıyor. Türkiye kendi kendini taşıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Çin kendi modeliyle var olabilir ama bizim modelimiz farklı. Bize özgü bir model.”

Nebati, “Peki bu modeliniz ya tutmazsa?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: 

“Üzülürüm. Çünkü ya kahramanı olacağım çocuklarımın, ya da boynu bükük bir şekilde eve döneceğim ve onların da boynunu bükmüş olacağım.”

Bunlar hiç şüphesiz, toplumun içini ferahlatacak açıklamalar değil. Fakat en çarpıcı olanı, aynı zamanda bir iş insanı olan Nebati’nin şu sözleriydi:

“Karamsar tablo çizenler var, hiçbir şekilde bize inanmayanlar. Onlara diyorum ki, sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer. 1000 çalışanımız var. 1000 kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim.”

Bu sözleri okuyunca nutkum tutuldu. Olabilecek en sorumlu makamlardan birinde olan bir bakan, maaşıyla geçinen milyonlarca insana “En fazla neyini kaybedersin?” diyor. Bu sözleri duyunca insan, yakın gelecekte bir düzelme beklemiyor, işlerin daha da kötüye gideceğine inanıyor. 

Zaten Türk Lirası’nın dizginlen(e)meyen düşüşü biraz da bunun sonucu. Ekonomi bir yandan da güven meselesidir. Kimse ekonomi yönetimine güvenmezse, böyle bir tablo içinde yaşamak ne yazık ki kaçınılmaz oluyor. 

Önceki krizlere göre bir fark da şurada: Bundan önce iktidar, ana akım medyayı bu çapta kontrol etmiyordu, dolayısıyla farklı sesler kendine alan bulabiliyordu. Bu kez çok başka bir durum var. Medyanın çok büyük bir bölümü iktidar tarafından doğrudan kontrol ediliyor. Bu da şöyle bir sonuç doğuruyor: Hayat pahalılığı nedeniyle nefes alamazken, akşamları, iktidara yakın güvenlik uzmanları ve köşe yazarlarının ekonomi konuştukları ve büyük oranda iktidarı haklı buldukları tartışma programlarına maruz kalıyoruz. Diyebilirsiniz ki, bu programları kim seyrediyor artık? Orası öyle ama sonuçta toplumun büyük kısmı hâlâ haberleri televizyondan, ana akım medyadan, haber kanallarından alıyor. 

Hâl böyle olunca isteyene, parası olana, ne söylense inananlara her şey tozpembe görünüyor. Kriz cenderesi altında nefes alamayanlar ise saatlerce ekmek kuyruklarında bekliyor.