VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Kamışlı’dan kuzeye bakmak

Agos’un yanısıra Le Monde Diplomatique gibi yayınlar için de makaleler kaleme alan Vicken Cheterian, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta Kürt grupların denetimindeki bölgelere gitti ve gözlemlerini kaleme aldı. Bu hafta ‘Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ adını taşıyan bölgeye dair izlenimlerini paylaşan Cheterian yazısında Özerk Yönetimi’ndeki farklı kesimlerle, yani, fiili dışişleri bakanı Abdulkerim Ömer, Demokratik Birlik Partisi’nin eski eş başkanı Salih Müslim ve Suriye Araştırma ve Diyalog Merkezi’nin direktörü Nasır Hac Mansur ile yaptığı görüşmelerden notlara da yer veriyor.

Kamışlı’da Türkiye her an, her yerde... Şehrin kuzey mahallelerinden, yalnızca sınırın öte yanındaki Nusaybin’in binaları değil, sınır hattını tecrit etmek amacıyla birkaç yıl önce inşa edilen ve askerî karakollarla korunan duvar da görünüyor. Otoyolda ilerlerken, parlak sokak ışıklarının aydınlattığı Türkiye tarafını net bir şekilde görebiliyorsunuz. Fakat iki komşu şehir arasındaki ilişkiler gerginliğini koruyor. Belli ki Nusaybin’den temiz suyun güneye akışı engellenmiş; Kamışlı’nın içinden berbat kokulu bir dere geçiyor. Rejim güçlerinin kontrolündeki sınır kapısının kapalı olması, sınır bölgesinde ekonomiyi zora sokarak genç nüfusun daha yoğun bir şekilde göç etmesine neden oluyor.

Ancak Kamışlı’nın ve Kürt hâkimiyetindeki “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi”nin en büyük sorunu güvenlik. Türkiye’ye ait insansız hava araçları bölgeye düzenli aralıklarla operasyonlar düzenliyor. Türkiye’nin, PKK mensubu olmakla suçladığı Kürt militanlara yönelik yeni askerî operasyonlar yapması olasılığı, hiç bitmeyen bir tehdit teşkil ediyor.

Özerk Bölge, trajedilerle yüklü bir ülke olan Suriye’nin nispeten istikrarlı ve müreffeh bölgelerinden biri. Suriye İsyanı’nın ardından, rejim güçlerinin çekilmesiyle silahlı Kürt gruplarının eline geçen bölgede, daha sonra, diğer Kürt gruplardan daha iyi örgütlenmiş ve motivasyonu daha yüksek olan, PKK ile ilişkili Kürt gruplar kontrolü ele geçirmeyi başardı. IŞİD’li aşırılıkçıların büyük bir bölgesel tehdit hâline geldiği günlerde, özellikle de Kobani Savaşı sırasında (2014), söz konusu Kürtlerden oluşan YPG birlikleri, becerileri yüksek bir savaş gücü olduğunu kanıtladı. ABD, bunun üzerine, ‘Özgür Suriye Ordusu’nu bırakıp YPG ile askerî ittifak yaptı. 

Nötr bir tanım: ‘Kuzey ve Doğu Suriye’
ABD’nin, Kürt savaşçılardan –‘halifeliğin’ başkenti– Rakka’yı, Deyr ez-Zor’u ve IŞİD’in son kalesi Bağuz’u kurtarmak için yürütülen savaşta piyade olarak yer almalarını istemesiyle, bu ittifak daha da ileri taşındı. Artık, söz konusu bölgelerde Kürtler değil Araplar yaşıyordu. ABD’nin himayesi altında, Kürt ve Arap güçlerinden oluşan ve ‘Suriye Demokratik Güçleri’ (SDG) adıyla bilinen bir ittifak kuruldu. SDG bugün, çoğunluğu Arap olmak üzere üç milyon kişinin yaşadığı, 50 bin kilometrekarelik bir alanda hâkim durumda. Kürt güçleri bu yeni siyasi oluşumu başlangıçta ‘Rojava’ ya da ‘Batı Kürdistan’ adıyla ansa da, şu anda daha nötr bir tanımla, ‘Kuzey ve Doğu Suriye’ olarak adlandırıyor. Ortadoğu’daki ikinci Kürt özerk bölgesi bu şekilde doğdu.

Fırat ile Dicle nehirleri arasındaki Cezire (‘ada’) bölgesi, Suriye’nin tahıl ambarı. Suriye petrollerinin %90’ı ve gaz rezervlerinin yarısı da burada. Esad rejiminin Özerk Bölge’yle herhangi bir siyasi müzakereye girmeyi reddetmesinin birçok nedeninden biri de bu olabilir. Açık ki, ülkenin kuzeydoğu kısmı geçmişte devletin kasalarını dolduran bölge olduğundan, rejimin yeniden ele geçirmek istediği ‘işe yarar Suriye’ye dâhil. 

SDG- Rejim- Rusya denklemi
Şehir merkezinde, rejimin kontrol noktalarının yanından geçtiğimiz sırada, şoförüm çekim yapmamam için beni uyarıyor. Durdurulup sorguya çekilmemiz gibi bir risk söz konusu. Kamışlı’da rejim hâlâ varlığını sürdürüyor; ‘güvenlik meydanı’ olarak bilinen yerdeki bazı hükümet binaları rejimin elinde. Şehrin güneybatısındaki havaalanı da rejimin kontrolü altında. Kürt güçleri ile rejim yanlıları arasındaki ilişkide kimi zaman zorluklar yaşanıyor. Geçen Nisan ayında SDG, Halep’in dış mahallelerinden, nüfusun çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Şeyh Maksud’da rejimin uyguladığı ablukaya karşılık olarak, rejim güçlerini kuşatıp ellerindeki binaların bazılarını aldı.
Özerk Yönetim’in fiilî dışişleri bakanı Abdulkerim Ömer “Şam’la herhangi bir müzakere yok, sadece Rus arabulucular marifetiyle temaslar oluyor. Rejim hâlâ 2011 yılındaymışız gibi düşünüyor, mutlak hâkimiyetini yeniden tesis etmek istiyor” diyor.

Rus ve Amerikan birlikleri
Güneyde rejim güçleri ile kuzeyde, hasmane bir tutum izleyen Türkiye arasında sıkışmış durumda olan ‘Otonom Bölge’yi nasıl bir gelecek bekliyor? Bölge şu an için Amerika’nın koruması altında. ABD’nin önceki başkanı Donald Trump’ın askerî birliklere geri çekilme emri vermesinden sonra da orada kalan, çok sayıda üsse dağılmış 900 ABD askeri bulunuyor. Bölgede düzenli olarak devriye geziyor, ana yollarda güvenliği sağlıyorlar. Amuda kasabasında gördüğüm küçük üs gibi, bölgeye yerleştirilmiş Rus birlikleri de var. Ancak Türkiye’nin liderleri, 30 kilometre derinliğinde bir güvenlik alanı oluşturmayı planladıklarını birden fazla kez ifade ettiler, hatta saldırıya geçip, Afrin’den Resulayn’a kadar uzanan geniş bir şeridi kontrol altına aldılar. Anlaşılan o ki, Amerikalıların bölgedeki varlığı sürdükçe, Türkiye’nin buradaki askerî faaliyeti, Kürt militanlara yönelik arızi hava saldırılarıyla sınırlı kalacak.

Peki, Amerikalılar’dan sonra Özerk Yönetim’e ne olacak? Abdulkerim Ömer, “ABD’yle askerî ittifak hâlinde olsak da Rusya’yla ilişkilerimizi hiç kesmedik” diyor ve Rusya’nın bölgedeki askerî varlığının sembolik ama önemli olduğunu hatırlatıyor. Şu anda, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Rusların bölgedeki varlığı zayıflamış durumda. Her halükârda, Kuzeydoğu Suriye’de güvenlik şemsiyesini ABD sağlıyor.

Kamışlı’daki Kürt siyasetçiler ikiye ayrılabilir. Kimileri, Türkiye’nin nihai amacının Kuzey Suriye’de örgütlü bir Kürt siyasi yapısının varlığını engellemek olduğu görüşünde. Bize, 2018 yılının başlarında Türkiye’nin askeri bir saldırı ile kendi kontrolüne aldığı Kürt bölgesi Afrin’de yaşananları hatırlatarak, normalde nüfusunun %97’sini Kürtlerin oluşturduğu bölgede şu anda o nüfusun yalnızca %20’sinin kaldığını, geri kalanların İslamcı grupların haraç uygulamaları nedeniyle kaçıp başka yerlere sığındığını söylüyorlar. Afrin saldırısının ardından, Resulayn ve Tel Abyad’a yönelik ikinci bir saldırı gelmişti. Hâl böyleyken, bir varoluş mücadelesinden başka bir şey hayal etmek zor. 

Çözüm sürecinden sonra ne oldu? 
Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eski eşbaşkanı Salih Müslim, “Türkiye taleplerinde ısrarcı; Rakka’ya kadar gitmek istiyorlar” diyor. Bir Amerikan hava üssünün yanında bulunan, eski bir tatil köyündeyiz. Konuşmamız helikopterlerin gürültüsüyle bölünüyor. Müslim, Özerk Yönetim ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iç açıcı olmadığı görüşünde; bu konuda umutsuz. Fakat 2013–2015 arasında, Türkiye’nin liderleriyle müzakerede bulunmak üzere üç kez İstanbul’a gitmiş. Bu durum, varoluşsal kaygılarda küçük bir yarık açarak, ‘siyaset’i bir olasılık hâline getiriyor. 2013 yılında Türkiye Ordusu ile PKK arasında ateşkes antlaşması yapılmış, Ankara ile PKK liderleri arasında siyasi müzakereler olmuş, bu gelişme Suriye’deki ve Türkiye’deki Kürtler arasında olumlu yankı bulmuştu. Peki, sonra ne oldu da durum kötüye gitti?

“Kırılma noktası Kobani”
Salih Müslim, Kobani Savaşı’nın kırılma noktası olduğunu belirterek şunları söylüyor: “Savaş sırasında bile Türkiye’yle temaslarımız olmuştu. IŞİD yenildikten sonra bu temaslar sona erdi. Onların projesine göre IŞİD Kobani’yi işgal edip Türkiye’nin müdahalesi için yolu açacaktı, Türkiye de aynen Cerablus’ta yaptığı gibi, Kuzey Suriye’de bir şeridi ele geçirecekti.” Salih Müslim, Türkiye’de bir buçuk milyon Suriyeli mültecinin Kuzey Suriye’ye gönderilmesi tartışmasının yeniden gündeme gelmesiyle bağlantılı olarak, “Türkiye şu anda Kuzey Suriye’de bir ‘Arap şeridi’ oluşturma projesini hayata geçiriyor” diyor. Ona göre Baas dönemine dayanan ve ‘Araplaştırma’ siyasetinin bir parçası olan bu proje, nüfusun çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bölgelere Arap yerleşimcilerin götürülmesini öngörüyor. 

“Paradoksal bir durum yaşanıyor”
Nasır Hac Mansur, Suriye Araştırma ve Diyalog Merkezi’nin direktörü. Kürt-Türk ilişkilerine ve Kürt liderlerin konuya yaklaşımına vâkıf. Kamışlı’daki ofisinde yaptığımız görüşmede, “Birleşik Kürdistan fikri son yıllarda yıpranmaya başladı ve bu durum, Kürt liderlerin, çatısı altında yaşadıkları devlette meydana gelebilecek olası siyasi değişimler konusunda daha gerçekçi bir noktaya gelmesine vesile oldu” diyen Hac Mansur, Kuzeydoğu Suriye’de paradoksal bir durum yaşandığını söylüyor. Bölge siyasi ve askerî olarak Kürtlerin hâkimiyetinde ama nüfusun çoğunluğu Arap. Hac Mansur, “Kürtler [Suriye’de] bağımsız bir devlet kuramayacaklar. Sürekli savaş yerine istikrarın nasıl kurulabileceği üzerine kafa yoralım” diyor ve şaşırtıcı bir ekleme yapıyor: “PKK liderleri diyor ki, Türkiye Kürt meselesini çözerse, Ortadoğu’nun hâkim gücü hâline gelir.” Yine de, şu soru yanıt bekliyor: “Türkiye Kürtlere herhangi bir şey vermeye hazır mı, değil mi?”

Şu an için, Özerk Yönetim ile yanı başındaki iki büyük güç (Şam ve Ankara) arasında siyasi diyalog yok; ABD ve Rusya gibi ‘büyük güçler’ de, bölünmüş ve harap olmuş bu ülkede bir arada var olmak dışında hiçbir şey yapmalarına müsaade etmeyen bir durumda. Siyaset bu büyük meseleleri çözemediği için, meydan, kaybedilen zamanı telafi etmenin yegâne yolu olarak askerî operasyonlara, saldırılara ve karşı saldırılara kalıyor.

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)