Bu toprakların yarası hiç kapanmadı

Birlikte yaşamayı, çok dilli, çok kültürlü olmayı başaramadığımız gibi yarattığımız kuraklıktan da utanmaz olduk. Biz yüzleşmedikçe, onarmadıkça yaralarımızı, her yeni güne yeni ötekilerle yaralarımız büyür, yenileri açılır oldu.

Bu yazıyı hapishaneden yazıp göndermeyi düşünürken, şimdi Türk Tabipleri Birliği’nde toplantı masamıza oturup yazıyorum. Hapishane ritminden hayatın ritmine geçişte aksamaların gecikmesiyle... Hakikate dair söz kurmanın ölümlere çıkan yollarında nice dostu yitirmişken, o yolların hapisliğe çıkmasını bir rahatlamayla karşılar hale getirildik hanidir.

Yüzbinlerin İstanbul’dan sel gibi akıp “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diye yükselen sesi 16 yıldır kulaklarımızda, Hrant için, adalet için 16 yıldır mücadele edenler, nicedir hakikati bu topraklardan sürgün etmiş erke rağmen hakikatin değerini hatırlatıyor hepimize. Hakikat arayışı bitmiyor, bitmedi hiç. Cumartesi Anneleri’ni meydanlardan sürseler, yerlerde sürükleseler de, hakikati haykıranları hapsetseler de, insanlığa karşı suçlarla sindirmek için üzerimize gelseler de, hakikati haykırmaktan vazgeçmemişti ya Hrant, vazgeçmeyeceğiz öyleyse hiçbirimiz. Kötülüğe karşı eylemci bir iyimserlikle bezenmiş umut bizimkisi. Bitimsiz bir mücadele. Tam 16 yıl önce 19 Ocak 2007, saat 3’ü 5 geçe zaman durdu hepimiz için. Şaşkındık, birlikte kurulan hayallerin sıcaklığı hala yüreğimizde... O hayallerden hiç vazgeçmedik, adım adım ilerledik o günden bugüne. 

Çünkü bu toprakların yarası hiç kapanmadı. Kapanması bir yana, her gün yeniden kanırtan bir devlet erki ile yaşamak zorunda kalıyoruz. Birlikte yaşamayı, çok dilli, çok kültürlü olmayı başaramadığımız gibi yarattığımız kuraklıktan da utanmaz olduk. Biz yüzleşmedikçe, onarmadıkça yaralarımızı, her yeni güne yeni ötekilerle yaralarımız büyür, yenileri açılır oldu. Ve gene aynı topraklarda aynaların yüzü hep duvara bakar. Arkası işlemeli o aynalarda yansıyan “bize” bakılamasın, yüzleşmeyelim, o ince nakışlar arasında yüzleşmeyi hepten unutalım, kötülüğün işaret edeceği suretimizi görmezden gelelim diye... Oysa sözümüz var Hrant’a, yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu. Yarın yüzleştiğimizde, küçük Eichmann’lar yalnızca emre itaat ettiklerinden dem vurup sıradanlaştırmaya çalıştığında kötülüğü, utanmak için geç değil, evet ama kötülüğü tanımalı ve sahiplerini bir bir ortaya koymalıyız. Hrant için, adalet için!

Elias Canetti’nin “Kitle ve İktidar”ına dönüp baktım yeniden. Bir insanı öldürebilmenin, ölesiye dövebilmenin, tehditlerle nefretini kusabilmenin nasıl mümkün olduğunu anlamaya çalışıyorum, düşünürlerin akıllarını ödünç alıp alıp. Aklıma emir altındakilerin sızısı ( Almanca metinde ‘diken’, İngilizce metinde ‘diken yarası’ imiş) diye tarif ettiği o hal geldi. O sızıyı gidermek için iki yol olduğunu söylüyor Canetti, ya emir verecek başkalarını bulmak ya da o sızıya neden olanlardan hesap sormak.   Hesap sormak için çoğalmaktan, kitle olmaktan söz ediyor, bir de karşıtına dönüşmekten. Karşıtına dönüşmeden hesap sorabilmenin yolu, adaleti iktidarın aracı olmaktan çıkarmak olabilir belki de. Toplumsal adaleti mümkün kılan bir yol uzanabilir geleceğe.

Cezasızlığa giden yolları kesip, hakikati yüksek sesle dile getirmekten kaçınmayanların yanında durmak gerekiyor yeni açılan bir yolda. Hakikatte ve hakikatle gelecek bir adalette ısrar edebiliriz. 

Birbirimize aktaracağımız dikenler olmamalı, birbirimizin dikenini çıkarmak için çaba harcamalı, dikenin varlığını görüp ondan tümüyle kurtulacak adımları atmalıyız. Yoksa, o diken hepimizin böğründe bir sızı olarak kalacak. 

Onun için biz hep buradayız, vazgeçmiyoruz Ahparig.


Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında