Baro öfke dilinden kurtulmalı

İstanbul Barosu’nun 14 Ekim Pazar günü yapılacak yönetim kurulları seçiminde Filiz Kerestecioğlu, Çağdaş Avukatlar Grubu, Katılımcı Avukatlar Grubu ve Özgürlükçü Hukuk Platformu’nun ortak adayı oldu. İnsan hakları ve kadın hakları konusundaki çalışmalarıyla tanınan Filiz Kerestecioğlu ile, yaklaşan baro seçimleri ve Türkiye’de yargı sisteminin sorunları üstüne konuştuk.

Önümüzdeki İstanbul Barosu seçimleri hakkında görüşlerini aktaran Kerestecioğlu’na göre, öncelikle baronun ‘ele geçirilmesi gereken siyasi bir mevzi olmaktan’ kurtarılması gerekiyor.

FERDA BALANCAR
fabalancar@agos.com.tr

  • Bu yılki baro seçimlerinde uzun zamandır özlenen birlik gerçekleşti. Üç grup ortak aday üstünde anlaştılar. Nasıl sağlandı bu ittifak?

Aslında birbirinden çok ayrı düşen gruplar değildik. Daha önceleri hepimiz Çağdaş Avukatlar Grubu’nun çatısı altındaydık. Ön seçim yöntemleri, Kürt sorununa yaklaşım gibi konular nedeniyle fikir ayrılıkları çıkmıştı. Ancak özellikle son dönemde tutuklanan meslektaşlarımızın durumu ve onlar için oluşturulan ‘Savunmaya Özgürlük Platformu’nda üç gruptan arkadaşlarla dayanışma göstererek, birlikte çalıştık. Gerek siyasi iktidardan gelen hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik uygulamalar, gerek İstanbul Barosu yönetiminin ulusalcı ve tutucu tavırları, bize bir arada durmamız gerektiğini gösterdi. Üç grubun bir araya gelerek bana adaylık teklif etmiş olması da benim için gurur vericiydi. Eskiden beri baro yönetimiyle ilgili fikirlerim ve projelerim olduğu için de bu teklifi kabul ettim.

  • Baro yönetiminde daha önce de tecrübeniz vardı, değil mi?

1987’de İstanbul’da avukatlığa başladım. O tarihlerden itibaren kadın hareketi içinde olduğum için avukatlık ve kadın mücadelesi paralel gitti. Kadına yönelik şiddet ve aile hukuku alanında çalıştım. Aile içi şiddete karşı kampanyayı örgütleyenlerden biriydim. Baroda ise Yücel Sayman’ın başkan olduğu dönemde Kadın Hakları Merkezi’nin kuruluş projesini yazdım. Ve bu merkezin kuruluşunda bulundum. Merkez, hakları için bilgilenmeye ya da davaları için avukata ihtiyacı olan ihtiyaç sahibi kadınların başvurabilecekleri bir kurum olarak çok önemli bir işlev gördü.      

  • Bundan sonrası için ne tür projeleriniz var?

Öncelikle İstanbul Barosu’na bağlı Kadın Hakları, İnsan Hakları gibi merkezlerin şu anda yeterince aktif çalışmadığını düşünüyoruz. Bu merkezlerin çok daha etkin çalışması gerekiyor. ‘Sürekli eğitim’ diyoruz. Eğitim deyince bir yerde bir üniversiteyle anlaşılıyor ve bir sempozyum düzenleniyor; bunun eğitim olduğu düşünülüyor. Bu bir eğitim değildir. Özellikle yeni açılan hukuk fakültelerinde niteliksiz bir eğitim veriliyor. Oralardan gelen arkadaşların eğitimlerinin üstünde durmalıyız. İkincisi, halkın hak arama özgürlüğü için barolara önemli bir görev düşüyor. İnsanlar haklarını arama konusunda bilinçli olurlarsa, avukatlara da daha fazla ihtiyaç duyarlar. Bu çerçevede ‘hak minibüsü’ projemiz var. Her hafta bir semte giderek, orada mesela tüketici haklarıyla ilgili bilgilendirme yapabiliriz. Ayrıca mesleğe yeni başlayan ve bir hukuk bürosuna bağlı olarak çalışan avukatlar için tip sözleşme dediğimiz bir projemiz var. Aslında bu yeni değil. Geçen dönemde gündeme geldi ama baro yönetimi geçen iki yıl boyunca bu konuda hiçbir şey yapmadı. Tip sözleşme, bir büroya bağlı çalışan işçi avukatların, büro sahipleriyle belli standartlarda bir sözleşme yapmaları ve bu sözleşmelerin şartlarına uyulup uyulmadığının baro tarafından denetlenmesidir. Bu avukat arkadaşların ciddi sorunları var. Ayrıca yine genç avukatlar için ortak çalışma mekânları düşünüyoruz. Bu mekânlar, mesleğe yeni başlayan avukatların bir süre kendi bürolarını açana kadar çalışabilecekleri yerlerdir. Kadın veya erkek çocukları olan avukatlar için de adliyelerde çocuklarını bırakabilecekleri, kreşler, çocuk odaları olması gerekir. Yapılması gerekenlerden bir diğeri de avukatlık stajı sırasında avukat adaylarının özlük haklarının oluşturulması. Avukat adayları, staj döneminde ücret almıyorlar ve sigortaları yapılmıyor.   

  • Gayrimüslim avukatlara yönelik yargı sisteminden ya da barolardan kaynaklanan bir ayrımcılık gözlemliyor musunuz?

Bu konuda hepimiz eksiğiz aslında. İstanbul Barosu’nun 1878’deki ilk toplantısına başkanlık eden Meryem Kuli’nin Ermeni bir avukat olduğunu bilmiyorduk mesela. Bunun bize unutturulması özel bir durumdur. Baro arşivlerinde araştırma yapan arkadaşlar, arşivlerde gayrimüslim avukatlarla ilgili kayıtlarda bazı eksiklikler olduğunu tespit ettiler. Bu nedenle hepimiz gayrimüslimlere yönelik ayrımcılık konusunda eksiğiz, diyorum. 1878’den bu yana barolarda kadınlar baro yönetimlerinde yer bulamadılar ama Meryem Kuli’nin varlığını da unutmamalıydık. Baro tarihini de resmi tarihin kıskacından kurtarmamız gerekiyor.

  • Seçimi kazanacağınıza dair ümitli misiniz? 

Günümüzde barolar siyasi odaklar tarafından ele geçirilmesi gerek birer mevzi olarak görülüyor. Biz baroyu siyasi mevzi olarak görmüyoruz. Yeni sözü biz söylüyoruz, farklı olan biziz. Kazanmamız gerekir diye düşünüyorum. Ülkedeki öfke dilinin değişmesini istiyoruz. BM sözleşmeleriyle yazılmış, barış hakkı diye bir kavram var. Bu ülkede hepimiz travma yaşıyoruz. Bu travmadan kurtulmak için de barış hakkını savunmalıyız. Şimdiki gibi sert bir üslupla sadece siyasi iktidara karşı konuşarak baro yönetilmez; sadece AKP yandaşlığıyla da baro yönetilmez. 

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem