Rober Koptaş yazdı: 'Duruşma salonundan cinayetin şifreleri'

(...) 'devlet bu davada, aslında tüm kurumlarıyla mahkeme salonunda yer alıyor. Evet, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hiçbir devlet görevlisi yargılanmıyor ama devletin içindeki çeşitli güç odakları, davayı kendi seyrine bırakmak istemiyor, kendi çıkarlarını sağlama almak için, o köhne duruşma salonunda, sanık, müdafi veya iddia makamı kılığında ‘temsil ediliyorlar’.'

Cinayetin ardındaki resmi sorumluların ortaya çıkmasının bu memleketin geleceği açısından ne kadar önemli olduğunu bilsek de, başından beri, davanın varacağı sonuca dair bir umut taşımıyorduk. Cengiz Çandar, daha ilk duruşmadan sonra, mahkeme salonunun halini ve oradaki havayı “Bu salondan adalet çıkmaz” sözleriyle anlatmıştı. Hrant Dink’i öldüren devlet aklının, bu mahkemeyi de adaleti arıyor-muş gibi yaparak sürdüreceğini, ama sonuçta başta çizilen ‘üç-beş milliyetçi çocuk’ çerçevesinin dışına çıkmayacağını biliyorduk. Devlet cinayeti itiraf etmeyecek, “çok pişmanım” demeyecekti.

İlginçtir, tutuklu sanıklar sadece Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’le sınırlı olsa da, devlet bu davada, aslında tüm kurumlarıyla mahkeme salonunda yer alıyor. Evet, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hiçbir devlet görevlisi yargılanmıyor ama devletin içindeki çeşitli güç odakları, davayı kendi seyrine bırakmak istemiyor, kendi çıkarlarını sağlama almak için, o köhne duruşma salonunda, sanık, müdafi veya iddia makamı kılığında ‘temsil ediliyorlar’.

Son duruşmada olan bitenler arasında gazetelerin gözden kaçırdığı bir ayrıntı, bu durumu çok güzel gösteriyor aslında.

Gazetelerde okudunuz, son celsede, cinayetin iki azmettiricisinden biri olduğu söylenen Yasin Hayal kendince bir ifşaatta bulunarak, devletin, gençliğinden, saflığından, yoksulluğundan faydalanarak kendisini bu işin içine çektiğini, şimdi de ortadan kaldırılmak istendiğini söyledi. Avukatlarımızın “Seni kim yönlendirdi?” sorularına cevaben, bir süre “Devlet... Türkiye Cumhuriyeti Devleti” diye oyalandıktan sonra, “Erhan Tuncel’den Ramazan Akyürek’e, dosyada adı geçenler” diyerek baklayı ağzından çıkardı.

Bu sözlerden sonra duruşmaya öğle arası verildi. Aranın ardından, Erhan Tuncel’in savunmasını, avukatı Erdoğan Soruklu yaptı. Soruklu, yazılı savunmasının sonlarına doğru, sesli okumakta olduğu metinden başını kaldırdı ve Yasin Hayal’in, müvekkili Erhan Tuncel’i cinayetin doğrudan sorumlusu gibi göstermeye çalıştığını, oysa polis muhbiri olarak çalışan Tuncel’in, cinayete ilişkin bilgileri Trabzon Emniyeti’ne verdiğini, dolayısıyla suçsuz olduğunu ifade ettikten sonra, her nedense, sanki salonda yargılanan aynı zamanda Ramazan Akyürek’miş, kendisi onun da vekiliymiş gibi, “Yasin Hayal ‘İsim ver’ dendiğinde ‘Erhan Tuncel’den Ramazan Akyürek’e kadar’ diyor. Ramazan Akyürek, Tuncel’i Emniyet’e alan kişidir. Akyürek görevini yapmıştır, onu suçlayamayız. Kendisi bazı çevrelerin hedefi haline getirilerek mağdur edilmektedir” dedi.

Yaklaşık 2 yıldır Tuncel’in avukatlığını yapan Soruklu’nun davadaki genel tavrını gözlemlemiştim ama Akyürek’i böyle açıktan açığa savunması, resmi iyice belirginleştiriyordu. Sabahki oturumla ilgili soru, Hayal’in, başka hiçbir devlet görevlisinin adını vermediği halde neden Tuncel, Polis memuru Muhittin Zenit ve Akyürek’in adlarını zikrettiğiydi. Öğleden sonra, Avukat Soruklu, bu soruya bir yenisini eklemiş oldu: Kendisi Tuncel’in vekili olduğu halde, neden Akyürek’i de savunma ihtiyacı duymuştu?

Bence bu iki soruya verilecek yanıtlar, cinayetle ilişkili tarafların mahkemedeki genel stratejisini açık ediyor. ‘Hakkını savunan bir Ermeni gazeteci’ söz konusu olduğunda onun canını almak için birlikte hareket etmekte tereddüt etmeyen odaklar, bu ortaklığın ortaya çıkmaması için suçu birbirlerinin üzerine yıkmaya, karşı tarafı zor durumda bırakmaya çalışıyor.

Açıklayayım.

Yasin Hayal, bu davada, kendisiyle birlikte Jandarma içindeki görevlilerin de haklarını koruyor; Jandarma’ya yönelecek şüpheleri bertaraf etmek üzere hareket ediyor. Kendisini sadece Tuncel’in yönlendirdiğini söylerken, diğer bağlantılarının üzerini örtüyor; işi Emniyet’e, ama Emniyet’in içinde de, Ramazan Akyürek kanalıyla Fethullahçı kadroya yıkıyor. Böylece, kendi Jandarma bağlantısını ve Emniyet içindeki Fethullahçı olmayan yapının cinayetteki rolünü gözlerden ırak tutmaya çalışıyor. Hayal’in önceki avukatının Fuat Turgut olduğunu ve Turgut’un Ergenekon davası sanıklarından olduğunu hatırladığımızda, bu tutum daha anlaşılır bir zemine oturuyor.

Buna karşı, Tuncel’in avukatı Erdoğan Soruklu, Akyürek ekibini korumaya çalışıyor. Soruklu, duruşmalar boyunca, Tuncel’in cinayete ilişkin bilgileri Trabzon Emniyeti’ne verdiğini, dolayısıyla asıl oradaki görevlilerin suçlu olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Onun dikkatleri çekmeye çalıştığı, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay’ın, Emniyet içi kamplaşmada Akyürek’in karşı safında yer aldığını anımsayalım. Soruklu bir yandan Altay ve ekibine işaret ederken, bir yandan da, Akyürek’i cezadan korumak için, onun Trabzon’dan sonra atandığı istihbarat daire başkanlığı görevinde, Hrant Dink’in öldürüleceğine ilişkin bilginin gereğini yerine getirmediği gerçeğini unutturmaya çalışıyordu.

Kaba bir özetle:

Yasin Hayal = Jandarma + Ergenekon + Emniyet içindeki anti-Fethullahçı kanat

Erhan Tuncel = Fethullahçı polisler + Akyürek ve ekibi

Peki, hükümet bu resmin neresinde?

Duruşma salonunda, hükümetin bu cinayete ilişkin tutumunu, davaya sonradan atanan Savcı Hikmet Usta temsil ediyor. Başlarda, önceki meslektaşının tutumundan farklı olarak sorumluluk sahibi bir hukuk adamı portresi çizen savcı, kamuoyunda bir umut uyandırdıktan sonra, hayal kırıklığı yaratan bir mütalaayla, işi Ergenekon örgütünün Trabzon ayağına yıktı. Ancak bunun için herhangi bir kanıt göstermeyerek, amiyane tabirle havanda su dövmüş oldu. Savcı Usta, son duruşmadaki “Cinayeti devletin eylemiymiş gibi değerlendirmek yanlıştır, çünkü bu, devleti katil ilan etmektir, bir garabettir!” sözleriyle, tıpkı iktidar partisi gibi, devletin içindeki karanlık odakları ayrım gözetmeksizin ortaya çıkarmak yerine, ihaleyi gözden çıkarılan bir kesime yıkmakla yetinerek, kendini temize çekmeye çalışıyordu.

Böylece, Jandarma’nın, Ergenekon’un, Emniyet’in içindeki Fethullahçı ekibin ve karşıtlarının, hükümetin duruşma salonunda nerelerde oturduğunu gördükten sonra, insan sormadan edemiyor. MİT nerede? Hrant Dink’i tehdit eden, ancak daha sonra her nasılsa onun hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını ilan eden MİT, devletin bütün bileşenleriyle müdahil olduğu bu kritik davayı, şüphesiz ki, istihbaratçılara özgü bir şekilde sessiz sedasız ve mümkün olan her şekilde takip ediyor; süreci perde gerisinden yönlendiriyor.

Mahkeme salonunda başımızı biraz kaldırınca, duvardaki “Adalet devletin temelidir” sözünü görüyoruz. Ve hemen önünde, bütün kanıtlar ortadayken, yargılamanın gerçek bir adalet mecrasına girmesine müsaade etmeyen, “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyen mahkeme heyeti oturuyor.

İşte devletin temelinde böyle bir ‘adalet’ var. Adaletin de, böyle yılmaz bekçileri... 

Kategoriler

Güncel Gündem