Kürt meselesinin inanç boyutu 'Babamın Sesi'

Altın Koza Film Festivali’nde bu yıl en iyi film ve en iyi senaryo ödüllerini alan Babamın Sesi, 1978’deki Maraş katliamında dağılan Kürt Alevi bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Yönetmen Orhan Eskiköy, Maraş katliamıyla hedeflenenleri anlattı.

FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr

2009 yılında vizyona giren ‘İki Dil Bir Bavul’ filmiyle anadilinde okuyamayan Kürt çocuklarının Türkçe eğitim “macera”sını anlatan ekip, bu kez bir ses arşivi aracılığıyla Maraş Katliamı’nın gölgesinde Kürt-Alevi bir ailenin yaşadıklarını anlatıyor. 19. Uluslararası Altın Koza Film Festivalinde En İyi Film ve En İyi Senaryo Ödüllerini alan ‘Babamın Sesi/Denge Bawê Min, Maraş Katliamı’nın ardından yurtdışına çalışmaya giden ve o süreçte ailesine gönderdiği kayıtlarla ailedeki rolüne devam etmeye çalışan bir babanın sesiyle, oğlunun dağdan dönmesini bekleyen bir anneyle, Diyarbakır’da yaşayan bir Kürt genciyle, Türkiye’de Alevi ve Kürt olma hallerine bakıyor. Filmin yönetmeni Orhan Eskiköy, Maraş katliamının asıl hedeflerinden birinin Kürtlerle Alevilerin birlikte hareket ettiği muhalefeti kırmak olduğunu ve bunu başardığını söylüyor.

•          Babamın Sesi’nin çıkış noktasından başlayalım. Diğer yönetmen Zeynel Doğan’ın aile hikâyesinden filmin öyküsünü oluşturdunuz...

‘İki Dil Bir Bavul’u çekerken Zeynel’in evinde kaldığımız bir kış gecesi bize babasının ses kayıtlarını dinletti ve kendi hikâyesini anlattı. Kürtçe başlayan, arada Türkçeye dönen bu kayıtlar hatıra gibi kaydedilmemişti. Sanki bir hikâyenin başlangıcı ya da bir hikâyenin devamı gibiydi. ‘İki Dil Bir Bavul’daki Zülküf’ün Vehid’in hikâyesinin devamı...  

Biz o gün bir belgesel yapmaya karar verdik. Zeynel bazı kasetlere ulaşmayı başarmışken bazı kasetleri annesinin saklamasından dolayı alamıyorduk. Annenin neden kasetleri sakladığı üzerine düşünürken ise, bir arayış hikâyesi çekmeye karar verdik. Saklanan kasetlerde Maraş katliamı gerçeği vardı. Ailenin ve belki de tüm Kürt-Alevilerin hafızalarından silmeye çalıştığı gerçek. Tüm bunlar aynı zamanda Kürt meselesine başka bir perspektiften bakmak gerektiğini gösteriyordu. Yani Kürt meselesinin bir de inanç boyutu olduğu gerçeği.

•          Kürt meselesinin inanç boyutunda Maraş Katliamı’nın kritik bir eşik olduğunu düşünüyorsun...

Evet. Maraş katliamı hep Alevi katliamı olarak dillendiriliyor. Fakat bu çok da gerçeği resmeden bir tanım değil. Maraş’ta Sünni Kürtler ve Alevi Kürtler var. Sünni Kürtler Alevi Kürtleri katlediyor. Sünni Kürtler, devletin tetikçiliğini yapıyor. Esas olarak bu katliamda Kürt-Alevi’ler kıyıma uğradı. Katliam aynı zamanda, Kürtlerle Alevilerin birlikte hareket ettiği muhalefeti de kırmayı hedefliyordu ki bunu başardı. Maraş’ın ardından Aleviler sürekli geri adım atarak statükonun yanında konumlanmaya başladılar. CHP’ye doluştular, MHP’nin içinde yer aldılar. Devletin organize ettiği bu parçalama harekatından sonra Kürtler ve Aleviler artık ayrışmaya birbirleriyle mücadele etmeye başladılar. Aleviler, asla Kürt olmadıklarını sadece Alevi olduklarını savunur hale geldiler. Aslında bir inanç biçimi olan Alevilik bir etnik kimlik tanımlamasına dönüştü.

•          Filmde iki Kürt genç karakter var. Mehmet ve Hasan. Biri dağda, biri de Diyarbakır’da yaşıyor. Dağda olan Hasan’ın durumu “malum.” Ama Mehmet de çok “mutlu”, olan bitenle çok barışık değil. Son dönemde en çok tartışılan meselelerden biri Kürt gençlerinin duygusal kopuş içine girdiği. Mehmet’in durumu bu mu?

Kürt gençlerinin homojen bir yapıda olduğunu düşünmüyorum. Diyarbakır Bağlar’da fakirlik içinde yaşayan ve alışveriş merkezlerinde dolaşan Kürt gençleri arasında epey bir fark var. Duygusal kopuş dediğimiz şeyi yaşayanlar kadar, hangi markayı giyeceği, nasıl göründüğü gibi dertleri olan Kürt gençleri de var. Öte yandan İstanbul’da kendini sadece bir militan olarak görmeyen, okumuş etmiş, kendine bir hayat kurmuş, politik olarak da kendini ifade etme yolları bulmuş başka bir Kürt gençliği de var. Onların bir duygusal kopuş içinde olduğunu düşünmüyorum. Aslında böyle bir memlekette yaşıyor olmaktan dolayı ben ne kadar duygusal kopuş içerisindeysem kimi Kürt gençleri de o kadar duygusal kopuş içinde. Ama onların benden farkı, başlarını dağa doğru çevirmiş olmaları, bir özgürlük umutlarının olmaları, benim ise böyle bir umudum yok.

•          Filminde bir sahnede televiz-yonda Yılmaz Güney’in Umut filmi ve Başbakanın Almanya’da yaptığı asimilasyon konuşmaları var. Bu göndermelerin anlamı ne?

Özellikle Başbakan’ın asimilasyon üzerine yaptığı konuşmaları kullanmamın nedeni, Türkiye’deki iki yüzlü politikanın altını çizmek. ‘İki Dil bir Bavul’ filmi vizyona girdiğinde açılım sürecinin başındaydık ve Başbakan konuşmasında bizim filmi de zikrederek, ‘Bu filmle biz Türkiye’yi görüyoruz’ demişti. Biz o dönemde içeriği belirsiz bir “açılım”a dahil olmaktan rahatsız olmuştuk. Çünkü tarihsel deneyimlerimizden biliyorduk ki kurucu ideolojisini bir türlü terk etmeyen bu devlet, durup dururken kimseye sahip çıkmaz. Nitekim devletin “açı-lım”ının Habur girişleri sonrası nasıl patladığını gördük. Süreç içinde bir devlet bakanının “Sadece dağda kurşun atan değil, şehirde film çeken, yazı yazanlar da teröristtir” diyebilecek kadar çirkinleştiğini izledik. Ben de filmde tüm bunlardan duyduğum rahatsızlığı vurgulamak istedim. Başbakan’ın kendi ağzıyla düştüğü ikiyüzlü durumu ortaya koymaya çalıştım. Umut, ise Yılmaz Güney’in en sevdiğim filmidir. Bir sonra çekeceğim filmin de başlangıç noktası aynı zamanda. Bir sonraki filmde boşaltılmak istenen bir köy halkının hazine arayışını konu edeceğim. Dolayısıyla Umut’a bir selam göndermek istedim.

•          Hazine avcıları için eski Ermeni yerleşim yerleri en önemli mekânlar...

Ermenilerin tehcir edilmeden önce mal varlıklarını gömüp gittiği kulaktan kulağa dolaşan ve hiç bitmeyen bir efsanedir. Yeni filmimde de Türklerin yaşadığı ve aslında eski bir Ermeni yerleşim yeri olan bir köyün asker tarafından bir nedenden boşaltılmasından önce köylülerin giriştiği hazine avcılığı macerasını anlatacağım.

 

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema