Hasta

Hasta kelimesi,Farsçanın ağababası Pehleviceden gelirmiş, savaşta kılıçla yaralanan adem anlamında. Hain bir hapşırmada grip virüsüyle telef edilen bizler ne oluyoruz, bize ne demeli o zaman? İsmail Keskin'in bu haftaki hikayesinde...

İsmail Keskin
ismail.keskin@gmail.com

Sağlam adam olmak, su içmek gibi bir şey. Ne tadı var tuzu… Arada bir susayan şükreder, kimisi onun yerine küfrü basar ama su içtin mi bir daha su aklına gelmez. Hastalığın içindeyse bir bilginlik, bir erdem, bir tohum saklı sanki.

Hasta… Nereden geliyordu? Türkçe miydi? Has.. has… hastırmaktan hasta diyesim var ama kelime başka yere gidiyor. Arapça? Yok değil kökünden bir şey türemiyor… Bir de Farsçada deneyelim, haste. ‘Haste…Baştaki h kalın, sondaki e kapalı e. Yani şu Fransızca’daki havalı olan é. Khasté Farsçada “yorgun, kırgın” demek. Yok değil miydi? En iyisi sözlükten bakmak…

Ha…has… hasi…hast… hah buldum khaaste, (k)hasté. Vay anasını, Pehleviceymiş. “Bıçak veya kılıçla yaralanan adem” diyor. O zaman şimdi benim üzerimdeki bu kırgınlık, akan burnum hastalıktan sayılmıyor. Raporla okuldan yırtma işi yatar mı?

Neyse bizim dümbelek müdür, Farsça bilmez, hele Pehlevice desen, Farsça’nın ağababası nerden aklına gelsin? Pehlivan zanneder, başlar ata sporumuz ehem öhem zırvalarına. Bu haftayı şöyle en güzel yerinden beş günlük rapor paklar, zaten ne zamandır uslu uslu gidiyorum derslerime, kırmanın zamanı gelmişti. O yüzden, geç olmadan doktora gitmek gerek.

Ne meret bir şey şu faranjit. Sigara içmiyorum, bir de içsem kan kusturacak gaybana. Şimdi bir de nezleyle el ele verdi, canıma okuyor. Düşünüyorum da, nasıl bir şeydi sağlam olmak? Hani her bir yerin saat gibi işliyor. Ne dişin ağrıyor, ne başın! İnsan neden o vakit şükretmez de, saat durunca aklına gelir sağlıklı günleri?

Ulan cevabını verebilsem zaten insan olmazdım. Boş geç boş geç…

Hastayken giyinmek hiç dert değil. Çuval olsa fark etmiyor. “Hastayım, onu mu düşüneyim?” de, geç git. Sağlamken, o da dert. Derdi olmasa insan ne eder bulur zaten. Dünya da adama dert bulma konusunda yardım eder, ne yalan söyleyeyim…

“La rahate fid dünya” demiş Araplar, yani dünyada rahat yoktur. Doğru valla doğru. Şimdi hastayım, bir çeşit afyon çektim sanki. Tüm dertlerim uyudu, bu hastalık göz açtırmıyor. Hele bir iyileşeyim, tüm dertler asker gibi kapıma dizilecek. Hastayken, “aman sağlık olsun, her şey olur” dediğim hiçbir şey olmayacak. Neden? Çünkü tek sağlık yetmeyecek yine, azıtıp nankörlük edeceğim.  

Bu dünya öyle bir handır,

Yarısı gerçek yarısı yalandır.

Bu genç yaşta ölüm düşünülür mü? Daha otuz beş bile olmadım. Düşünmezdim ya, doktor olacak o cibiliyetsiz dana girdi aklıma geçtiğimiz sene. İki hafta yattım hastanede, bunaldım bir çıkayım, bir çay içip dönerim dedim. O ne yaptı? Lafı testlerden önce çıkarsan ölebilirsine getirdi. Tamam dedim, gidiciyiz herhalde. Ne oldu sonra? Testler tertemiz. Hooop, mezardan düşüverdin mi dünya denen hanın orta yerine? Dünya denilen yer bir bıçaksırtı. Öyle olmasa, dünya denen hanın iki kapısı da ne diye bıçakla açılıp kapansın? Doğdun, göbek bağı, sarılık, ekmek derken bir bakmışsın baş ucunda bir bıçak. Öldün, gözlerin kapandı, çenen bağlandı derken beyaz çarşafın üzerinde yine bir bıçak, şişmeyesin diye.

Of Allah’ım of… Ne zor geliyor merdivenlerden inmek, sağlık ocağına kadar yürümek… Sanki kanımı çektiler. Araba şart! Araba şart ama o kadar borcun altına girmeyi de gözüm yemiyor. Ne vardı öğretmen olacak? Yüksek lisansını yap, aran aran bulama, sonunda o Allah’ın belası KPSS’yi kazanasın tutsun da öğretmen oluver birden bire. Millet atanamadım diye ölsün, sen atandığına dert yan. Neden? Cevap basit. Okulda ben dahil herkes mal. Çocuklar aptal, öğretmenlerin hepsi kazma. Sen de girdin aralarına, oğlum Hikmet şimdi eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalırsın. En iyisi bıçakla kesivermek o eşeğin kuyruğunu da, khasté olsun khasté…

Doktor Yolunda

Ne olacak şimdi? Bu yolun sonunda sağlık ocağı var. Benim gibi okuyup okuyup bir bok olamamış pratisyen hekimin keyfine bakıyor koca haftam. Ya bir hafta azalacak bu çile, ya da yarın hasta hasta okula gideceğim çaresi yok. Hele bir vermesin raporu o doktor bozuntusu, yüzlerine hapşıra hapşıra tüm çocukları hasta etmeyen ne olsun.

Nereye gidiyorum ben? Hastaneye. Neden? Bıçakla yaralanmadım ki, burası da savaş alanı değil. Kılıç mılıç yok. Şimdi hastayım ya, daha yakın hissediyorum kendimi öteki mekana. Ya şu aradaki otuz kırk yılı alıversem bıçakla? Dünya hansa, hesabı ne kadar erken kesersem o kadar ucuza gelmez mi? Tüm kitaplar tersini söylüyor, bıçakla o sıcaklığı akıtarak bu handan ayrılmak tüm kitaplarda yasaklanıyor, öyle bir adama hiçbir cennette yer yok. O vakit çare yok yaşamak lazım. Demirden bir bıçak değil ama ipekten bir urgan değil mi zaman? Anbean boynuna sarılıp buruşturuyor adamı, sonra da nefesini kesiveriyor.

Boynumda ipek urganla khastehane kapısında. Bu kadar yaşlı adamı nereden toplayıp koyuyorlar bu kapının önüne? Anlaşılan en iyi ihtimalle günün yarısı burada geçecek. Şu aradaki sandalyeye kıvrılsam, uyusam, uyusam… Yedi uyurlardan da uzun, kıtmirin ömrünü tüketinceye… Hancı dahil herkes ölse, ben uyansam yepyeni bir dünyada, okuduğum her kelimenin mühim olduğu, adamı adam gibi yaşattığı bir zamana zıplayıversem ya da hiç uyanmasam. Tamam kabul ettim. Bıçakla kesip hanın çarşaflarını kana bulamak haram ama parasını ödedikten sonra uyuyup uyanmamak da değil a!

 

Kategoriler

Şapgir