Yıldız olmayan biri olarak Şevket Altuğ

Bu hafta, Levent Özata tonlarca yıldız arasında sönmeyi tercih eden Şevket Altuğ’un portresi çiziyor. Yaptığı en büyük bencilliğin kendinden çok rolünü önemsemesi olduğunu unutmadan.

Levent Özata
levozata@gmail.com

Kafamda iki titrek imge var. Birincisinde, Karadenizli kaptan (her kaptanın yapması gerektiği gibi) elinin ayası yere bakacak şekilde alnına dayayıp uzaklara bakıyor, açık denize doğru. Ona yaklaşan iki tayfanın selamı üzerine başlıyor anlatmaya sülalesinin hikayesini. O doğunca aile karışmış. Büyük amca, küçük yenge, ortanca hala, bütün hısım akraba sanki dünyanın meselesiymişçesine kavgaya tutuşmuş bir horon eşliğinde, bu uşağın adı ne olcak diye.

İkincisinde ise yaşlanmış bir adam, mezun olduğu lisenin arnavut kaldırım yolundan giriş kapısına doğru yürüyor. Titriyor bacakları yaşlılıktan olacak. Bir arkadaşının koluna girmiş zar zor ilerlemeye çalışıyor. İlk titreme ne kadar ustaca ise, ikincisi bir o kadar beceriksiz. Belli rol yapmıyor artık.

Şevket Altuğ, 1943 senesinde Balıkesir’de doğdu. Hani çocukluktan tiyatrocu olmak isteyen hayalperestler vardır. Altuğ onlardan mı bilinmez ama çok da düş dünyasında yaşamadığı daha lise yıllarından belliydi. 2010 senesinde ayakları titreyerek geçtiği arnavut kaldırımdan, 1950’lerde koşarak gidiyordu belki de. Böylece çok küçük yaşta çıktı sahneye, Galatasay Lisesi Tevfik Fikret Salonu’nda. Sonra da 1970’lere kadar pek inmek istemedi.  Önce Arena Tiyatrosu’nda yer aldı İstanbul’da, sonra yolu Ankara’ya düştü. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun ilk spotunu o taktı. İlk kez orada oynama şansı buldu Godot’u Beklerken’i. Sonra İstanbul’a geri döndü. Dostlar Tiyatrosu’nun kuruluşunda yer aldı.

Tiyatroda oynarken hiç meşhur olmadı Şevket Altuğ. Belki de ben yanlış söylüyorumdur. Meşhur olmak istemedi. Onun için kişiler önemli değildi, oyun önemliydi. En bencilce yaptığı hareket ise oynadığı rolü kendi üzerine yapıştırmayı iyi becermesi, hatta kendini unutup rolünün halini almasıydı. Çok kişi için söylenmiştir ama Altuğ daha 20’li yaşlarından itibaren usta bir tiyatrocuydu.

Kendi pek söylemese de, uzaktan uzaktan izlese de, aslında hep bir yandan bir sinema filminde oynasam nasıl olur diye düşünüyordu. Boşuna değil, lisenin arka bahçesinde kurulan film setinde Efkan Efekan’la çaktırmadan boy ölçüşmesi. Kolay değil. Sinema uzun boylu yakışıklı aktörlerin alanı. Neyse ki boydan kurtardı da, adımını attı sinemaya.

Sinemaya da hep tiyatro gibi baktı, önemli olan kendisi değildi. Filmin iyi olmasıydı. Bu yüzden star olmaya çalışmadı. Biliyordu ki, o ışık geçici. Nihayetinde kalıcı olan kendisi oldu. Bu yüzden mi bilinmez, hep yan ya da ikincil rolleri oynadı. Daha doğrusu yarattı o rolleri. Tokatçı’da o olmasa hırsızlık bu kadar yaratıcı olur muydu, ya da Kapıcılar Kralı’nın Votkacı’sı, Şekerpare’nin uyanık Hurşit’i, Şabanoğlu Şaban’da “Yunus ıdu Hızır idu” zaman zaman filmin önüne geçebilir miydi?

Artık devir onun devriydi. 1970’lerin sonuna doğru Yeşilçam sinemasının en önemli aktörlerinden biriydi. Ama Yeşilçam’ın her yaptığının da arkasında durmadı. Erotik sinema kuşağının uzağında kalmayı tercih etti. Çok fazla oyunda da yer almadı. O evde oturup çocuklarının yolunu gözlemeyi tercih etti. Böylece bir süre uzak kaldı, ekrandan da sinemadan da.

Ama hayat her zaman kıyıda kalanı orda bırakmıyor. O hiç star olmak istemese de, Türkiye’de 1990’larda açılan özel televizyonlarda yayınlanın bir avuç dizinin star oyuncularından biri haline geldi. Önce saf, ölçülü, yeri gelince kıskanç ama çoğunlukla şefkatli bir aşkın oyuncusu oldu Perihan Abla’da. Sonra da Çengelköy’ün Süper Baba’sına dönüştü.

Artık evinden çok çıkmıyormuş. Merak etmeyin, başta söylediğim gibi yürümekte zorlanmaktan falan değil. Kendi böyle tercih ettiğinden. Çoğu zaman İstanbul’da bile değil. Yazlık evinde daha sakin bir yaşam sürüyor. Kim bilir? Herkesin yıldız olduğu bir devirde sönmek daha anlamlı belki de.

Kategoriler

Şapgir

Etiketler

Şevket Altuğ