Yargının sorunu zihniyet değil denetim eksikliği

Hukukçu Prof. Osman Doğru, Türkiye’de yargı reformunun önündeki engelleri anlattı: “Zihniyet değişikliğine inanmıyorum. Zihniyet değişikliğini tedbir alarak yaparsınız. İşkenceye dair alınan önlemler var. Demek ki tedbir alınca olabiliyor.”

UYGAR GÜLTEKİN
uygargultekin@agos.com.tr

Yargı reformları konusunda hükümetin çalışmaları devam ediyor. Yeni yargı paketleri konusunda çalışmaları devam ediyor. Önemli düzenlemeler içeren 4. yargı paketinin önümüzde ki hafta parlamentonun gündeme gelmesi bekleniyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ışığında devam eden düzenlemelerin Türkiye’de hukuk sistemini ne kadar ileri taşıyacağı uygulamalar sonrasında görülecek. Türkiye, insan hakları konusunda uluslararası standartlara ne kadar yaklaşabiliyor, önümüzdeki yıllarda Türkiye’yi neler sıkıntıya sokabilir gibi cevap bekleyen sorular var. İnsan hakları hukuku alanındaki çalışmalarıyla tanınan Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndan Prof. Osman Doğru ile Türkiye’nin yargı reformları serüvenini konuştuk.

  • Türkiye, yargı paketleri ile insan hakları hukuku açısından AİHM kriterlerine ulaşmaya çalışıyor. 4. yargı paketi tartışmaları da devam ederken Türkiye’nin AİHM serüvenini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye 1990’da AİHM’in yargı yetkisini kabul etti. Yani AİHM ile çeyrek yüzyıldır devam eden bir ilişki var. Bu süreçte AİHM, bireysel başvuru aracılığıyla hak arama yolu haline geldi. İlk yıllarda kamu otoriteleri ‘bizi yurt dışına şikayet ediyorsunuz’ yaklaşımı içindeydi ama bugün artık bu tavır ortadan kalktı. AİHM yabancı bir mahkeme değil; Türkiye’nin bir mahkemesi. Kararlar çıkmaya başladıktan sonrada AİHM’in işlerini kolaylaştırmak için en son geldiğimiz noktada Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkı tanındı. Bu, oldukça önemli bir kazanım. AYM’ye bu tür davalar da gitmeye başladı. Başvurulara bakıldığında Türkiye’nin bildik sorunlarından farklı sorunlar için yapılan başvurular değil bunlar.

  • AİHM açısından Türkiye’nin en sıkıntılı olduğu noktalar neler?

Yaşam hakkı ihlallerine ilişkin başvurularda Rusya’dan sonra ikinci sıradayız. Yine kötü muamele, kişi özgürlüğü, uzun tutukluluk sorunu, adil yargılanma hakkı ve yeni yeni tartışmaya başladığımız özel ve aile yaşamına saygı hakkı, haberleşme hakkı, konuta saygı hakkı gibi sorunlar mahkemenin önüne giden sorunlar. 1990’larda çok ağır hak ihlalleri vardı. Özellikle yaşam hakkı ve işkence ile ilgili… Köy boşaltmaları ile ilgili olarak mülkiyet hakkı da o dönem sık sık gündeme geliyordu. Eskisi gibi değil artık; alınan tedbirler var. AİHM, verdiği kararlarla tam anlamıyla bir OHAL fotoğrafı çekti. OHAL’in kaldırılmasının temel nedenlerinden biri de AİHM kararları oldu. Şimdi bu kadar vahim boyutlarda ihlaller yok ama başka türlü ihlaller var. 2000’lerin sonlarına doğru kişi özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı konusunda yapılan ihlallerin sonuçlarını görmeye başlayacağız. Bu nedenle tedbirler alınmaya çalışılıyor. Örneğin adil yargılanma ve uzun yargılamalar ile ilgili AİHM mahkemesi karaları ışığında inceleme yapan bir komisyon kuruldu ama AİHM’e gitmeyen davaların durumu ne olacak? Bu şekilde binlerce dosya var ve çözümü yok.

  • Uzun tutukluluk ile ilgili sorunlar nasıl çözülecek?

Türkiye ile ilgili olarak AİHM’in verdiği kararlardan, Türkiye’de 13, 14 yıl gibi uzun tutuklulukların varlığını öğrendik. Tutukluluk süresinin makul bir süreye inmesi gerekiyor. Bunun için önce mahkeme gerekçeli tutuklama kararları verecek ki biz de makul sürenin ne olduğunu öğrenelim. Kanunda var ama uygulanmıyor. Tutuklama kararına gerekçe yazılmıyor. Tedbir almak gerekiyor. İtiraz yolları var ama 5. Mahkeme tutukluyor, 6. Mahkemeye itiraz ediyorsunuz. AİHM bu yolun etkili bir yol olmadığına karar verdi. Gerçekten esaslı denetim yapacak bir mekanizma kurulmalı. Üçer yada altışar aylık periyotlarla Yargıtay’a başvuru hakkı tanınabilir ve dosyaya esastan bakılabilir.

  • Başbakan yasal düzenlemelerin yapıldığını ancak yargının bunları  uygulamadığını şikayet ediyor? Yargı mı uygulamıyor, düzenlemeler mi yetersiz?

Düzenlemeler yetersiz. Tutukluluk gibi meselelerde hakime takdir yetkisi tanınması gerekiyor. Çünkü olayı gören, dosyayı değerlendiren hakimdir. Hakimin takdir yetkisi sınırsız değildir. Kanuna koyduk ama hakimler karar vermiyor denebilir mi. Türkiye’de iki tane mi iktidar var? Bir yargı iktidarı bir de siyasi iktidar mı var? Kanunun dediğini yapmayan, insan haklarına uygun şekilde kanunu uygulamayan hakim olabilir mi? Demek ki bazı eksiklikler var. Bunun tedbirini almak da iktidara düşer.

  • Yargıda zihniyet değişikliği gerektiği yönünde ki tartışmalar var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zihniyet değişikliğine inanmıyorum ben. O zihniyet değişikliğini siz ancak tedbir alarak yaparsınız. İşkenceye dair alınan önlemler var. Gözaltı süresi kısaldı, avukat girebiliyor, gözaltı öncesinde ve sonrasında rapor var. Demek ki tedbir alınca olabiliyor. Tedbir yöntemleri var. Almanya’da tutuklama konusunda 3 dereceli bir yaklaşım var. Karar veriliyor itiraz edeceğin bir üst mahkeme var, onun üstünde bir üst mahkeme daha var.

  • Yan yana iki mahkeme var. Aynı konuda biri başka karar verirken diğeri başka karar veriyor. Örneğin Kürtçe savunma konusunda karşılaşılan bir durum bu. Nasıl aşılır bu? 

Bazı kuralların hukuki yorumu ve uygulaması zaman alır. Bu normaldir. Ama siz sorunu hemen çözebilecek bir mekanizma kuramadınız. Bir mahkeme Kürtçe savunmaya izin verdi, diğeri vermedi. Ne zaman itiraz edebilecekler? Karar verilecek, ondan sonra. Bu sorunun yargısal yolla çözülmesi gerekir. Reddi hakim talep edilen durumlar oluyor. Örneğin Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un yargılanması. Özel yetkili mahkemede yargılanıyor. Başbuğ bu duruma İtiraz ediyor. ‘Benim yargılanma yerim Yüce Divandır, Anayasa öyle diyor’ diye itiraz ediyor. Ne zaman itiraz edebiliyor. Davada karar verildikten sonra. Bu gibi sorunların çözümü için belli mekanizmaların kurulması gerekli.

  • KCK, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda siyaset ile yargı arasında ilişkiler tartışma konusu oldu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?  

Her dava bir soruşturma ile başlar. Soruşturmaları polis ya da jandarma yapar. Savcının önüne gelir. Hakim kararı verir. Yani ilk başlatan siyasi otoriteye tabi olan polis. Sorunların yargısallaşması hakimin önüne geldiğinde olur. Bu tür büyük davaları başlatan siyasi otorite. Bir normu siyasi otorite de yorumlar. “Ben suç gördüm” diyebilir. Savcının önüne getirilir. Savcılar soruşturmaları çok iyi denetlemeli. Çünkü savcılar hukukçu. Polis değil. Önüne gelen her evrakı hakimin önüne taşımamalı. Yüzlerce klasörlük dosyalar var. Kısa sürede tutuklama kararı veriyorlar. Başlangıçta iyi yapılmalı. Suç kavramına ilişkin bir takım zorlamalar var. Hakimler biçimsel yaklaşıyor. Türkiye darbe teşebbüsünü aslında ilk defa yargılamıyor. Yassıada Mahkemeleri var. Diktatörlüğe giden bir partiyi yargıladıklarını iddia ettiler. Yargılama yaptılar. Doğru değildi tabii. Anayasayı ihlal suçunu öyle bir yorumladılar ki parlamentoda bir kanun maddesine el kaldıran herkesi cezalandırdılar. Yıktığınız bir iktidar var. Yargılamayı meşrulaştımak için suç ve kanıt bulmak zorundasınız. Şekli yaklaştılar. Ben mahkemeleri karşılaştırmıyorum. Yapılan işi karşılaştırıyorum. Günümüzde de şekle bakarak karar verilirse ilerde çok eleştirilirler. Hakimler de insandır, bir takım yargıları vardır ve bunlardan bütünüyle sıyrılmaları mümkün değildir ama onun verdiği kararlara bakarsınız. Hakimi verdiği kararlar üzerinden değerlendirmek gerek. Sözünü ettiğiniz Ergenekon gibi büyük davlarda kararlar henüz verilmedi. Şimdiye kadar verilen kararlara bakıldığında ciddi eleştirilecekler gibi görünüyor. 1990’lar işkence ve yaşam hakkı konusunda ihlallerin yılıydı. 2010’lar ise kişi özgürlüğü ve adil yargılama ihlallerinin yılı olacak.

  • Soruşturmanın gizliliği gibi sıkça karşılaştığımız bir durum var. Dink davasında 6 yıl geçmesine rağmen hâlâ gizlilik kararı var. Bu tuhaf değil mi?

Şüpheli bakımından da mağdur bakımından da ciddi problemler var. Avrupa’da soruşturmanın gizliliği ile ilgili denetim var. Bizde o yok. İddianame yazılacak, mahkeme kabul edecek ondan sonra göreceksin. “Senin hakkında biri bir şey söyledi, aleyhine konuştu, seni tutukluyorum” diyorsun. “Kim dedi, ne dedi” diyorsun, “Yok söylemeyiz” diyrolar. Uludere davası da Dink davası da böyle. Bu insanlar kendilerine kimin ne yaptığını öğrenmek istiyor. Soruşturmaya katkı sunabilmesi gerekiyor. Gizlilik kararına ilişkin olarak AİHM kararları var. Gizlilik kararı mekanizması, savunma hakkına ve mağdurun katılımına zarar vermeyecek bir hale getirilmeli.

  • Türkiye’de AİHM kriterlerine ne kadar uzağız?

Çok yakın değiliz. Bir çaba var ama tedbir alınması gereken acil noktalar var.  Öyle davalar var ki hukuk devleti olmaktan uzaklaştırıyor. İnsan haklarına dayalı hukuk sisteminiz yoksa küreselleşemezsin, zenginleşemezsin. Türkiye’de sermaye çevreleri de bunu görmeli artık.   

‘Sana daha sağlıklı konut verdim’ demek yetmez

  • Kentsel dönüşüm, vicdani ret ve asker ölümleri gibi konularda nasıl bir AİHM süreci ile karşı karşıyayız?

Konutun korunması hakkı var. Vatandaşın konutunu yıkmayacaksın, tahliye etmeyeceksin, koruyacaksın. Kentsel dönüşümden sonra vatandaş daha sağlıklı bir yapıda yaşayacaksa, mülkiyet hakkı zarar görmeyecekse sorun yok ama sadece bu da yeterli olmayabilir. Kentsel dönüşümden ortaya çıkan ranttan da o kişiler yararlanmalı. “Sana daha sağlıklı bir konut verdim” demek yeterli değil. TBMM çıkardığı kanunları haklar ve özgürlükler açısından incelemeli. Medeni kanunla ilgili,  cinsiyet ayrımcılığıyla ilgili ciddi sıkıntılar var. Alevilerin zorunlu din dersine girmesiyle ilgili yapılan düzenlemeler de yeterli değil. Ayrıca nüfus cüzdanındaki din hanesinin kaldırılması gerekiyor. Bu konularda başvuran herkes AİHM’de dava kazanabilir. Vicdani ret konusunda da mutlaka açık seçik bir düzenleme yapılmalı. Asker intiharları konusu da öyle. Kışlalarda şüpheli ölümler olduğu söyleniyor. Şüpheli asker ölümleriyle ilgili hızlı ve bağımsız soruşturma yapılmalı ve bu soruşturmaların sonuçları kamuoyuna açıklanmalı.

Kategoriler

Genel