Kelebeğin rüyasını Cancigyan da gördü

40 kuşağının önemli şairlerinden Garbis Cancigyan, 26 yaşında hayata veda etmişti. Yaşam hikâyesi Yılmaz Erdoğan’ın filmi Kelebeğin Rüyası’ndaki genç şairlere şaşılacak derecede benzeyen Cancigyan’ın öyküsünü Ohannes Şaşkal yazdı.

OHANNES ŞAŞKAL

Garbis Cancigyan’ın ölümünün üzerinden tam 67 yıl geçmiş! 1940 Kuşağı Türkiye Ermeni şiirinin önemli şairlerinden biri olan Cancigyan, 6 Ocak 1920’de İstanbul, Samatya’da doğar. Yakalandığı ‘ince hastalık’tan yakasını kurtaramayarak, 26 Şubat 1946’da, henüz 26’sındayken hayata veda eder.

Bütün bir Ermeni kültürü ve sanatında olduğu gibi, Ermeni şiiri de 1915’te, şairleri ölüm yollarında katledilerek, düpedüz derin bir sessizliğe gömülür. O görkemli şiir geleneği de gövdesinin dibinden budanmış olur adeta. Kıpırdanma 1940’lara doğru başlar. Yeni yetme şairler, bir yandan klasik Ermeni şiirinden, bir yandan da yüzyıl başında gürül gürül akan modern Ermeni şiirinden beslenirken, öte yandan da Türk şiirinin eksenine yerleşen ‘Garip’ şiir akımına da kayıtsız kalamazlar; bu akımdan hatırı sayılır bir biçimde etkilenirler. O kadar ki, bu dönemde şiir yazmaya başlayan Cancigyan da, arkadaşı şair Haygazun Kalustyan’la beraber bu etkinin yörüngesinde kaleme aldıkları şiirleri ortak bir kitapta toplar. ‘Balkıs’ adıyla yayımlanan kitap, 1942’de, Orhan Veli’lerin ‘Garip’ kitabının yayımlanışından bir yıl sonra okuyucuyla buluşacaktır. Ermenice yazılan şiirlerin Türkçe çevirileri de yer alır kitapta. Şiirler estetikten yoksundur, Türkçe şiirlerde ifadeler cılızdır. ‘Garip’ akımı özenciliğiyle ve dönemin ruhuna uygun bir biçimde, çoğunlukla kısa tutulan; şaşırtmaya güdülü, neredeyse çocuksu, naif ve basit buluşlarla bezeli şiirlerdir bunlar. Hoş olan, onların, farklı deneyimlerle, kendi şiirlerinin serpilmesine ve ne yapmaları gerektiğine katkı sağlamış olmalarıdır. Çünkü hemen sonrasında, Cancigyan’ı, kendi sesini bulmaya dönük, ciddi yapılanmalar içinde buluruz. Ölümüne kadarki süreçte yazmış olduğu ve 1950’de, ölümünden sonra yayımlanabilen ‘Ore Or’ (Günden Güne) adlı şiir kitabında vücut bulan, son derece çarpıcı, etkili şiirleri, Cancigyan şiirinin gelişim sürecini görmemize olanak sağlar. Cancigyan’ın özencilikten kurtulmuş ve güven bulmuş şiirleri, usta bir anlatım diliyle derinlik kazanıp gövdelenirken, akıcı, kıvrak bir söyleyiş biçimiyle de buluşmuştur.

Cancigyan, şiirlerinde, ezilmişlerin, hor görülmüşlerin, kaybedenlerin, kısacası ‘küçük insanlar’ın ıstırap, özlem ve umutlarına sahip çıkar; onları, benliklerini sarıp sarmalayan 1930’lu, 40’lı yılların yoksulluk ve yoksunluklarının kıskacında, çıkışsızlığa hapseden ruh halleri içinde yansıtır. Ancak, sınıfsal özüne vurgu yapılmasa da, şiire konu olan ve şu ya da bu gibi adaletsizlikleri ima eden insani-toplumsal olgular, onun dizelerinde vicdani bir karşı çıkışın sezgisel yansımaları olarak belirir.

İnce ruhlu ve hüzünlüdür Cancigyan’ın şiirleri; okurken yutkunursunuz. Buna karşın, öfke barındırmazlar. Sessiz, kırılgan bir çığlık gibi, vicdani birer çağrıdırlar. Şiirlerinde şefkat vardır Cancigyan’ın; başkalarının acısıyla hemhal olmak vardır; insan ruhunu kemiren suskun kederleri can evinde hissetmek vardır. ‘Mahkûmun Karısı’ şiiri, benzersizdir; insani hasretlerin, aşkın, sevginin, çaresizliğin son derece sarsıcı ve zengin bir anlatımı olarak karşımıza çıkar.

Cancigyan yaşıyor olsaydı, şiiri nerelere evrilir, nasıl bir gelişim çizgisi izlerdi; tahmin edemiyorum... Verimlerinin bu kadarcıkla kalmayacağı apaçık! Son dönem şiirlerinden yola çıkarak söylersek; onlarda vücut bulan, has şairlere vergi yüksek düzeyli yaratıcılıkla, Cancigyan, kuşakdaşları Zahrad gibi, Khrakhuni gibi, bir sonraki kuşaktan İkna Sarıaslan gibi önemli şairlerin yaratımlarıyla katkıda bulundukları Ermeni şiirini daha bir zengin kılıp çeşitlendirecekti, eminim. Nelerden mahrum kaldığımızı kestiremiyorum.

Cancigyan’ın kendinden gayrı görmediği toprağa, havaya, rüzgâra ve ekmeğe adanmış şiirleri de güzellemeler olmanın ötesinde, birer şükran gibidir.

Cancigyan, hastalığı ilerlediğinde sona yaklaştığının farkındadır. Ölümünü ‘gün batımı’na benzeterek, hayallerini, umutlarını yüzüstü bırakıp, iç dünyasının çalkantıları içinde sönüp gidişini incelikli bir anlatımla dizelere döker. Cancigyan’ın çelimli, neredeyse onu ustalığının doruğuna çıkaran ‘Gün Batımı’ şiiri, daha çok, ‘veda’ sözleri olarak değerlendirilmelidir. Ona en derin saygılarımla...

Kategoriler

Kültür Sanat Edebiyat