“Bir araya gelme sebebimiz kendimize ve çevremize verdiğimiz rahatsızlıklarla yüzleşmek”

Aslı Türker, erkekliğin rahatsız bir kıyafet olduğunu fark eden, ayrımcılıkla, eril şiddetle, ataerkil sistemle mücadele etmeye çabalayan Rahatsız Erkekler’le söyleşti: “Kemalist proje özgün değildir, ulusla özdeşleşmiş devlet fikri o dönemde birçok ülke tarafından kullanılmıştır. Temelinde de ülkede kadınların en büyük görevinin ulusa yaraşır çocuklar yetiştirmek olması yatar. Bir taraftan kadını özne yapma amacı varken öte taraftan aksine bir projenin bileşeni olmaya mahkum ediyor. Ulusun kadını oluyor yani.”

Aslı Türker
asli.turker@gmail.com

Bilinen Sır kitabında yer alır şu cümle: “Kadın sorununa duyarlı erkek değil, erkek sorununa duyarlı erkeklere ihtiyacımız var”. Anlaşılan erkeklerin iktidar sahibi olduğunu a priori kabul eden kadınlar sadece kendi özgürleşme süreçlerini baltalamıyor, erkeklerin de önüne set çekiyor.

Karşınızda “rahatsız” erkekler… Neden mi rahatsızlar? Cinsiyet ayrımcılığından, heteroseksizmden ve eril şiddetten.

Rahatsız Erkekler’in sosyal medya sayfalarından ve bloglarından (http://rahatsizerkekler.blogspot.com/) göreceğiniz üzere aslında çok rahatsız bir kıyafet erkeklik. Bunu fark eden ve “kral çıplak” diye bağıran Rahatsız Erkekler grubundan Kürşad Kızıltuğ, Oğuzhan Keskin, Göksenin Ekiyorum, Özkan Öztürk, Murat Emer ve Orhan Cerav ile kadınlık, erkeklik ve hareketleri üzerine söyleştik.

Ne dersiniz, erkeklik kabuğunun altında yatanla yüzleşmeye biz kadınlar hazır mıyız?

  • Hareketinizi  nasıl tanımlıyorsunuz? Feminist hareket içinde mi, LGBT hareket içinde mi, queer mi, yoksa hepsinden bağımsız mısınız, nerede konumlandırıyorsunuz kendinizi?

- Hiçbiri, biz Rahatsız Erkekleriz. Buna benzer Türkiye’de, aynı şeyi yapmaya çalışan hareketlerin hep böyle bir tanımlama kaygısı var. Hangi hareket içindesiniz, bir şeyin destekçisi misiniz, bir şeyin karşısında duruyor musunuz gibi... Bizim böyle bir kaygımız yok.

  • Profeminist misiniz? Daha genel bir bakış açısıyla sizce erkeği “feminist” olarak tanımlamak mümkün müdür?

- Genel olarak grubun kendisi için öyle bir tanımı yok.

- Ben kategorik olarak dışlıyorum o terimi. Ama bir erkek ben profeministim dediğinde onun niyetini sorgulama hakkını görmüyorum kendimde. Çünkü orada da elbette cinsiyetçi olmayan ataerkilliğe karşı, eril tahakküme karşı, erkekliği reddeden bir profil var ve o bunu profeminizm olarak adlandırıyor. Profeminizm zaten bizim gibi erkekleri nereye koyacaklarını bilemedikleri için çıkmış, 1996’da uluslararası konferansta feministler tarafından ortaya atılmış bir kavram. Ne demek, feminizm yanlısı. Bizim meselemiz feminizm yanlısı olmak değil. Çünkü bu, bana öyle geliyor ki halen kendi hakim konumunu teyid edip, bunda hiç bir değişikliğe gitmeden feminizm yanlısı olmayı içeriyor. Oysa erkekliği yalnızca hakim, egemen, muktedir diye tarif etmenin kendisinde bir sorun var. Bu aslında sürekli olarak patriyarkayı söylemsel olarak da yeniden üreten bir şey. Aksine hiç öyle değil. Erkekler çok kırılgan ama öyle görünmüyorlar. Bir takım toplumsal ilişkiler içinde eziliyorlar ama bunu saklıyorlar. Erkeklerin halleri durmadan ezilip durmadan kuyruğu dik tutmaya çalışan bir vaziyete benziyor. Bunun içinde değişen hiyerarşik ilişkileri içinde bazı yerlere, çocuklara, kadınlara, eşsinsellere, başka erkeklere, karşı futbol takımına, bir etnisite içinden bir diğerine, bir yere doğru o baskıyı, tahakkümü yeniden kurmaya çalışıyor. Aslında mutlak egemen falan da değil erkekler. Tek bir erkekliğin de olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Birçok örnek içinde erkekliğin işlemediği bir yığın durum var.

  • Nedir erkekliğin işlemediği durumlar?

- Toplumsal ilişkilerde, hiyerarşik konumlar içerisinde ast erkekler üst erkekler karşısında erkekliği hiç işletemiyorlar. Pınar Selek’in kitabı Sürüne Sürüne Erkek Olmak bunu sadece militarizm bağlamında ortaya koymaktaydı ama bu her yerde böyle, mahallede de, kahvede de, üniversitede de, yurtta da, bir şirketin içinde de. Daha yakışıklı olan, daha parası olan, daha fazla itibarı olan, daha fazla çevresi olanlar karşısında diğer “ezik” ler, pısırık olan, sesi az çıkan, kendine güveni olmayanlar var. Erkekler arasında böyle bir dağılım var. Mutlak güçlü erkekler yok aslında. Ama bütün erkekler bunu varmış gibi düşünmeye eğilimli. Hegemonik erkeklik bir erkeklik imgesini inşa ediyorsa fiili erkekler, o erkek imgesiyle değişik mesafeden ilişkiye geçiyorlar. Her erkek farklı bir şekilde o erkekliği icra ediyor. Son derece dinamik, kimi yerlerde güçlenen kimi yerlerde zayıflayan bir erkeklik hali var aslında. Bunu söylediğimizde politik olarak belirteceğimiz şey şu olur; bizim tarzımızda hareketler içinde erkeklerin meselesi kendi erkekliklerini dönüştürmek oluyor. İktidar ilişkisinin parçası olduğu yerde o iktidar ilişkisinden çıkmamız, insani anlamda zayıf düştüğümüz noktada da insani kapasitemizi arttırmamız gerekiyor.İktidar olma anlamında değil de, kelimenin pozitif anlamında güçlü olmak. Mesela duygusal ilişkilerde daha başarılı, daha duyarlı olmayı becerebilmek gibi. Bu da şu demek oluyor; erkeklerin sosyal kuruluşu kadınların sosyal kuruluşundan çok farklı. Bizim yapmamız gereken erkekliğin sosyal kuruluşunu anlamak ve ona göre bir mücadele tarzı geliştirmek. Ne olduğumuz üzerinden kendimize karşı bir mücadele geliştirmek.

  • Rahatsız Erkekler’den nasıl haberdar oldunuz? Neden bu oluşumun içindesiniz?

- Rahatsız Erkekler 3 hafta kadar önce bir atölye çalışması gerçekleştirdi. Daha çok giriş niteliğinde olmasına rağmen, aynı dertten muzdarip olan insanlar birbirleriyle paylaşımda bulunuyorlardı. Benim kendimde gördüğüm kişisel bir rahatsızlık vardı, atölyeyi duyunca katıldım ve düzenli olarak bu oluşumun içinde yer almaya karar verdim.

- Ben zaten Facebook grubunu ve blogu kullanan arkadaşlarla temas halindeydim. Aktif olarak içinde bulunmam kürtaj yasağına karşı erkekler oluşumuyla başladı. Ben o süreçte, yani grubun kurulma sürecinden hemen sonra katılanlardanım.

- Hemen hemen aynı süreçlerde başladık ancak bu erkekliğe dair farkındalığın tarihi daha eski. Rahatsız Erkekler öncesinde Erkek Muhabbeti sürecinden ve Biz Erkek Değiliz insiyatifinden bahsedebiliriz.

  • İktidar rolünü erkek almazsa kim alacak? İktidar kadına mı geçsin ya da bu role ihtiyaç var mı en temelde?

- Erkekliği konuşurken iktidarı konuşmak çok gerekli ama iktidardaki yerini erkek terk ettiğinde kadın almalı sloganıyla hareket edersek hatalı olur. Kadın iktidara geldiğinde erkek gibi hareket edebilir. Bunun örneklerini görebilirisiniz. Benim için erkek iktidarını sorgulamak iktidarın yerini de sorgulamayı içeren bir süreç. Kişilerin arasında veya toplum ilişkilerinde bir iktidar olması gerekmiyor. Erkeklik iktidarı her yerde türeyebilen, her ilişkinin içinde görülebilen bir iktidardır. Çocukluğunuzdan beri size öğretilen, doğruluğuna inandırılan bir durumu sorguluyorsunuz. Benim adıma bu erkekliğin iktidarını sorgulamaktan çok iktidarı sorgulamak anlamına da geliyor.

- Kadın cephesi de bir iktidar hedefleyebilir, ancak bence tüm bunlar erkek egemen sistemi besleyecektir.

- Bizim tarihimiz erkekliğin tarihi aslında. Cemal Bali Akal İktidarın Cinsiyeti diye bir kitap yazmıştı. Orada tüm ilkel kabilelerin kurucu mitlerinde hep kadın iktidarda ve tarih, o kadının bir şekilde devrilip erkeğin iktidarı ele almasıyla başlıyor. Dolayısıyla medeniyet tarihinden çok daha uzun süredir iktidarla özdeşleşmiş bir erkeklik tarihi var. Bunu kırmak diye bir şey varsa bunun nasıl olacağına dair bir fikrimiz yok. Kırılması gerek ama bence bunun cevabı iktidarı kadınlar alacak veya ikimiz birden bırakacağız değil. Bu cevap süreç içinde ortaya çıkabilir.

  • Erkeklik  sınavı hiç bitmiyor mu, “zor zanaat” mı erkeklik?    

- Ben şahsen böylesi patriyarkal toplumda yaşayan bir insan olarak erkeklik zor zanaat demeye utanırım. Ama öte yandan patriyarkal toplum bu çember içinde yaşamak istemeyen erkekleri de zorluyor. Dolayısıyla evet bir anlamda zor zanaat ama bu toplumda kadınların, ezilenlerin yani ataerkil düzenden birebir daha açık bir şekilde mağdur olanların yanında bence açıktan erkeklik zor zanaat demek biraz zor.

- Erkeklik, durumunun toplum içinde bulunduğu konumu tartmaya başlayınca zorlaşan bir zanaat. Ama zorluğu üzerine gidilmesi gereken bir durum aynı zamanda da. Zor zanaat demek hoş değil. Erkeklik kavramını cinsiyetten ayırırsak toplumsal erkeklikten bahsettiğimizde bu durum hem erkekler hem de kadınlar için zor zanaat.

- Şüphesiz zor zanaat. Kadın meselesiyle çok iç içe olmasına rağmen bizim bir araya gelme sebebimiz kendi erkekliğimizle ve bunun paralelinde bir yığın konuyla yüzleşmek. Kendimize ve çevremize verdiğimiz rahatsızlıklarla yüzleşmek.

  • Türkiye halklarından gidersek Türklerde, Kürtlerde ve Ermenilerde aynı ataerkil yapıyı gözlemek mümkün. “Erkeklik” doğu toplumlarında daha şiddetli tesis ediliyor olabilir mi sizce?

- Bu işin üzerine ciddi antropoloji, sosyoloji araştırmaları yapılsa, kentten kıra, Doğu’dan Batı’ya, İslami kültürlerden Uzak Doğu kültürlerine bakılsa erkeklik hallerinin artikülasyonlarında bir takım farklılıklar görebiliriz. Ben bunun evrensel olduğunu düşünüyorum. Ancak farkın, coğrafi veya etnik, kültürel olmasından çok, toplumsal yapının değişmesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü değişimleri orada görüyoruz. Kırsal toplumdan kentsel topluma, tarım toplumundan sanayii toplumuna... Onun dışında kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz gibi olaylara bakarsak, zalim sonuçlarının istatistiklerine mi bakacağız mesela? Bunlar büyük tartışma konuları. Ama üç-beş göstergeyi göz önüne alıp, bir takım eril beden performanslarına bakabiliriz. Söz gelimi filmleri göz önüne alalım. 19. yüzyıl samuray kültürünün anlatıldığı bir Japon filmi de, keza 20. yüzyıl Yakuza mafyasının anlatıldığı bir Japon filmide de, Amerika’daki avantür filmleri de bu açıdan benziyorlar aslında. O temsiller üzerinden anlayabiliyoruz durumun evrensel olduğunu. Ama bu sorunun değerli yanı şu, kendinden erkeksiliği uzaklaştırmak için özellikle kentli ve eğitimli erkeklerin kolaylıkla sığınabildikleri, kullandıkları savunma mekanizması bu. Eğitimli olmamak, Doğulu olmak, İslam kültürünün etkisi altında kalmak gibi... Bir Aborjin kabilesinde 20 yıl kadar bir süre içinde yapılmış bir saha çalışması 50.000 yıldan beri o Aborjin kabilesinde cinsi eşitlikçilik kültürünün var olduğuna dair muazzam bir veri ortaya koyuyor. Dolayısıyla uygarlıktan daha geriye doğru gidince zaten bu durumun kapitalizm ve uygarlıkla daha da geliştiğini görüyoruz.

  • Akademik çalışmaların toplumsal tabanda fazla ilgi görmediği gerçeğinden yola çıkarak bu konuların geniş bir toplumsallık kazanma şansı var mıdır?

- Ben anayasa hukuku çalışıyorum. Ülkede anayasa yapılıyor, hiçbir üniversiteden anayasayla ilgili ses yok. Bir anayasa profesörü çıkıp içeriğe dair bir şey söylemiyor. Akademik çalışmalar toplumsal hayatımıza zaten hiçbir yerde etki etmiyor. Bu daha çok akademinin toplumdan kopukluğuyla ilgili. Bizde üniversiteler meslek okulları statüsünde. Maalesef bizim tarihimizde akademik çalışmaların toplumu etkileme durumu yok. Sivil toplum lafını çok sevmiyorum ama aslında biraz da biz bu sebeple sivil toplum tarafından gidiyoruz.

- LGBT hareketiyle ve feminist hareketle benzer bir bakış açısı geliştirilebilir burada. Hacettepe Üniversitesi’nde Antropoloji hocası olan Tayfun Atay aynı zamanda Radikal gazetesinde düzenli köşe yazıları yazar ve yazdığı köşe yazılarının kayda değer bir bölümü de toplumsal cinsiyet ve erkeklik üzerinedir. Akademik bir bilginin getirdiği bakış açısı genişliğini son derece anlaşılabilir şekilde günlük bir gazeteden yaygınlaştırıyor. Bu çok iyi bir yaklaşım. Bizim gibi oluşumlara düşen görev akademik bilgiye gözü kulağı açık olmak. Birisi, örneğin Konya’da kahvehane erkekliği üzerine bir alan çalışması yapıyor, bir başkası sporda araştırmalar yapıyor. Bütün bu araştırmalar, bizlere üzerine siyaset inşa edebileceğimiz zemini kurma açısından veri sağlıyor. Bizim bunu yapabilme gibi bir imkanımız yok. Biz kendi sosyalliklerimiz üzerinden topluma baktığımızda bu sınırlı bir çerçeve olacak. Akademik çerçeveyle içli dışlı olmamız aynı zamanda politika geliştirme yeteneğimizi güçlendirecek. Soyut konuşmalar yerine akademik bilgi bize pratiğin bilgisini sağlıyor. Bizim bunun üzerine bir politik pratik inşa etme şansımız var. Aradaki kayış olmamız gerekli: toplumsal pratiği eyleme dökecek siyasal pratikle akademik bilginin arasında bizim gibi kayışlara ihtiyaç var. Akademi bunu yapamaz.

  • Radikal solun söz ettiğiniz amaca yardımı olabilir mi?

- Olmak zorunda.

- Aslında istiyoruz. Erkeklik ve hegamoni tartışmasını radikal solun içine taşımak gündemimizin içinde. Çabalıyoruz. Şunu söylemek sanırım yalnış olmaz. Türkiye’de sol bugüne kadar hep erkekti. Kadın hareketi, radikal sol içindeki erkekler tarafından kadınların yaptığı bir hareket olarak bırakılma yönelimindeydi. Biz bu konuyu oradaki erkeklere tartıştırmak istiyoruz. Çeşitli sol çevrelerle, partilerle, sendikalarla bu konuyu konuşmak gündemimizde var.

  • Kemalist modernleşme projesinin kadın devrimi nerede tıkanıyor sizce? Hükümetler yoluyla gelen kadına özgürlük ve modernleşme projeleri ne derece işlevsel?

- Kadını evden çıkarma, siyasi hak verme, seçme seçilme hakkı gibi şeyler aslında görünürde  kadının toplumda varolmasını sağlıyor. Ama gerçek diskurun içine girdiğimizde gördüğümüz bir ulus yaratım süreci. 20. yüzyıl ulus devlet yaratma yüzyılıdır. Biraz tarihi de anlamak gerek, başka türlü olamazdı o tarihi kontekst içinde. Kemalist proje özgün değildir, ulusla özdeşleşmiş devlet fikri o dönemde birçok ülke tarafından kullanılmıştır. Temelinde de ülkede kadınların en büyük görevinin ulusa yaraşır çocuklar yetiştirmek olması yatar. Bir taraftan kadını özne yapma amacı varken öte taraftan aksine bir projenin bileşeni olmaya mahkum ediyor. Ulusun kadını oluyor yani.

- AKP’nin yaptığı da şu anda benzer bir şey. Kürtaj yasağı meselesi, üç çocuk beş çocuk yapma meselesinde de bir istilacı ulus teması var. Nüfusumuzun artması, genç çalışan gibi amaçlar üzerinden kadına ve çocuğa verilen görevler var. Bence bu Kemalist söylemlere benzeyen bir şey. Ulusallaşma sürecinde devletin halka biçtiği rolden farklı bir şeyi şu anda da yaşamadığımızı düşünüyorum.

- Bu modernleşme projeleri üçüncü dünya ülkelerinde genelde hep bir model üzerinden çalışıyor. Bir kere birine bir hak vermek kendi içinde problemli bir söylem. Zannetmiyorum ki kadınların aklına fikrine güvenildiği için hak verilmiş olsun. Onun dışında seçme seçilme hakkı verilmesi sadece proje kapsamında yapılması gereken bir noktanın tamamlanması. Bu düzenleme yapılıyor ama mesela mecliste kadın yok o dönem.

- Kadın hareketi mesela 1890’larda var. Hem Ermeni kadın hareketi var hem de daha geniş anlamda Osmanlı tebaasında bir sosyalist hareket olduğu gibi bir de kadın hareketi var. Bu cumhuriyetle ortadan kalkıyor. Hatta bu anlamda o proje özgür kadın oluşum hareketini engelleyen bir faktör olmuştur.

- O süreçte kadın hareketi kendi kendini fes ediyor. Devrim bize tüm haklarımızı verdi, artık harekete gerek yok diyorlar. Bu bile çok fazla şey anlatıyor aslında.

- Kemalist devrimin kendi kapitalist ufkunu aşan bir hali yok aslında. Verdiği özgürlük kapitalizmin gereksindiği, feodal ilişkilerin kapattığı kadını kapitalist ilişkilere hazırlayacak özgürlük. Daha fazlası değil. Dolayısıyla bir devrim söz konusu değil bence, sadece kapitalist ilişkilerin gerektirdiği noktada toplumsal ilişkiler yeniden organize edilmiş.

  • Heteroseksüalitenin mevcut kadın ve erkek rollerinde ne kadar belirleyici rolü var?

- Heteroseksüellik doğal ve güzel olduğuna inanılan, toplumun da inanması, bunun üzerinden yürümesi beklenen bir düşünce biçimi. Dolayısıyla bu standardın dışına çıktığınızda heteroseksüel hissetmediğinizde, öyle davranmadığınızda o normu bozuyorsunuz. Mesela queer politikalar bizim için bu anlamda önemli. Toplum içinde kadın ve erkek rolünü kuran kavramlardan biri de heteroseksüel tahakküm. Örneğin zaten heteronormatif bir model olan ailede anneler babalar direkt olarak çocuklarının heteroseksüel olduğunu varsayarlar. Ebeveynlerin aklına hiçbir zaman çocuklarının cinsel yöneliminin eşcinsel veya biseksüel olabileceği veya cinsel kimliğinin trans olacak gelmez. Bütün cinsiyet kimliği üreme üzerine kurulu: insanlar üremek için evleniyor, üremek için sevişiyorlar, üremek için aşık oluyorlar gibi... Bu algıları değiştirmek gerekiyor. Bütün dünyada heteronormativite baskın ve her şeyi belirliyor.

  • Kürtaj yasağı gündeme geldiğinde “Devletin kadınlara dair söylediği her şeyin erkekler üzerinde de bir karşılığı olduğunu görünür kılmaya çalışıyoruz” demişsiniz. Neydi kürtaj yasağında sizi rahatsız eden?

- Bu duruma kayıtsız kalmamız kendimizi fes etmemiz anlamına gelirdi. Bizim daha çok üzerinde durduğumuz devleti ve egemenleri bu meselenin dışında tutmaktı. İş kürtaj meselesine gelmeden önce erkeğin üzerine düşen görevi görünür kılmak istedik. Kürtaj noktasına geldiyse, kararı verecek olan ilk aşamada korunmayan erkek mi? Kürtaj meselesi kadının göğüslemesi gereken ciddi anlamda travmatik bir durum. Hal böyleyken, biz erkekler olarak hem kadınlara bu konudaki iradeleriyle ilgili önlerine ciddi bir şerh koyar oluyoruz hem de bu konunun evveliyatıyla ilgili de bir takım handikapları görünmez kılmaya çalışıyoruz. Tam da bu noktada biz Rahatsız Erkekler olarak dedik ki, bu konuda erkeklerin de kesinlikle sorumluluğu vardır ama iş kürtaj noktasına geldiyse erkeklerin bu konuda tek başına söyleyecek bir lafı yoktur. Karar kadınındır, bu konuyla ilgili erkeğin veya erkek egemen zihniyetin belirleyici olma çabası kendiyle ilgili o durumu içleştirmek, yok saymak ya da görünür olmaktan çıkartmaktır. Bizim yapmaya çalıştığımız şey de bu durumu görünür kılmaktı.

- Devletin kürtaj yasağını gündeme getirmesi tam cisimleşmiş erkek egemen devlet tavrıydı. İktidarın söylemine bakalım; üç çocuk, beş çocuk, aile yapısı, kadın ve aileden sorumlu bir devlet bakanı, bölgede büyümeye çalışan bir Türk ulusu imgesi ve aileye biçilen rol... Bu rol içerisinde de değerlendirmek gerekli kürtaj yasağını. Bir İslam toplumu varsayımı var ama yıllardır Amerikan toplumunda süregelen bir kürtaj tartışması buraya devrolunuyor. Devrolurken bunun İslam içinde yeri nedir, var mıdır yok mudur tartışmalarını getiriyor. Bunların hepsini bir yerde bırakınca esasen mevzu devletin makro politikasını mikro ölçekte insanlara dayatması. Burada her şeyden önce insan bedenine bir saldırı var, onun bedeni hakkında hükmünü elinden almak ve arkadaki söylemde erkeğe de damızlık muamelesi yapmak... Kadın bedenine yapılan saldırı kadar, erkeğe bu muamelenin yapılmasına da karşı çıkmıştık.

- Orada erkek iradesine de bir saldırı var. Öncelikle istenmeyen bir gebelik vuku bulursa orada karar verici olamaz erkek. Devlet buna müdahale ettiğinde o zaman sadece kadın bedenine bir saldırıda bulunmakla kalmıyor, o ilişkideki erkeği de zorunlu olarak babalık ilişkisine sokmak istiyor. Elbette bunu seçecek olan tek kişi kadındır, elbette ki bu kadın hayat arkadaşı, eşi, parneri, sevgilisi her kimse ona danışabilir. Çoğu zaman zaten sevgililik durumlarında erkekler panikledikleri ve baba olmaya hazır olmadıkları için bu durumu istemiyorlar. Ortada zaten her türlü sorumluluktan kaçmaya hazır bir adam figürü var. Kadın kendi iradesiyle o karar sürecine erkeği dahil edecekse bu ikisi arasında ortak bir mesele olarak kalacakken devlet bu işin içine girdiğinde hepsinin üzerine bir irade koyuyor.

- Arka planda da evlilik dışı bir cinsel hayat özgürlüğünü engelliyor.

  • Tayfun Atay bir yazısında “Kadınlar büyüyor ve erkekler hep ergen kalıyor” demişti. Katılıyor musunuz? Büyümeyen ergenler misiniz?

- Bence öyle. Çünkü erkeklerin benmerkezci, talep eden, kendisini arzu öznesi olarak gören, arzuları karşılanan, bir şeylerin sürekli sunulduğu bir varlık olarak dünyanın merkezinde kendilerini gören bir hali var. Ergen bile değil, tamamen enfantil bir davranış biçimi. Sadece kendi bilgimden yola çıkarak söylemiyorum, benim çocuğum da var. Büyüme süreci tam da dünyanın bizim etrafımızda dönmediğini öğrendiğimiz zaman başlar. Sürekli bize hizmet eden, bir şeyleri bize sunan insanların olmayacağını, beklentilerimizi erteleyebileceğimizi öğrenmemizle alakalı bir ayrışma sürecidir. Erkeklere baktığınızda en erteleyemedikleri beklenti cinselliktir. Bu yönden de baktığımızda erkekler insani olgunlaşmanın üst safalarına çıkamamışlar. Eğlence anlayışlarında da bunu görüyoruz. Şakalaşma biçimlerinin birbirine zarar verme, diğerini komik duruma düşürme, fazlaca bedensel jeste dayalı olması gibi fazlaca örneği var. Dolmuş sıralarında örneğin en fazla gördüğüm manzara birbiriyle şakalaşan adamlar. Koca koca adamların tuhaf şakalaşmaları söz gelimi, ben bunu liseden hatırlıyorum. Lisedeki davranış çizgisi 50 yaşında da devam ediyor.

- Hayat genel olarak erkeğin tahakkümleri üzerinden kurgulandığından, acıyı, zulmü, yoksulluğu, hayatın yükünü çekenler kadın olduğundan daha çabuk büyüyorlar. Çocuk yaşta evlendirilen kadınlara bakın, daha çocuk yaşta hemen anne olmaları bekleniyor. Hemen büyümesini, olgunlaşmasını bekliyoruz aslında. Kadınların erkeklere nazaran çabuk büyümesi çok doğru bir tespit.

  • Erkekliğin bu kadar baskın olduğu bir dünyada,  “rahatsız erkek” olmak zor mu?

- Daha da zorlaşsın. Herkes hegemonik erkekliğiyle ne kadar yüzleşirse bir yandan da hayat kolaylaşacak. Ne kadar çok erkek bu sorgulamaya girerse, erkeklerin dönüşüme ait fikirleri artar.

Kategoriler

Şapgir