‘Türk’üm’ demeye korkar hale gelenler

Halkların, hakların daha görünür olduğu bir ülke, Türkler için de daha güzel olacak...

SİNAN DEMİREZ
sinan.demirez@gmail.com

3 ay önce bir taksiye bindim. Taksici dertliydi, sanki yüzünden tüm dünyanın yükü akıyordu. Konuşmaya başladık ama havadan sudan. Konu elbette ülkeye, gündelik siyasete geldi. Konuştukça derdi ortaya çıkmaya başladı. Daha doğrusu ben barış sürecini destekler nitelikte cümleler kurdukça çözüldü. Olay 7-8 ay önce gerçekleşmiş. Rutin bir çevirmede polis rutin dışına çıkarak taksi içinde arama yapmış. Arka koltukta  “1 adet” tomurcuk bulunmuş. Kenevir tomurcuğu, yani esrar!

Bir adet tomurcuk

Yüzlerce insanın inip bindiği koltuktan çıkmış bir adet tomurcuk, taksicinin dünyasını alt üst etmeye yetmiş.  O gün hiçbir işlem yapmadan ayrılan polisler konuyu savcılığa intikal ettirmiş. Soruşturma açılmış ve bahsi geçen plakaya bağlı çalışan iki şoför tespit edilmiş. Garip olan şu ki, savcılık her günü 12’şer saat bölüşerek çalışan iki şoförden Türk olanı ayrı tutarak sadece Kürt şoför hakkında dava açmış.

Hikâyeyi anlatan Kürt şoför, “zaten ikimiz de masum ve sadece ekmeğimizin peşindeyiz. Fakat savcılığın takdir hakkı neden benden yana olmuş ve hakkımda uyuşturucu satma iddiasıyla dava açılmış. Hiçbir sabıkam olmamasına rağmen kütüğümde Şırnak yazması mıdır neden?  Ben ki, 16 yaşında köyde asker dipçiğiyle tek kulağımı kaybetmiş bir insanım, bir gün olsun düşmanlık etmedim bu ülkeye” diye dertlenirken indim taksiden. Elbette birkaç gün sonra bu taksicinin ismini bile unutarak hayatıma devam ettim. Ta ki son zamanlarda sıkça söylenen “Bugünlerde Türk olduğumu söylemeye korkar oldum” yalanını sık sık duyana kadar.

Belki de Cumhuriyet tarihinin en utanmaz yalanlarından biri bu. Hayatları boyunca Türk olmayı bir tür doğal üstünlük, geçiş hakkı olarak gören insanlar garip bir psikoloji içinde. Bu geçiş hakkı duygusunu iyi bilirim. Zira 16-17 yaşıma kadar bu duyguyu doyasıya yaşayan bir Türk’üm. Kurucusu olduklarını düşündükleri bir ülkede, kendilerinden bildikleri insanların siyasi nedenlerle yargılanıyor  olmalarına bozuluyorlar. Türkün varlığı için yaşayan paşalarının her istediğinde Türk milleti adına darbe yapıp asıp kesemeyecek olması,  en azından bir muhtıra filan verememeleri canlarını sıkıyor. Her sabah aslında Türk olmayan ve hatta evlerinde Türkçe bile konuşulmayan milyonlarca çocuğun kendini Türklüğe armağan etmelerinin tartışmaya açılması deli ediyor onları. Destansı bildikleri savaşların aslında pek de destansı olmadığını görmekten öfkeleniyorlar. 

İşin özü şu: Kendileri de berbat bir hayata mahkûm edilen ve “fakat siz bu ülkenin asıl sahibisiniz, diğerleri değil” denilen Türkler, ilk kez kendileriyle eşit haklara sahip başka halklar olduğu gerçeği ile yüzleşiyorlar. İlk kez devletle karşı karşıya geliyorlar. Buna pek hazır değiller, zira bu ülkenin aslında bir gül bahçesi olduğunu düşünüp, gül gibi yaşayıp gittikleri bir hayatları vardı. Bu yüzden bu büyük yalanın arkasına saklanıyorlar. Elbette çok da uzak olmayan bir gelecekte gerçeklerle yüzleşecekler. Halkların, hakların daha görünür olduğu bir ülke, Türkler için de daha güzel olacak. Buna  bir Türk olarak bütün kalbimle inanıyorum.


TV’de engeller kalkıyor, sıra sinemada          

MARAL DİNK
maraldink@gmail.com

Engelsiz Erişim Derneği ve Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin işbirliğiyle kurulan Sesli Betimleme Derneği, filmleri, dizileri ve tiyatro oyunlarını görme ve işitme engelliler için uygun hale getirmeyi amaçlıyor. Kanal D’de yayımlanan ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisiyle başlayan projeyi, derneğin Eşbaşkanı Engin Yılmaz ve yönetim kurulu üyesi ve seslendirmen Emine Kolivar ile konuştuk.

Filmleri engelsiz hale getirmenin önemini vurgulayan Kolivar, “Sesli betimleme, filmlerde konuşmaların olmadığı anlardaki görüntülerin üçüncü bir ses tarafından anlatılarak, görmeyen kişinin o anda neler olduğunu anlamasını sağlıyor. Ayrıca alt yazı ve işaret dili eklenen filmler de, işitme engelliler için engelsiz hale geliyor” dedi.

Dünyada 1980’li yılların başından beri tiyatro, sinema ve müzelerde uygulanan sesli betimleme, Türkiye’de televizyon ekranına Kanal D’nin öncülüğünde yansıdı. Bugünlerde sık sık tanıtımını gördüğümüz projenin temeli 2012’de atıldı. Engin Yılmaz, kanalın, bu süreçte attığı adımın, engelliler için fırsat eşitliği yaratması açısından çok önemli olduğunu belirtiyor: “Kanal D yetkilileri bizi toplantıya çağırıp, işitme engelliler için dizilere alt yazı ve arka plan sesleri yazmak istediklerini belirttiler. Biz de buna ek olarak, görme engelliler için yapabileceklerimizi anlattık. ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’yle başlayan projede dizi sayısı altıya çıktı ve en önemlisi dizilere alt yazının yanı sıra işaret dili de koyduk. Kanal D dizilerine artık engelsiz olarak http://engelsiz.kanald.com.tr/ adresinden ulaşılabilir.”

Geçtiğimiz ay Star TV de, ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisini engelsiz hale getirmeye başladı. Derneğin Digitürk’le görüşmeleri de devam ediyor. Yılmaz, “Digitürk gibi bir platform, sinema kanalını, çocuk kanalını engelsiz hale getirir ve kumanda üzerinden ses seçeneği olarak sunarsa, engelliler, televizyonlarından, üstelik de engelli olmayanlarla aynı gün ve aynı saatte, o filmi izleyebilirler” dedi.

Sesli betimlemeyi şimdiye kadar sadece bir tiyatro oyununda uygulayan Sesli Betimleme Derneği, önümüzdeki sezonda daha çok engelsiz tiyatro izlenebileceğinin müjdesini de veriyor. Engin Yılmaz, tiyatronun yanı sıra, projenin nihai hedefinin sinema salonları olduğuna da dikkat çekiyor: “Sinemalarda kulaklık bulundurulmalı ve engelli olanlar da olmayanlarla birlikte herhangi bir izolasyona maruz kalmadan, aynı salonda, herhangi bir gecikme yaşamadan filmi izleyebilir hale gelmeli.” 



Vahşet görüntüsüyle ‘duyarlılık oyunu’ 

NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com

11 Mayıs’da Hatay Reyhanlı’da meydana gelen bombalı saldırının ardından sosyal paylaşım siteleri “insanların kanını donduran cansız cesetler”, “vahşetin görüntüleri” ibareleriyle paylaşılan görüntülerle dolup taştı.

Peki sahiden olayın vahametine ikna olmamız veya idrak etmemiz için illa ki kafası kopmuş cesetlere, kolu, bacağı kopmuş çocuk fotoğraflarına mı ihtiyacımız var? 52 kişinin ölmüş olması ve onlarca yaralının varlığı yeterli değil mi? Gerçi kimileri 52 ölü ile de yetinmedi, sanki 52 kişinin hayatı kaybetmesi azmış gibi daha çok ölü olmasını umar hale geldi.

Bu gibi görüntüleri bir ekranın ardından izliyoruz, aramızda mesafeler var, bize değmiyor. 10 dakika önce GS-FB maçından bir kare paylaşırken, birden Reyhanlı’da kafası kopmuş bir insanın cesedinin görüntüsünü paylaşıp, ‘duyarlı’ olduğumuzu gösteriyoruz. Duyarlılığın ispatı adeta şiddet pornografisinden geçer oldu. Sahi fütursuzluk ne zamanda beri ‘duyarlılık’ oldu?

Kurbanların adeta vitrinde sergilenen birer ‘katliam mankeni’ haline getirilmesi, o fotoğrafların paylaşılması ne kadar insani? Yapılan araştırmalara göre yaralı kurtulabilmiş bir insanın kanlar içinde, acı çeker halde görüntüsünün dolaşıma açılması o kişiyi her seferinde yeniden kurbanlaştırıyor, travmasını diri tutuyor ve kurban kimliğine hapsederek iyileşmesine engel oluyor. Bir örnek: Somali’de yaşanan kıtlıkta Sınır Tanımayan Doktorlar (STD) anneler ve çocuklara yemek dağıtırlar. Fakat gün geçtikçe bazı anneler açlıktan bir deri bir kemik kalan çocuklarının STD tarafından kampanyalarda kullanılmak için fotoğraflarının çekildiğini fark ederler.  Bu durum anneleri çok incitir ve bir kısmı yemek almaya gelmekten vazgeçer.

Uluslararası insan hakları camiasında tartışılan konulardan birisi de olaylarla ilgili ne tür görseller kullanılması gerektiği olmuştur. Mağduru kurban kimliğine hapseden, mağduru rencide eden, onun travmasını diri tutan fotoğrafların paylaşılmaması için artık daha çok özen gösteriliyor. Birçokları duyarlılık göstereyim derken aslında duyarsızlıklarını dışavuruyorlar. Umarım, şiddetin olağanlaşmasına neden olan vahşet fetişizminden ve şiddet pornografisinden uzak bir duyarlılık ağır basar.
 


 

Buket Uzuner (yazar)

1- Birsen Tezer'in İkinci Cihan albümü. Birsen Tezer'i 20 yıl önce Bülent Ortaçgil ile müzik yaptığı zamanlardan takip ediyorum. İyi müzisyen olması sadece yeteneği değil, iyi okur olmasıyla beslenmiştir.

2- SAPMA (Medeniyetin Seyrini Değiştiren Keşfin Öyküsü)-Stephen  Greenblatt: Düşünce dünyasını değiştiren filozof-şair Lucretius'un el yazmasının keşfini neredeyse bir dedektif hikayesi tadında anlatan Pulitzer ödüllü deneme. Çok keyifle okudum.

3- Pas ve Kemik - Marion Cotillard'ın başrolde, balina parklarında eğitmenlik yapan bir kadın karakteri oynadığı ve Avrupa'daki Müslüman göçmenlerin hayatlarına buruk bir aşk hikayesi içinden bakan ilginç bir film.

4- Mutfak Söyleşileri- İzlandalı kadın yazar Vala Thorsdattır'ın yazdığı, Yeşim Koçak'ın yönettiği oyunu Şehir Tiyatroları'nda çok büyük zevkle izledim. Ayrıca Özen Yula'nın Kırmızı Yorgunları da bu yıl izlediğim iyi oyunlardandı.

5- Change.org - sirtcantalilar.com - bianet.org -
 




FB-GS derbisindeki muz olayıyla ilgili “ırkçılık benim kültürümde yok, benim de siyahi arkadaşlarım var” açıklamaları size ne ifade ediyor?

 

  • Kinyas1907
    Koro halinde 'ayağa kalkmayan Ermeni olsun' tezahüratını yapanların da Ermeni arkadaşları vardır ama medya bununla ilgilenmez.
     
  • Emre Can Dağlıoğlu
    Bu böcek, Güney Afrika'dan bir muzun içinde geldi' diyen fırıncının pişkinliğini hatırlatıyor.
     
  • Mete Çubukcu
    Eskiden Rum Ermeni Yahudi komşularımız vardı.
     
  • Nurcan Aktay
    Benim de anneannem başörtüsü takardı.
     

“Fransa Alpleri’nde Agos’umuzla.”

Berç ve Mari - ALP DAĞLARI

 

Kategoriler

Toplum Dernekler