Geriye kalanların 12 Eylül’ü

Halil Türkden, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ‘Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’ı yazdı.

HALİL TÜRKDEN
halilturkden@gmail.com

Bu çalışmada anlatılanlar bağışlanacak veya unutulacak tecrübeler değil. Silinmesi, iyileşmesi ve pansumanı çok zor yaralar… Umut oldukça iyileşme elbette olacaktır fakat her şeyden önce adalete ve zamana ihtiyacı var bu yaraların. Öyle ki, bir daha yaşanmaması adına insanların her şeyleri pahasına savaşmaları, direnmeleri ve düşünmeleri gereken bir meseledir bu. Peki, nereye kadar sürecek bu sancı? Devlet dediğimiz sindirim sistemi işkencecilerden, katillerden ve cuntacılardan yaşananların hesabını sorarak ve onları dürüstçe cezalandırarak onlardan yana olmadığını ispatlamadıkça bu kan her gelen iktidarın eline bulaşacaktır. Bu korku süreci devam edecektir.

Karanlıkta kalana ışık tutmak

Keşke Bir Öpüp Koklasaydım
Eylem Delikanlı, Özlem Delikanlı
Ayrıntı Yayınları
543 sayfa.

Sosyoloji ve iletişim eğitimi almış ve şu an farklı alanlarda da olsa iletişim alanında çalışmalarına devam eden iki kardeş, Eylem Delikanlı ve Özlem Delikanlı kendi ifadeleriyle belirtmek gerekirse 12 Eylül 1980 darbesinin ve sonrasının hesabını sormak adına; bir daha yaşanmaması adına; karanlıkta kalana ışık tutmak ve üç maymunu oynayanlara inat ‘Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’ adlı çalışmayla toplumsal belleğe ve vicdanlara tutunuyor.

Söz konusu sürecin önemi üzerine konuşmak yerine Eylem Delikanlı ve Özlem Delikanlı’nın titizlikle yürüttükleri ve onlara göre eksik ama teşvik edici olmasını ümit ettikleri bu çalışmanın özelliklerinden bahsetmek gerekir. Kitap, önce çocukların nefesiyle yol alıyor. ‘Çocuklar’ bölümünde yitirilen çocuklara ve çocukluklara tanıklık ediyoruz.  Darbeci ve işkenceci zihniyetin sadece tutsak aldığına değil; arkada kalana, bekleyene ve umudunu yitirmeyene de bir mesajı vardı. İşte bunların bir bölümünü de çocuklarını, eşlerini, kardeşlerini bekleyen ‘anneler, babalar, kardeşler ve eşler’den dinliyoruz.

Yaşananları farklı ağızlardan okuduktan sonra aslında cezanın ve işkencenin sadece cezaevindekilere değil; bu ailelere de uygulandığını farkediyoruz. İktidarın düzen gayesi genelde belli bir mekânda yeşerir ve gerçekleşir. Egemenin bu gücü, mekânı ve içindekileri istediği düzene sokarak kendini gösterir. Söz konusu iktidar, 12 Eylül örneğinde sadece zindanlardakilere değil; bir gün bile ümidini yitirmeden oğlunu bekleyen anneye ve daha elini tutamadığı nişanlısına iadesi taahhütsüz mektuplar kaleme alan kadınlara da psikolojik ve toplumsal baskısını eksik etmemiştir.

Bu bağlamda, bekleyenin, umut edenin ve umudunu bir kez olsun yitirmeyenin yanında duran; işkenceleri ve katilleri içselleştirmiş ‘devlet’ kurumuna önemli bir hatırlatmadır bu çalışma. Anlatılanlar susanın, görmezden gelenin, kulaklarını tıkayanın, konuşmaktan kaçanın ve vicdanıyla yüzleşemeyenin elindeki kanı da işaret ediyor. Düşünen, çabalayan, üreten ve eyleme geçen bireyleri hapislere dolduran kitabı bitirdiğinizde, belki de yaşananlar ve deneyimlerden ziyade gidenin ardından sonsuz bir bekleyişe uyanan bireyin direnişini, sabrını, mücadelesini, örgütlenme çabasını ve umudunu görmek mümkün.

Aradan geçen 33 yılda faşizmin sadece biçimleri ve aygıtları değişti. Sadece devlet iktidarıyla değil; ulus-devletin kokuşmuş gerçekliğiyle de mücadele etmek zorunda kalan halk direnişine devam ediyor, edecektir.

Tam 33 yıl önce, ilkokul 5. sınıfta arkadaşları tarafından ‘teröristin oğlu’ olarak çağrılan bir çocuğun herkese inat her tanıdıktan babası hakkında bir şeyler dinlemek isteyişine tanık oluyoruz. Bu devlet bu dünyanın güzel çocuklarını dünyanın gözü önünde öldürmeye devam ediyor. Şimdi hepimiz 5. sınıftayız ve iktidarın dilini öldürmeyi başarmış birer fidanız. ‘Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’ o çocuğa tanıklık etmemizi sağlamakla kalmıyor; o tohumların fidanları olduğumuzu hatırlatıyor ve umudu daha da yüceltiyor.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ