Tekinsiz öykülerin mabedi: Gökyüzü Defni

Cansu Karagül, Aylak Adam Yayınları’ndan çıkan Aziz Gökdemir’in ‘Gökyüzü Defni’ni yazdı.

CANSU KARAGÜL

Bazı öyküler vardır, insanı okurken rahatlatır, zihinde bir dinginlik uyandırır, yüzde bir gülümseme yaratır. Bazı öyküler ise, gerilim hattında dolaşırken her an mayına basma hissiyle tehdit oluşturur. ‘Gökyüzü Defni’, okuyucuyu tam da bu gerilimin zirvesine çıkarıp tekrar tekrar tepetaklak ederek kendi sağaltımını oluşturuyor. 

Gökyüzü Defni
Aziz Gökdemir
Aylak Adam Yayınları
186 Sayfa.

Daha önce ‘İç İçe Geçmiş İstanbul Öyküleri’ ile edebiyat dünyasına adım atan Aziz Gökdemir’in öyküleri, bu defa Aylak Adam Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluştu. İTÜ İşletme Fakültesi'nden mezun olan ve daha sonra ABD'ye göçerek mühendislik yüksek lisansını tamamlayan Gökdemir, bugüne kadar öğretim görevlisi, gazeteci, fotoğrafçı, çevirmen, kamyonet şoförü, hastane görevlisi gibi pek çok farklı sektörde görev almış. 1998’den bu yana Washington’da editör ve çevirmen olarak çalışan yazarın edebiyat ve dil serüveninin şekillenmesinde kuşkusuz yüksek öğretimde aldığı formasyonun etkisi büyük. Kitaptaki öykülere bakıldığında mühendislik bakış açısına sahip bir yazarın kalemi kendini belli ediyor. Gerek kitabın sonunda yer alan hikâyelere dair notlar bölümü, gerekse metin boyunca faydalanılan bilgilerin bu denli sistematik kullanılması, fazlaca ölçülüp biçilmiş bir yazını ve anlatımda hesaplı bir tertipliliği ön plana çıkarıyor.

Ölenle yaşayan arasındaki geçişler

Tibet’te düzenlenen bir defin biçimi olan gökyüzü defni, coğrafi koşullar gereği insan bedeninin öldükten sonra parçalanarak tekrar doğaya sunulması ve yaşamsal döngüye karışmasını sembolize ediyor. Bu inanışta yaşam ve yaşam sonrası arasındaki sınır, ölünün bir başka canlının -dolaylı olarak da olsa-  yaşamına katılması ile bir anlamda ortadan kalkar. Bu anlamda, ‘Gökyüzü Defni’, ismi itibariyle daha eline alır almaz okuyucuyu tedirgin eden bir kitap. Üç bölümden oluşan kitaptaki on öykü, sırasıyla, ‘Kenardakiler’, ‘Yolcular’ ve ‘Geride Kalanlar’ başlıkları altında toplanmış. Kitabın ismiyle birlikte düşünüldüğünde, aslında öykülerin dağılımı da bir nevi yaşam ve ölüm çizgisi arasındaki git-geli çağrıştırıyor. Zira bazı hikâyeler gerçeğe oldukça yakınken, bazılarında düş ile gerçek arasındaki ayrımı yapabilmek zor. Ancak yazar, gerçeğe en yakın olanlarda bile bir düşsellik payı bırakmayı ihmal etmemiş. Geçmişle bugün, ölenle yaşayan arasındaki bu geçişleri aktarırken ise mektup ögesinden çokça faydalanıyor. 

Kitabın ismi kadar, yazarın dilinin de tedirgin edici bir tarafı var. Karakterler ve öykülerde bir tekinsizlik hali, irrite edici bir his mevcut. Gökdemir, karakterlerini de ‘tekin’ denmeyecek insanlardan seçmiş. Bir tür ‘öteki’, yani devletin ve toplumun bir şekilde ‘dışarı’da kalmaya mecbur bıraktığı ve çizginin diğer tarafına ötelediği karakterler, bir yandan müthiş bir yabancılık duygusu taşırken, öte yandan bu duygunun karşı taraftakilerde daha yoğun hissedilmesine yol açarak bir tehdit unsuru barındırıyor. Hikâyelerin özüne inildiğinde aslında gerilime yol açarak okuru ters köşeye yatıran temaların, karakterlerin taşıdığı kuşkuculuk ve güvensizlik olduğu görülebilir. Buna rağmen öykülerde, hayatta kalma ve tutunma çabası da seziliyor. Karakterlerin aklından geçen gerçekmiş veya gerçekleşecekmiş hissi veren olası senaryolar ise, bir yandan kitabın dinamizmini bir yandan da okuyucuda oluşan psikolojik uyarımı sağlıyor.  

Turist ile ‘yerli’nin karşılaşması

‘Gökyüzü Defnindeki hikâyelerin içeriğine bakıldığında mekânlar ve toplumsal tip olarak karakterlerin öne çıktığı,  zaman ögesi bakımından ise, yazarın diakronik bir anlatım tekniği benimsediği görülüyor. Olaylar kimi zaman geriye dönüşlerle, kimi zaman da bir muğlâklık içinde veriliyor. Gökdemir, ‘İç İçe Geçmiş İstanbul Öyküleri’nde olduğu gibi, bu kitabında da İstanbul’un semtlerinden ana kahramanlar yaratıyor. Hikâyelerin geçtiği semtler ve tarihsel anlar üzerinden kurgulanan karakterler, kendine özgü geçmişleriyle bir yandan tarihin, bir yandan da mekânın hikâyesini resmediyor. Ancak yine de yerleşiklikten çok, göçebelik olgusu ağır basıyor kitapta. Yazar, yer yer toplulukların (azınlıklar, Ermeniler, göç edenler gibi) hayatlarından kesitler sunarken, yer yer de turist ve ‘yerli’nin karşılaşmasını kaleme alıyor. Gökdemir’in, tüm bunları yazarken Türkiye insanı ve siyasi tarihiyle bağdaştırması, hikâyelerin toplumsal bir temele dayanmasını sağlamış. Ayrıca, kitabın genelinde kentleşme, göç, yabancılaşma, modernleşme, iktidar eleştirilerine de rastlıyoruz.

Geleneğin aksine, ‘Gökyüzü Defni’, ölülerin geride bıraktıkları izlerin yeryüzünden silinmediğini gösteriyor. Gökyüzü defni geleneğinde olduğu gibi ise, uçurumun kenarında bedenleri parçalanmaya zorlanan insanların, kendi ruhlarına tutunarak yaşam çemberinin içinde kalma çabaları ve üslubuyla rahatsız edici ölçüde okuru zorlayacağa benziyor.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ