Theotokas’ın dilinden şehrin hikâyesi

‘Leonis-Bir Dünyanın Merkezindeki Şehir: İstanbul 1914-1922’, tarihin en çetin döneminden bir büyüme hikâyesini, Geç Dönem Osmanlı Tarihçisi ve Fransız Anadolu Araştırmaları Merkezi araştırmacılarından Nikos Sagilas’ın önyazısı, fotoğraflar ve Mütareke dönemi resimleriyle destekleyerek okuyucuyla buluşturuyor.

YERAZ DER GARABEDYAN

‘Leonis-Bir Dünyanın Merkezindeki Şehir: İstanbul 1914-1922’, tarihin en çetin döneminden bir büyüme hikâyesini, Geç Dönem Osmanlı Tarihçisi ve Fransız Anadolu Araştırmaları Merkezi araştırmacılarından Nikos Sagilas’ın önyazısı, fotoğraflar ve Mütareke dönemi resimleriyle destekleyerek okuyucuyla buluşturuyor.

 

Leonis 
Bir Dünyanın Merkezindeki Şehir: İstanbul 1914-1922
Yorgos Theotokas
Çeviri: Damla Demirözü
İstos Yayıncılık
280 Sayfa.

Kitabın yazarı Yorgos Theotokas çağdaş Yunan edebiyatının ‘30’lar kuşağı’ olarak tanınan romancılarındandır. Tıpkı kitabının kahramanı Leonis gibi İstanbul’da yaşamış, Yunanistan’ın Küçük Asya yenilgisi sonrası mübadil olmuştur. Leonis, ilk bakışta arka plandaki savaşla, aşk ve sanat yoluyla mücadele ederek yolunu bulmayan çalışan bir ilk gençlik hikâyesidir; tarihin en karmaşık dönmelerinden birinde ergenlik sancıları çeken kahraman kendini ve şehri tanımaya çabalamaktadır.

Birinci Dünya Savaşı şehre nüfuz etmiştir: Çocukların oyunları tutsakçılık veya büyük savaş olmuş, okullar hastane veya revire dönüştürülmüştür. Çocuklar okul bahçelerini subaylarla paylaşırken büyükler çaresizdir; binlerce insan ölürken evde yemek içmek bile suçluluk duygusu uyandırmaktadır, bu hissiyat benimsedikleri milli ideolojiye daha da sarılmalarına neden olmaktadır. Arkadaşları birer birer cepheye giden Leonis savaşın olmadığı bir dünyayı tahayyül edememektedir. Yüzyılın onları köşeye sıkıştırdığını görmek mümkündür; bahçede savaş oyunları oynayarak hiç bir şey olmuyormuş gibi devam edemeyeceklerdir.

Taksim Bahçesi’nde Leonis

Kitap’ta başkahraman Leonis merkezdedir, onu Taksim Bahçesi, bahçeyi İstanbul, kenti ise tarih yani Dünya Savaşı kuşatmaktadır. Son sözü elbette en dıştaki katman söyleyecektir, savaşın olduğu yerde hiçbir şeyin hükmü kalmayacak ve tarih Leonis’i çok sevdiği Taksim Bahçesi’nden koparacaktır.

Taksim Bahçesi, gezinti yollarından geçen renkli karakterleri, kırmızı balıklarla dolu akvaryumu, çeşitli milletlerden askerleri, din adamları, kahvesi, çeşitli melodileri, ışıklar içinde Üsküdar manzarasıyla ilk gençliğini yaşamakta olan Leonis’in gözlerinde fantastik bir tiyatro sahnesi gibidir.

Kitabın başlarında ‘belle époque’ dekor ve kostümleriyle süslü Taksim Bahçesi, ilerleyen bölümlerde tüm Helen olmayan karakterlerden arınır; Rum toplumunun küçük ölçekte bir modeli olarak gösterilir. Leonis bu anlamda ‘milli’ bir romandır: Yazar, roman karakterleri üzerinden Rum toplumunu tanımlar ve nasıl yapılandığını gözler önüne serer. Ayrıca kitapta Rum kelimesinin hemen hemen hiç kullanılmamış olduğunu belirtelim; Theotakis bu bağlamda milli bütünlüğü temsil eden Yunan tanımlasını tercih etmiştir.

Romanda dikkat çeken bir başka husus Ermenilerin, Yahudilerin adının parmakla sayılır kereler geçmesinin yanı sıra, Türklerin neredeyse hiç anılmamasıdır. Bu durumun öncelikle romanın milli ruhuyla ilintisi vardır fakat başka bir gerçekliğe de işaret etmektedir: Taksim Bahçesi gayrimüslim ahalinin gezinti yeridir, Türk müslüman tebaa Sultanahmet gibi başka mekânları tercih etmektedir. Kitabın başında yer alan Nikos Sagilas’ın makalesinde örneklediği gibi yazar ve kitap ikilisi bu manada Halide Edip ve İstanbul’u sadece Türklerin yaşadığı bir şehir olarak tasvir eden ‘Sinekli Bakkal’ eseriyle benzeşmektedir. Theotakis dönemin milliyetçiliğini İkinci Dünya Savaşı arifesinde, mesafeli ve ölçülü bir üslupla kaleme almıştır; kitapta hiçbir millete dair indirgeyici, aşağılayıcı veya şiddet içeren ifadeler yer almaz.

Asrın hastalığı

Diğer bir açıdan da kitabın tanıklık değeri vardır; yazar Theotokas’ın hayatı vasıtasıyla imparatorluğun dağılmasına giden yolun ifşa etmektedir. Eser, 20. yüzyıl başında, milli kimlik oluşturmak üzere harekete geçen halkların hayatı ve şehri nasıl şekillendirdiğini gözler önüne sermektedir. Diğer bir deyişle 19. Yüzyıl romantiklerinin ‘mal du siecle’inin (Asrın hastalığı) 20. yüzyılda nasıl vücut bulduğunun resmidir. Esasen sorun yaşanılan asırdadır; Leonis kitabın sonunda kendini bu sebeple tarihin istenmeyen çocuğu ilan edecektir. Varoluşunu savaşın belirlediği bu kuşak, dans müziğinin sesinden savaşın silahların mekanik sesine doğru savrulmuştur.

Nitekim Atina’ya yerleşen Leonis, Taksim Bahçesi’ni mekân olarak tamamıyla yitirdiğini fark edecektir. Şehirden ve sevgiliden kopuş, ilkgençliğinin haddinden erken anılara dönüşmesiyle onu büyümek zorunda bırakacaktır.

İstos’un anlattığı şehrin ve Theotokas’ın hikâyesidir. Zira ne şehrin ne de Gezi Parkı’nın hikâyesi ‘Leonis’ler olmadan anlatılamaz. Şehre doğru bir zaman mesafesinden bakmayı başarırsak, Taksim Bahçesi’nde kıskançlık krizine kapılıp arkadaşıyla kavgaya tutuşan Leonis’i veya Yüksekkaldırım’da çeşitli dillerde bağıran satıcılar arasında size göz kırpan Dimis’i görmemiz olasıdır.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ