Kırgın ama hep âşık Rom@ anlatıyor

Şayet şehirler konuşabiliyor olsaydı şüphesiz söyleyecek çok şeyleri olurdu. Stehpane Audeguy’ın ‘Rom@’sı zamansızlaştırılmış, hakikatin, turizm ya da bir bilgisayar oyunu şeklinde ticarileştirilmesi fikriyle, gerçek ile sanalın kesişme çizgisinde gezen bir Roma’yı konuşturuyor

Fatih Gökhan Diler

Şayet şehirler konuşabiliyor olsaydı şüphesiz söyleyecek çok şeyleri olurdu. Stehpane Audeguy’ın ‘Rom@’sı zamansızlaştırılmış, hakikatin, turizm ya da bir bilgisayar oyunu şeklinde ticarileştirilmesi fikriyle, gerçek ile sanalın kesişme çizgisinde gezen bir Roma’yı konuşturuyor. Ve böyle bir Roma’nın yaşadığı hayattan yara almadan sıyırmış olması düşünülemez, Rom@ ise tam anlamıyla bitmiş, tükenmiş bir şehir. Audeguy, ölümsüz şehrin harika bir kişileştirmesi ile sahneyi tamamen ona bırakıyor ve Roma her şeyden, ebediyetten bile yorulduğunu söylüyor.

Fellini, Hepburn, Mussolini

Rom@
Stéphane Audeguy
Çeviri: Orçun Türkay
Sel Yayıncılık
173 Sayfa.

Roma gerçekten de asır boyunca dönüşeduran bir yaşamın ağırlığı altında yorgun düşmüş bir şehir. Audeguy, Roma’nın hayaletlerini, onun ihtirasını ve isyankârlığını, Fellini’nin La Dolce Vita’sında, Anita Ekberg ve Marcello Mastroianni ve unutulmaz Trevi Çeşmesi sahnesiyle yeniden canlandırıyor. Audrey Hepburn’un Roma Tatili ile buluşuyoruz: “Yüzercesine, özgürce ilerleyen, beyaz gömleğinin yakası açık ve kalkık, kollarını sıvamış Audrey Hepburn gülümsüyor, topuklu ayakkabılarını çıkarmış, onların yerine bir satıcının tezgâhından gelişigüzel bir çift ayakkabı almış. Zarif bağcıkları çoraptan daha iyi vurguluyor baldırlarının inceliğini. Uzun saçlarından ve o soylu ağırlığından kurtulmuş.” Mussolini balkonu önünde toplanan kalabalığa nutuk çekiyor. Hınca hınç dolu Kolezyum’da ortaya çıkan yabani hayvanları gören turist kalabalığı dehşet içinde dört bir yana kaçışıyor. Her şey sanki Roma ile Rom@ iç içe geçmişçesine yaşanıyor, bir nevi koca bir girdap tarih boyunca ne varsa süpürmüş, zaman ve mekân kavramları terk edilmiş…

Roma’yı bilmeyenler için, Batı medeniyetinin bir diğerinin yıkıntıları üstünde nasıl yükseldiğini gösteren güzel bir yaklaşım. Başlık ise Rom@ adında bir bilgisayar oyunundan geliyor: “Rom@ da Antik Roma’yla ilgili ondan önceki öteki oyunlarda olduğu gibi, bir kent kurmaya, tapınaklar yapmaya, ticaret alanları yaratmaya, kenti yangınlardan, yer sarsıntılarından, Barbar topluluklarından korumaya dayanıyordu.”

Gerçeküstü bir Roma

Oyun, hikâye boyunca takip ettiğimiz, hayatı boyunca Roma’ya adımını atmamış, Vancouver’da yaşayan bir Polonyalı, Nitzky tarafından geliştiriliyor. Bir de bilgisayar oyunları olimpiyatlarında, olağan üstü bir oyuncu olan Hindistanlı Nano ile karşılaşıyoruz. Roma onu “bayağı kopya görünümün güzellikte yakılıp yıkılmış dünyadan üstün olduğu bir dünyanın çocuğuydu. Kentlere insan boyundan bakmaya alışkın değildi” şeklinde tasvir ediyor. Ve bir de Rom@’da Nano’ya karşı mücadele eden İtalyan oyuncu, Delenda Kartago. Nano onu “Rom@’dan fırlamış gibi görünüyordu, yalnız ihram değil de soluk, keten rengi bir eşofman altı giymişti. Adam tıpatıp oyundaki avatarını andırıyordu” şeklinde anlatıyor. Rüyalarının şehrini arayan bu üç karakterin hikâyesi gerçeküstü bir Roma’da kesişiyor.

Roman bazı okurları uzaklaştırabilecek unsurlar içeriyor, şiirsellik ve sadelik arasında çok sık gidip gelen üslup, Roma’nın yanı anda hem bir tanrıça hem de bir fahişe olarak tasviri ve benzerlerinin hemen her tondan verilmesi ve kullanılan metaforların açık seçikliği gibi. Ancak bir şehrin konuşuyor olması düşüncesi yeterince ilgi çekici ve Stephane Audeguy’in sunduğu şiirsel metin Roma’yı sevme, yaşadığımız şehri keşfetme ve tarihin ürettiği güzellikleri koruma arzusu uyandırıyor ve insan merak ediyor, ya bütün şehirler konuşmaya başlasaydı medeniyetimiz üzerine ne söylerlerdi?

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ