Çocuklar Müslüman ailelerin yanına verilerek asimile edildi

20 Haziran 1915’te İçişleri Bakanlığı tehciri bütün Üçüncü Ordu bölgesine genişletti. İki gün sonra ise tehcirden muaf tutulacak ilk Ermeni grubunu belirledi ve bölgedeki valilere Müslümanlığa geçen Ermenilerin yerlerinde kalabileceğini bildirdi. Din değiştirme başvurularının ‘samimi’ olması ve yetkililerin inancı esastı.

FATİH GÖKHAN DİLER

“20 Haziran 1915’te İçişleri Bakanlığı tehciri bütün Üçüncü Ordu bölgesine genişletti. İki gün sonra ise tehcirden muaf tutulacak ilk Ermeni grubunu belirledi ve bölgedeki valilere Müslümanlığa geçen Ermenilerin yerlerinde kalabileceğini bildirdi. Din değiştirme başvurularının ‘samimi’ olması ve yetkililerin inancı esastı. Yetkililer ‘sakıncalı kişilerin’, örneğin politik ya da diğer örgütlerle bağlantısı olduğundan şüphelenilen Ermenilerin, din değiştirmediklerinden emin olmalıydılar. Dahası, din değiştirenlerin belli bir bölgede yoğunlaşmasına asla izin verilmemeliydi. Bu nedenle, toplu olarak din değiştirenler o vilayetteki ya da bölgedeki Müslüman köylerine dağıtılacaklardı.” Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı’nın ikinci günü ‘1915’te Müslümanlaş(tırıl)ma: Tarih ve Tanıklık’ oturumunda ‘1915-1917’de Ermeni Sürgünlerin Asimilasyonu’ başlıklı bir konuşma yapan tarihçi Hilmar Kaiser, Müslümanlaştırma ve asimilasyon politikalarının mahiyetine ışık tutmaya bu sözlerle başladı.

Asimilasyon politikaları, soykırımdan bir şekilde kurtulmayı başaran Ermenilerin sayısını azaltmanın etkili bir yolu olarak görülüyordu. Ancak, bir yandan soykırımın devamı olarak kullanılan bir araç ve diğer yandan dönemin yönetim kademelerinde tartışmalara ve kutuplaşmalara neden olan bir devlet politikası olmanın dışında, bugün, uzun bir süredir üzerinde bir sessizlik bulutunun dolaştığı Müslüman Ermeniler gerçeğine ışık tutacak, anlaşılması ve bilinmesi gereken önemli bir mesele.

  • Ermeni çocukların asimilasyonu esas olarak nerelerde, hangi yöntemlerle gerçekleşti? Yetimhanelerin işlevi neydi?

Osmanlı yöneticileri sıklıkla bölgesel yönetimlerin girişimiyle Amerikalılar ve Almanlar tarafından kurulmuş yetimhaneleri kapatıyorlardı ve bu çocukları hükümet tarafından kontrol edilen Türk hükümeti yetimhanelerine yerleştiriyorlardı. Ama bu çok pahalıydı, yiyecek, giyecek... Bu, yabancı etkisi altında kalmış çocukların asimilasyonu için pahalı bir formüldü. Özellikle Halep, Kayseri ve Sivas, ayrıca Harput bölgelerindeydi. Genellikle asimilasyon hükümet yetimhanelerinde gerçekleşmedi, çünkü Osmanlı hükümetinin parası yoktu. Aslında yetimhanelerin rolünü fazla abartıyoruz. Ermeni çocukları devşirmek için aslında kullanılan kurum, onları Müslüman ailelerin yanına vermekti, çünkü daha ucuzdu.

  • Birtakım vilayetlerde valilerin Talat Paşa’nın emirlerine karşı geldiğini söylüyorsunuz.

Görüş farklılıkları vardı ama bu durum aynı zamanda Talat Paşa’nınkinden daha radikal bir yaklaşımı da ifade edebilir. Bazıları daha agresif yöntemleri savunuyordu, Talat Paşa’ya karşıt olanların illa Ermenileri koruduğu söylenemez, olabilir de ama daha kötüsü de olabilir. Mesela Kavalalı Raşit Bey Ermeni çocuklarının asimile edilmesine kesinlikle karşı çıkıyordu. Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey ve Harput Valisi Sabit Bey için de aynısı geçerli. Bu insanlar Talat Paşa’ya bunun iyi bir fikir olmadığını söylediler. Yani bunlar sadece emirleri yerine getirmeye karşı çıkmadılar, hükümet politikasını da değiştirmek istediler.

Vali Sabit Bey terk edilen pek çok Ermeni çocuğun Harput’taki Amerikalı, Alman ve İtalyan ailelerde ya da kurumlarda olduğunu rapor etti. Ancak, bu çocukların kentte kalmasını onaylamıyor ve gelecekte bunların zarar getireceği uyarısında bulunuyordu. Bu nedenle de Vali bu çocukların Urfa’ya gönderilmesi için izin istiyordu. Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey de Harputlu meslektaşının kaygılarını taşıyordu. Ermeni çocukların köylerdeki Müslüman ailelere yollanmasına alenen karşı çıkıyordu. Ayrıca, 1890’lardaki katliamdan sonra din değiştirenlerin kendi cemaatlerine geri döndüğünü ve ülke için sorun yarattıklarını üstlerine hatırlattı. Daha da kötüsü, Müslüman olarak kalanların yeni muhitlerinde önemli konumlara geldiklerini söyledi. Bir başka deyişle, Vali Ermenilerin din değiştirebileceklerine inanmıyordu ve hükümetin planına karşı çıkıyordu. Diyarbakır Valisi Reşit Bey de önceki din değiştirmelerin sonuçlarının tatmin edici olmadığının altını çizdi. Üstelik çocukların ve kızların belli ailelere verilmesi halkın dikkatini çekiyordu. Vali bu din değişimlerinin gelecekte yalnızca zarar getireceğinden de emindi ve üstlerine din değiştirmelere hiçbir şeklide izin verilmemesini telkin ediyordu. Valilerin bu tepkileri, İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde merkezi hükümetteki üyelere kıyasla daha radikal Ermeni karşıtı politikalar güden bir grubun olduğunu gösteriyor. Partinin ileri gelen üyeleri olarak bu eleştirilerini açıkça dile getiriyor ve hükümet politikalarında değişim istiyorlardı. Buradan da anlaşılacağı gibi sadece emirleri yerine getiren memurlar değillerdi, aynı zamanda hükümet politikalarına şekil vermeye de çalışıyorlardı. Sonuç olarak ise Talat Paşa onları dinlemedi, razı gelmelerini söyledi ve onlar da öyle yaptı. Zaten asimile edilen çocukların gerçek sayısına baktığımızda çok da boyun eğmediklerini, istediklerini yaptıklarını görüyoruz.

Ayrıca bu isimlere ek olarak, çok muhafazakâr bir İslamcılığı olan Yozgat bölgesi uleması mesela, onlar devşirme yanlısı, katliama karşılar. Çocuklar devşirildikten sonra ümmetten sayılıyorlardı. Ama Talat Paşa onların ümmetten olmadıklarını söylediğinde muhafazakâr İslamcılar bu yeni Müslümanları destekleme kararlarıyla Talat Paşa'ya karşı geldiler. İslamcılar Talat Paşa'ya şeriata uymadığını söylediler, yani aslında gâvur olan Talat Paşa'ydı.

  • Bazı bölgelerde din değiştirme tehcir politikalarının bir uzantısı olarak kullanılmış. Ancak asimilasyon konusunda İttihat Terakki içinde görüş ayrılıkları, bu konuda bir kutuplaşmanın da olduğu görülüyor. Konuşmanızda da bu konuyla bağlantılı ilginç bir şey söylediniz: “En büyük kurtarıcı Cemal Paşa’dır.” Biraz açabilir misiniz?

Politikaların uygulanması aşamasında farklılıklar oluştu. Mart 1917’ye ait nüfus verileri, Ermeni sürgünlerin en çok hayatta kaldıkları bölgenin Dördüncü Ordu bölgesi olduğunu gösteriyordu. Orada hayatta kalanların sayısı tehcir bölgesi içinde hayatta kalanlardan yüzde otuz daha fazlaydı. Diyarbakır ve Bitlis vilayetleri çevresindeki Ermeni toplumun bölgeden neredeyse tamamen silindiği gerçeği ile kıyaslandığında, bu veriler İttihat Terakki yönetimi içinde bir çatlak olduğunu gösteriyor. Maraş, Halep ve Diyarbakır gibi yerlerdeki valiler Ermenileri ‘mikrop’ tarzında aşağılayıcı bir dille tanımlıyorlardı. Ancak, eylemlerinde birbirlerinden çok farklıydılar. Diyarbakır’da Reşit Bey kitle katliamı yaparken, Bekir Sami Bey bu türden politikalara karşıydı. Maraş Valisi Kemal Bey kendi bölgesini Ermenilerden tamamen temizlemek isterken, aynı fikirdeki Konya Valisi Sami Rıfat Bey, vilayetinin ‘Türkçülüğün Merkezi’ olması gerektiğini düşünüyordu. Ancak her iki vali de katliam yolunu seçmediler. İttihat Terakki’deki aşırılar, tehcir politikası hakkında kendi fikirlerine sahiplerdi ve Talat Paşa’nın talimatlarından çok daha sert önlemler almak istiyorlardı. Kendi bölgelerindeki ölüm oranları savundukları fikirleri çok iyi gösteriyor.

Cemal Paşa ve onun çevresindeki bu İttihat Terakki kutuplaşması Ermenilerin kurtuluşunu sağladı. Evet, bazılarına delice gelebilir ama biliyoruz ki birçok Ermeni atalarının kurtuluşunu Cemal Paşa’ya borçlu.

Irak’taki Baquba yetimhanesinde kalan 850 Ermeni yetim.

Halide Edip Adıvar Ermenileri öldürmeye karşı olan bir milliyetçiydi

“Adıvar, toplu katliam fikirlerinin öncülerinden olan Ziya Gökalp’la tartışıyordu. Ayrıca Adıvar Ermenileri İttihat ve Terakkicilerin öldürdüğü konusunda çok emindi. Ermeni sorunu olarak kabul edilen şeyin çözümünü cinayette değil asimilasyonda görüyordu. Evet, çocukları asimile etti ve ileriki zamanlarda kabul edeceğinden çok daha milliyetçiydi. Ama Cemal Paşa gibi onun da elleri kanlı değildi. Cemal Paşa çok da asimilasyon yanlısı değildi ve Ermenileri hayatta tutmak istiyordu. Yani İttihat ve Terakki'nin içinde cinayete karşı olan ve bu politikalarını Suriye ve Halep bölgelerinde uygulayabilenler vardı. Ve bunlar Falih Rıfkı Atay, Ali Fuat Erden, Mustafa Kemal ve Halide Edip gibi daha sonra cumhuriyet devrinde de önemli olan insanlardı. İttihat ve Terakki'den cumhuriyete geçen Jön Türkler bağlantısı İttihatçıların azınlık bir fraksiyonuydu. 1. Dünya Savaşı sürecinde katiller baskın çıkıyordu ama mağlubiyet sonrası Halide Edip, Mustafa Kemal gibi insanlar öne çıktı.”

Akrabaları olmayan kadınların dinleri değiştirildi

“Merkezi hükümetin tüm planlarına rağmen sorunlar baş gösterdi. Erzurum’dan tehcir edilen ve yola devam edemeyecek kadar perişan durumdaki birçokları gibi, başlarında onlara bakacak bir erkek olmayan pek çok kadın ve çocuk da din değiştirmek istiyordu. Vali Sabit Bey, bu insanları her köye iki ya da üç tane olmak üzere, Müslüman köylerine dağıtıp Müslümanlarla evlendirmeyi düşünüyordu. Ancak, bu kadın ve çocukların ABD’de yaşayan Ermeni akrabaları bu din değiştirtmelere itiraz edebilirlerdi, bunun da daha sonra politik sorunlar yaratabileceğinden endişeleniyordu. Trabzon’da, Vali Cemal Azmi Bey tehcirden geçici olarak ya da uzun vadeli muafiyetler için bazı kategoriler tanımladı. Sağlıkları tehcire elvermeyen Ermeniler, yakın zamanda görevden alınan ya da hala devlet memuriyetinde olan Ermeniler ve aileleri, hala kentte bulunan yerel Ermeni Katolikler, yerlerinin doldurulması mümkün olmayan zanaatkârlar, fakirler ile aileleri olmayan kadın ve çocuklar kalabilirlerdi. Ancak vilayetin bazı yerlerinde Ermeniler tehcirden kurtulabilmek için toplu halde din değiştirmek üzere organize olmaya başladılar. Bu nedenle de din değiştirenlere güvenilmedi ve din değiştirenler yine de tehcir edildi. Cemal Azmi Bey bu din değiştirenlerin ileride barış görüşmelerinde ülkeye siyasi zararlar vereceği konusunda uyarıda bulundu. 24 Temmuz 1915 tarihinde kadar 1,400 Ermeni çocuktan sadece yüz kadarı Trabzon’da kaldı. Sivas’ta, yetkililer Müslüman olmak zorunda kalan pek çok Ermeni esnafı bıraktılar. Çocuklar yetimhanelere gönderilirken, akrabaları olmayan genç kızlar ve kadınların dinleri değiştirildi ve köylerdeki güvenilir insanlara verildiler. Vali Muammer Bey başka bölgelerde din değiştiren Ermenilerin kendi evlerinde kaldıklarını söyleyerek hükümeti uyardı. Bu tür iddialar Talat Bey’in ‘sahte’ din değişimlerine karşı uyarılarını ve talimatlarını tekrarlamasına sebep oldu. Cemal Azmi Bey ise hala din değişimine karşı tutumunu devam ettiriyordu. Din değiştiren kadınların karıştığı aile içi şiddet vakalarında, Müslümanların mal ve can güvenliklerini tehlikeye attıkları gerekçesiyle kurbanları suçluyordu.”