Muş’tan uzanan uzun ince bir yol

‘Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı’nın üçüncü günü, ‘Hafıza ve Kimlik’ oturumunda ‘Bir Boşluk Olarak Benlik’ başlıklı bir konuşma yapan Almanyalı sosyal bilimci Alice von Bieberstein… Müslümanlaştırılmış Ermenilerin torunları von Bieberstein’ın Muş’taki saha çalışmalarının bir parçası haline gelmiş ve bunun ötesinde, etnografya çalışmalarının esası olan gözlem, sorgulama ve öğrenme süreci onun için başka bir şeyin gün yüzüne çıkmasını sağlamış.

FATİH GÖKHAN DİLER
fgdiler@agos.com.tr

Sessizliğe artık bir isim verildiğinde ve oradaki bilgi noksanlığı fark edildiğinde, boşluk yavaş yavaş bir bedene kavuşuyor. Kendilerine ‘Müslümanlaştırılmış Ermeniler’ olarak hitap edilen kişiler ve bu ismin ardındaki boşluk, onlar hakkındaki bilgiye duyulan açlık, pek çoklarını, ancak fısıltı ve hikâyelerle bilinebilen bu boşluğu bir bedene kavuşturmak için büyük bir hırsla harekete geçiriyor. Bu kişilerden biri de Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ‘Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı’nın üçüncü günü, ‘Hafıza ve Kimlik’ oturumunda ‘Bir Boşluk Olarak Benlik’ başlıklı bir konuşma yapan Almanyalı sosyal bilimci Alice von Bieberstein… Müslümanlaştırılmış Ermenilerin torunları von Bieberstein’ın Muş’taki saha çalışmalarının bir parçası haline gelmiş ve bunun ötesinde, etnografya çalışmalarının esası olan gözlem, sorgulama ve öğrenme süreci onun için başka bir şeyin gün yüzüne çıkmasını sağlamış. Son dönemde bölgede tekrar dirilen ‘Müslüman Ermeni’ kimliği ve beraberinde ortaya çıkan cinsiyet ilişkileri, kimlik politikaları ve bölgenin değişen jeopolitiği…

Müslüman Ermenilerle karşı karşıya gelmek etnografya çalışmalarının bildiğimiz kategorilerinden bir kopuş ya da bu kategorilere karşı bir mücadele olarak idrak edilebilir. Ve dikkatler görünmezliğin tarihinden görünene kaydıkça, von Beiberstein kimlik politikalarının ötesinde başka bir boşluğu keşfediyor: “Kadının adı geçmiyor ve bu durum geniş anlamda bölgedeki akrabalık anlayışını gösteriyor ki, buna göre biyolojik soy olarak ‘Ermenilik’ sadece soykırımda hayatta kalan erkeklere bağlanıyor.”

  • Kadının adı geçmiyor derken tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Daha iki hafta önce bir köydeydim ve bu köyün yarısını Ermeni mahallesi olarak adlandırabiliriz. Bu mahalledeki evlerin neredeyse tamamında, soyu zamanında Xiyan aşiretine mensup aileler tarafından alınan üç Ermeni yetim erkek çocuğuna dayanan aileler var. Önceleri bu konuyu konuşmakta biraz tereddüt yaşadım ama araştırmaya devam ettiğimde 1915’ten sonra köyde alınan üç kadın olduğunu da öğrendim. Bu kadınların soyu, yerel akrabalık yapısı mantığında önemsiz görülüyor, yani soyun belirlenmesi konusunda ilgisiz görülüyorlar, hem de onların çocuklarını ve torunlarını bulmak imkânsız oluyor. Bu üç yetim Ermeni erkek çocuğunun kız çocukları hakkında sorular sorduğumda aynı şekilde bir çıkmaz sokakla karşılaştım. Hepsi evlenmiş ve uzaklaşmış.

  • Sizin Muş’ta ‘bugün’ karşılaştığınız durum nedir? İnsanlar Ermeni köklerinin olduğunu öğrendiklerinde kendini anlama, yeniden tanımlama dönemlerine giriyorlar ve çorap söküğü gibi devamı geliyor, bu şekilde pek çok hikâye duyduk. Müslüman Ermeniler özelinde durum daha karmaşık… Sunduğunuz perspektiften bakarsak Muş’ta neler yaşanıyor?

Müslümanlaştırılmış Ermeniler konferansı boyunca Ermeni kimdir ya da nedir soruları sıkça karşımıza çıktı. Hikâyelerin ve tartışmaların sunuluş şekli bir kez daha asimilasyon ve tek tipleştirme politikalarının hayatın her alanında uyguladığı şiddeti göstermekle kalmadı, aynı zamanda bu politikaların ‘kan’ ve ‘ırk’ ile ilgili fikirlerin saltanatının sürmesine de nasıl katkı yaptığını da gösterdi. Farklı birçok kökenini varlığını keşfetmiş olmak da bu düşünce yapısının terk edilmesi anlamına gelmiyor, benzer durum Ermeniliğin kendisi de Hıristiyanlıktan koparıldığında da geçerli. Muş’ta bana kendilerini ‘Ermeni’ olarak tanıtanların büyük bir çoğunluğu, bunun ne anlama geldiğini sorduğumda büyükbabalarına referans vererek cevapladılar. Mesela birisi “Alice, her nereye gidersen git Alman kalacaksın değil mi? Çünkü annen ve baban Alman. Benim büyükbabam Ermeniydi. Bu işler böyle. İnkâr edilemez” dedi. Yani Ermenilik, büyükbabadan gelen ve torunların damarlarında akan inkâr edilemez kanı temsil ediyor.

  • Size göre bu durumun Muş’taki yansımaları neler?

Muş’taki çalışmamda bana en çarpıcı gelen şey Ermeni erkeklerin kamusal alandaki varlığı. Erkekler dışarı çıkıyor, kadınlar evde duruyor. Muş’ta Ermenilikle ilgili ne varsa, kimlik, varlık, kültür, bunların hepsi bana erkekler aracılığıyla geldi. Ermeniliği erkekler sahipleniyor. Mesela, kadın bir Kürt aileye gelin gitmişse onun Ermeni kimliğiyle ve kültürel mirasıyla ilgilenilmiyor. Kimim, neyim, nereden geldim gibi sorular… Bir oluş, olagelmek sorunu… Bunların hiçbiri kadınlar için ortaya çıkmış değil. Kendini oluşturmak gibi bir proje, kim olacağım, ne yapacağım, bunlar erkeklerin hakları ve kadınların etkisi olmadan, onları dışlayarak gerçekleşiyor. Ermeni olmayan aileleri ziyaret ettiğimde hemen hemen tüm aileye tanıtıldım, fakat Ermenilerde sadece erkelerle, geriye kalanlardan uzak tutuldum.

Kadınlar hikâyeleri anlatan, dili öğreten aracı, Ermeniliği taşıyan, kültürle besleyen kişiler ama hiçbir zaman söz sahibi olamadılar.

  • Konuşmanızda, Ermeni kimliğini fark eden ya da bir şekilde tekrar kavuşan Muş’taki Müslümanların, bu kimliği keşfetmeye, anlamaya çalıştığını aktarmıştınız. Ermeniliği tanımak, pek çok zaman aynı zamanda Hıristiyanlığı tanımayı da beraberinde getiriyor. Muş’taki Müslüman Ermeniler böyle bir karşılaşma yaşıyorlar. Bazı erkeklerin Ermenistan’da ikinci eşleri, aileleri olduğu dedikoduları bu kimlik çarpışmasının ürünü olabilir mi?   

İkinci eşler, hiçbir zaman doğrudan konuşulan bir şey olmadı ama fısıltılar, dedikodular vardı. Ermenistan’da ikinci bir eş arzusu olabilir ya da muhtemelen gerçekleşmiş de olabilir. Bu erkekler için olmak istedikleri kişiliğin, yeniden keşfetmek sahip olmak istedikleri Ermeniliğin,  Ermeni kimliğinin içinde aynı zamanda bir ailenin de yeri var, hayalini kurdukları bu kimliğin içinde ona uygun bir aile de var. Bu aile tabii ki Muş’takinden farklı ve ayrı bir aile… Ermenistan’daki bu kadınlarla ya sosyal medya ya da oraya düzenlenen iş gezileriyle bağ kuruluyor. Ermenistan’da başka bir kadınla evli olduğunu söyleyen birisi olduğunu duydum ve belki de çocukları var.

  • Bu doğruysa, çocukları nasıl yetiştiriyorlar, bir fikriniz var mı? Sonuçta sahip olmaya çalıştıkları kimlikte Hıristiyanlığın yeri büyük ama bu dinin pratiklerine de oldukça yabancılar.

Bu konuda tabii ki net bir şey söyleyemem ancak Hıristiyanlık meselesinde, Muş’ta çocuğunu Ermenistan’da üniversite okuması için gönderen birisini tanıdım, çocuklar ve diğer cinsiyetle olan bağlantılar aracılığıyla Ermeniliğin bu kısmı, yani dinle ilgili kısmı anlaşılıyor, bu şekilde elde ediliyor olabilir.

Bu erkeklerin benimle sıkça paylaştığı bir şey var: Ermenistan Cumhuriyeti’yle olan yakınlaşma orada kabul görmekle, hoş karşılanmakla ilgili, İstanbul’da aynı hoş karşılanmayı maalesef göremiyorlar. İstanbul’daki Ermeni toplumuyla bağlantı kurmaya çalışan çok sayıda Müslümanlaşmış Ermeni var ancak kapı üzerlerine kapandığında amaçları için başka bir yol buluyorlar. Ermenistan’dan Muş’a gelen ve Muş’ta oraya giden çok sayıda insan var. Bu kişiler için bu tür bağlantılar kurmak çok heyecan verici, anayurt kavramı onlara aşkınlık veren bir konu.

Ermenistan’dan gelen kişiler yüzde 90’ı erkek. Kendilerini büyük cesaret gerektiren bir şeyi başarmış kişiler olarak görüyorlar, bu hissediliyor. Kadınlar ise kaçırılma, alı konma gibi geçmişten gelen korkular beslediği için gelemiyor.

Bu insanlar için yeniden bağ kurmak, Ermenilikle ilişkili olmak önemli bir şey ve bu sebeple bağlantılar arıyorlar. Muş ise çok fakir bir yer ve kaynaklar çok az. Orada bir tür Ermeni kurumu açmak isteyen birisiyle konuştum ve İstanbul Ermeni Patrikliği’nin bu konuda yardım etmesi, kaynak sağlaması gerektiğini söylüyor. Doğuda yaşayan Ermeniler için böyle bir beklenti var: Sahip çıkılmak. Onlara göre İstanbul’daki Ermeni toplumu İslamlaşmış Ermenileri kucaklamalı. Bu açıdan ilginç bir durum, Patriklik gerçekten dini değil etnik bir kurum olarak görülüyor. Din önemli değil, etnik kimlik önemli diyorlar.