Ağaçlarda saklı tarih

Coğrafya ve tarihi topoğrafyanın izlerinde arayan Kathryn Cook, artık masala dönen bir geçmişle şimdiki zamanın görüntülerini birbiri üzerine bindirmiş. Sergiye ilişkin bir panel için Marsilya’ya gelen Cookla bu çok katmanlı çalışmasını ve yolculuğun kendisinde bıraktığı izleri konuştuk.

Marsilya’da Akdeniz’in kıyısında tarihi Saint-Jean Kalesi ile eski limanın arasında devasa bir müze yükseliyor. Manzaranın güzelliğinden aldığı ilhamdan olsa gerek, alışılageldik soğuk, resmi müze binalarından değil burası. Giriş ücreti alınmayan pek çok dış bölümünde ziyaretçiler eşsiz deniz manzarasında karşı bütün bir günü keyif içinde geçirebiliyorlar. Dolayısıyla mekân her an cıvıl cıvıl çocuklar ve güneşi batırmaya gelen yetişkinlerle, Marsilyalı ve turistlerle dopdolu. Akdeniz kültürüne ortak bir tarih ve coğrafya perspektifiyle sahip çıkan MuCEM, (Museum of the European and Mediterranean Civilisations- Avrupa ve Akdeniz Medeniyetleri Müzesi) müzenin ruhuna da uygun olarak çok geniş bir alanı 18.yüzyıldan bugüne Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin kolonyalizm, milliyetçilik, faşizm, bağımsızlık mücadeleleri ile dolu tarihinin karşılaştırmalı sunumuna ayırmış.
 

Goya’nın siyahı ile Miro’nun mavisini buluşturan bu sergi, bir ülkeden diğerine, bir medeniyetten öbürüne ‘yabancı’ olarak kodlananın nasıl şekil değiştirdiğini gösteriyor ve sanatçıların özgün çalışmalarıyla izleyiciyi afallatıyor. MucEM’in evsahipliği yaptığı özel bir sergi daha var. ABDli fotoğraf sanatçısı Kathryn Cook’un 1915 sonrası Anadolu’da Ermeni izlerini arayan ‘Ağaçların Hafızası’ sergisi, içerdiği samimi felsefeyle dikkat çekiyor.
 

Ermeni diasporasının önemli bir merkezi olması hasebiyle Fransalı Ermenilerin de yoğun ilgi gösterdiği sergi için fotoğraflardan bir de kısa film hazırlayan sanatçı, Ermenilerin yüzyıllık ipekçilik geleneğini devam ettiren Ağaçlı köyünden hareketle, ipek böceğinin bir fetüsü andıran gelişini hayat-ölüm-doğum döngüsünün simgesi olarak işlemiş. Gökyüzünde daireler çizen göçmen kuşlar, eskiden bir Ermeni yetimhanesi olan mekânda yetiştirilen güvercinler, her şeye tanık yüzyıllık dut ağaçları, sanatçının soykırımı ve bugün devam eden hayatı anlatmakta tercih ettiği diğer vurucu metaforlar. Coğrafya ve tarihi topoğrafyanın izlerinde arayan Kathryn Cook, artık masala dönen bir geçmişle şimdiki zamanın görüntülerini birbiri üzerine bindirmiş. Sergiye ilişkin bir panel için Marsilya’ya gelen Cookla bu çok katmanlı çalışmasını ve yolculuğun kendisinde bıraktığı izleri konuştuk.

KARİN KARAKAŞLI
karinkarakasli@agos.com.tr

  • Bu projeye İstanbul’da yaşamaya başladığınız 2006’da adım attığınız biliyoruz. Ardından 2007’de Hrant Dink öldürüldü ve bu cinayet anladığımız kadarıyla sizin çalışmanızın istikametini de kökünden değiştirdi. Hikâyenin hangi bölümüyle bağ kurarak Anadolu yollarına düştünüz?

“Proje için inceleme ve araştırmalara Hrant Dink öldürülmeden birkaç ay önce başlamıştım. Tam Türkiye’nin tarihi ve soykırımın inkârı gibi konuları öğreniyordum ki Hrant Dink öldürüldü. Kelimenin tam anlamıyla şoke oldum. Bu ölümle birlikte konu bir anda benim düşündüğümden çok daha ciddi ve ağır bir hal aldı. Sadece tarih olduğunu düşündüğüm bir konu on yıllar sonra hâlâ canlı olarak karşımdaydı.”

Proje için inceleme ve araştırmalara Hrant Dink öldürülmeden birkaç ay önce başlamıştım. Tam Türkiye’nin tarihi ve soykırımın inkârı gibi konuları öğreniyordum ki Hrant Dink öldürüldü. Kelimenin tam anlamıyla şok oldum. Bu ölümle birlikte konu bir anda benim düşündüğümden çok daha ciddi ve ağır bir hal aldı. Sadece tarih olduğunu düşündüğüm bir konu on yıllar sonra hâlâ canlı olarak karşımdaydı. Dahası cinayet sonrası çok fazla sır ve örtme gayreti ortaya çıktı. Bu yoğun sessizlik içinde ben de tartışılamayacak kadar önemli olanın ne olduğunu sorgulamaya başladım. Beni konunun içine çeken de bu büyük boşluk ve hiçbir şeye inanmama hali oldu. Anadolu’daki ilk yolculuğuma Stern dergisinden bir muhabirle birlikte derginin Hrant Dink ve soykırım konusunda hazırladığı dosya konusu için çıktım. Bu ilk ziyaretten sonra pek çok defa tek başıma, bazen de Agos’tan Baruyr Kuyumciyan’la olduğu gibi çeşitli arkadaşlarla  bölgeye seyahat ettim. Ancak elimde tehcir yolları ile eski Ermeni köylerini gösteren 1915 döneminden kalma haritalar bulunmasına karşın, aslında ne bulacağımı tam olarak bilmiyordum. Bazı şehirlerde sadece harabeler vardı, bazıları ise Ermenilerden hiçbir iz kalmayacak şekilde dönüşmüştü. O zamanlar daha İstanbul’da yaşadığım için bir iki haftada bir istediğim yerlere gidip eliyordum. Yolculuk boyu da bölgenin coğrafi yapısının görmek istediğimden hep trenle seyahat ediyordum.

  • Her yolculuk aynı zamanda ruha, iç dünyaya doğru yapılır ve insanı dönüştürür. Sizin için ‘Ağaçların Hafızası’ çalışmanızla birlikte neler değişti?

Adıyaman’da bir kadın fotoğraf çekimi için başörtüsünü değiştiriyor. Birkaç yıl önce Hıristiyanlığa geri dönen eşi Ermeni kökenini açıkça anlatıyor. Bu kadın ise Müslüman olarak yaşamayı tercih etmiş.

Proje esas olarak Hrant Dink’in ruhundan ilham aldı ve diğer işlerime göre çok daha içe dönüktü. Duygusal bir yanıt, keder ve şaşkınlığı ifade ediyordu. Ama içinde aynı zamanda hayatın devam edişine ve sonsuza kadar susturulamayacağını bildiğim hakikate dair bir umut da vardı. Bütün bu güdü ve duygular beni devletin yoğun inkârına karşın var olduğundan emin olduğum o izleri bulmak üzere yola çıkardı. Bu noktanın çalışmayı evrensel kıldığını da düşünüyorum. ‘Ağaçların Hafızası’ Ermenilere ilişkin ama aynı zaman biz bütün insanlığı da ilgilendiriyor. Dink cinayetinin ardından ortaya çıkan tartışma ve suçlamalar, milliyetçilik, tarihi bellek ve adalet arayışının günümüz Türkiyesi için de belirleyici olduğunu gösterdi. Tarihin karmaşıklığını anlamak kadar o tarihi yaşayanların ve inkârın mirasından bugün de etkilenenlerin durumuna da bakmak istedim. Bu aslında ele alınması hiç de kolay bir konu değil, hele de bir yabancıysan… Tarih derin ve karmaşık, ve en çok da fotoğraflarımın bildiğim bir şeye karşı yüzeysel bir tepki gibi kalmasından korktum. Ama yine de inatla devam ettim çünkü en sonunda mutlaka gerçek bir şey bulacağıma inanıyordum. Aradığım özü de nihayet projenin son iki senesinde Ağaçlı köyünde buldum.

  • Çalışmanızın metafor ve simgelerle örülü son derece şiirsel bir dili var. Ağaçlı köyündeki ipek böcekçiliği yapan köylülerin hayatından kesitler, bu geleneği orada başlatan Ermeni halkına atıfla, bu şiirselliğe bir örnek. Bu fotoğrafların hikâyesinden bahsedebilir misiniz biraz?

Ağaçlı köyü gerçekten de projemi değiştirdi, ya da bütünüyle doldurdu diyebilirim. Bu küçük köyde olan bitenle ilk anda bağ kurdum. Diyarbakır’ın kuzeyinde, şehre bir buçuk saat uzaklıkta, Kulp’a yakın bu köy 1915’ten önce bir Ermeni köyü olarak biliniyordu. Birkaç yıl önce köyün şimdiki Kürt sakinleri Ermenilerin ipekböcekçiliği geleneğini yeniden canlandırdı. Onlar da tıpkı yüz yıl önce Ermenilerin yaptığı gibi aynı dut ağacı yapraklarıyla aynı bahçelerde aynı şekilde ipek böceği yetiştiriyor. Gerek bu ağaçlar gerekse ipekçilik geleneği tarihi vatanda devralınan mirası gösteriyor ve ben de tam bu sebeple projenin ismini ‘Ağaçların Hafızası’ koydum. Geleneği yaşatmanın geçmişi anımsamak ve onurlandırmak için çok güzel bir yol olduğunu düşünüyorum. İpek böceği kozaları ise değişim ve yeniden doğuşun simgeleri. Bu haliyle aslında doğada ölüm ve yeniden hayatla yaşanan bir karşılaşma ve döngü var.

  • Bu yolculuğun sizin için en can alıcı anları hangileriydi?

Diyarbakır’ın kuzeyinde, şehre bir buçuk saat uzaklıktaki Ağaçlı, 1915’ten önce bir Ermeni köyüydü. Birkaç yıl önce köyün şimdiki Kürt sakinleri Ermenilerin ipekböcekçiliği geleneğini yeniden canlandırdı. Onlar da tıpkı yüz yıl önce Ermenilerin yaptığı gibi aynı dut ağacı yapraklarıyla aynı bahçelerde aynı şekilde ipek böceği yetiştiriyor. Gerek bu ağaçlar gerekse ipekçilik geleneği, tarihi vatanda devralınan mirası gösteriyor ve ben de tam bu sebeple projenin ismini ‘Ağaçların Hafızası’ koydum.

Yolculuğun pek çok noktasında doğru yerde olduğumu hissettim. Bunlardan biri Ağaçlıydı. Bir diğeri Suriye’de Halep ve Der Zor arasındaki yolla, Der Zor’un kuzeyinde Hasake bölgesiydi. Antepli  olan Ermeni anneannesi Cabur  aşireti tarafından kurtarılan köyün şeyhi ile tanıştık. Bizi çölün ortasına götürdü ve babasından öğrenmiş olduğu, o dönem katliamların yapıldığı bir mağara gösterdi. Çöl çok sıcak ve hiç hayat belirtisi yoktu. Şeyh bir ara o koca alanda yönünü şaşırdı ve en az bir saat boyunca dairler çizdik. O an, o çölden sağ çıkmış bir Ermeni’nin anılarını okurken susuzluğunu bastırmak için nasıl taş emdiğini anlattığı o bölümü anımsadım.Soykırımda insanların çekmiş olduğu acıyı, elemi tam anlamı anlamıyla kavrayabilmemize imkân yok ama acının yaktığı mekânları fiziksel olarak ziyarete etmek, mekân ve toprak denen şeyin anlamını hissetmemi ve bu mirasın taşıyıcısı olan insanlarla buluşmamı sağladı. Aynı zamanda bütün bu yolculuk  esnasında söz konusu bölgelerin bugünkü halini de görmüş oldum.

  • Kitap projesi ve MuCEM’deki sergi fikri nasıl oluştu?

Birkaç yıl önce Fransa’daki bir fotoğraf festivalinde Le Bec en l’Air yayınevinin yöneticisi ile tanışmıştım. O zamanlar henüz projem bitmiş değildi ama yayıncılar çalışmama ilgi gösterdi ve Marsilya’daki Ermeni toplumu içerisinde birlikte çalışabilme imkânı olduğunu ifade ettiler. Marsilya’nın 213 Avrupa Kültür Başkenti olması bağlamında yeni müzeler açılmaktaydı ve Akdenizle ilgili projelere ağırlık veriliyordu. Ben de bunun üzerine bu şehirdeki bir sanatçı evinde kalarak projeyi sergi ve kitap halinde oluşturmak üzere başvurdum.

  • Sergide Müslümanlaştırılmış Ermenilerin de fotoğrafları yer alıyor. Bu insanların güvenini nasıl kazandınız, onlarla neler yaşadınız?

Projede bir yıl ilerlemeden önce din değiştirmiş Ermenilerle konuşmaya kalkışmadım bile. Köylerde  gezerken, sora sora ve en çok da sabrederek ulaştım onlara. Başka türlüsü zaten mümkün değil. Pek çok kez buluşmak gerekti, ilişki kurmak çok zaman aldı ve hep ilk başta arkadaşlar vasıtasıyla koyuldum yola. Ardından asıl aradığım insanlara ulaştım. Çocuklar ve torunları aracılığıyla sağ kalanların hikâyelerini dinledim. Bazıları hiç korkmuyordu ve ortaya çıkarak Ermeni ataları hakkında konuştu bana. Bazıları içinse konu daha hassastı ve hayli endişeliydiler. Durum bölgeden bölgeye ve o anın siyasi iklimine göre değişiyordu. Korku içinde, saklanarak, sessizce yaşamak da bu tarihin bir parçası. Pek çok insan anonim kalmak koşuluyla fotoğraf çekilmesini kabul etti. Bu durum soykırım sırasında Ermeni çocuklarını ve komşularını saklayan Kürt ve Türk aileler için de geçerliydi. Ve sessizlikten öğrenecek çok şey var.

‘Sergi İstanbul’a gelince döngü tamamlanmış olacak’

  • ‘Ağaçların Hafızası’nı İstanbul’da da sergilemeyi düşünüyor musunuz?

Serginin İstanbul’a gelmesini bütün kalbimle diliyorum çünkü bu şekilde çalışmanın döngüsü tamamlanmış olacak. Bu projeye başladığım zamandan bu yana Türkiye’nin siyasi iklimi dramatik biçimde değişti. Soykırım konusu temkinli bir biçimde de olsa, artık bugün çok daha açık olarak tartışılıyor. Benim çalışmamın da siyaseten tartışmalı ya da saldırgan bir yanı olduğunu düşünmüyorum.

İzleyicinin bu imgeleri kendince değerlendirmek için alanı mevcut ve tam da bu alanın son derece karmaşık bu meseleye bakışta yeni bir yol açacağını ümit ediyorum. Bu proje sırasında en büyük zorluk, çalışmanın benden talep ettiği sabır ve sebattı. Projeye genel bir kanaatle, bir hisle başlamıştım. Bu bakış açım yol boyunca daha önceden hiç öngörmediğim karşılaşmalarla somutlaştı, her durak beni bir başkasına yöneltti. Bazen de çıkmazlara tosladım. Ama sonuçta hayatın ve siyasetin karmaşıklığı kavramak için bazen çarpmak da gerekiyor.

KATHRYN COOK KİMDİR?

1979 Washington D.C. doğumlu ABDli fotoğrafçı Colorado Üniversitesi gazetecilik bölümünden mezun oldu. Kariyerine 2003’te Panama’da Associated Press’te başlayan Cook,Güney Amerika’da serbest fotoğrafçı olarak çalıştı. 2006’nın Eylül ayında İstanbul’a yerleşen sanatçı, burada yedi yıllık ‘Ağaçların Hafızası’ adlı projesine başladı. Bu çalışma onun aynı zamanda ilk kitabını oluşturdu. Fotoğrafları İtalya, Fransa, Çin ve ABD’de sergilenen Cook; The New Yorker, The New York Times Magazine, TIME, Stern, Le Monde 2 ve The Independent gibi pek çok önemli uluslararası yayında da çalışmalarıyla yer aldı.