Bir kadın kent ozanı

2009’da ilk albümü ‘Uyan’ı, 2010’da ‘Hayat’ı ve geçtiğimiz yıl ‘Sarı’ albümünü çıkaran, masalsı şarkılarıyla tanınan Jehan Barbur, bu kez sevenlerinin karşısına bir kitapla çıktı. Alfa Yayınları’ndan çıkan “Çatıdaki Çimenler”, Barbur’un çeşitli zamanlarda kaleme aldığı öyküler ve şiirlerden oluşan derleme bir kitap.

ÖZGÜN ÇAĞLAR

2009’da ilk albümü ‘Uyan’ı, 2010’da ‘Hayat’ı ve geçtiğimiz yıl ‘Sarı’ albümünü çıkaran, masalsı şarkılarıyla tanınan Jehan Barbur, bu kez sevenlerinin karşısına bir kitapla çıktı. Alfa Yayınları’ndan çıkan “Çatıdaki Çimenler”, Barbur’un çeşitli zamanlarda kaleme aldığı öyküler ve şiirlerden oluşan derleme bir kitap.

Edip Cansever’den “Ne çıkar siz bizi anlamasanız da / Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar / Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da” alıntısıyla başlayan “Çatıdaki Çimenler” vesilesiyle Jehan Barbur’la buluşup kişisel hikâyesinden edebiyata uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.

  • ‘Çatıdaki Çimenler’in hikâyesi nedir?

Çatıdaki Çimenler
Jehan Barbur
Alfa Yayınları
138 sayfa

Çocukluğumdan beri yazıyorum. ‘Çatıdaki Çimenler’ adlı bir blog’um vardı. Sonra Kültür Mafyası dergisine, yine blog’uma verdiğim bu isim altında öyküler yazmaya başlamıştım. Blog’umu bir-bir buçuk yıl önce kapatınca, buradaki yazılarımı ve çekmecemde sakladıklarımı bir kitap haline getirmeye karar verdim. Bugüne kadar yazdıklarımı önüme dizdim ve kendi içlerinde ortak bir hikaye yaratabilecekleri seçip, aralarına da bir-iki cümlelik bağlaç niteliğinde cümleler koyarak kitabı hazırladım. Bu bir ayımı aldı. Ayrıca bu ilk kitabımı, şu an üzerinde çalıştığım ikinci kitabıma bir girizgâh olsun diye de hazırladım denebilir. Çünkü ikinci kitabım araştırma-röportaj tarzı bir kitap olacak, sadece benim cümlelerimden oluşmayacak yani. Öncesinde okurun benim havsalamdan düşmüş kelimeleri içeren bu kitabımı görmesi gerektiğini düşündüm.

  • İlk albümünüzü Bülent Ortaçgil’in teşvikiyle çıkarmışsınız. Kitabınızın girişinde de Yekta Kopan’ın teşvikiyle kitabı çıkardığınız yazıyor. Sanat serüveniniz hep böyle mi, birinin teşviklerine mi ihtiyaç duyuyorsunuz?

Açıkçası, ilk albümüm ve ilk kitabım dışında bugüne kadarki projelerimde hiç kimsenin teşviki olmadı, tam tersine köstekliği oldu. Projelerime hep heyecanım vesile olmuştur aslında.

Ben 25 yaşındayken, Bülent Ortaçgil’in ilk albümüm için beni Ada Müzik’le tanıştırıp şarkıların albüm olması gerektiğini söylemesi elbette çok önemliydi benim için. İstanbul’a o sıralar yeni gelmiştim ve piyasanın koşullarını bilmiyordum. Yazılarımı da ‘Bunlar kitap olursa çok mu komik olur, çok mu kişiseller?’ diye Yekta’ya göndermiştim. ‘Bence bunları insanlar okumalı, bir ederi var’ demişti. Tabii ki ilk adımda böyle bir şeyi duymak istiyorsunuz. Yani evet, ilk seferde insan böyle teşviklerin olmasını istiyor. Size gerçek fikriyle yardımcı olmayan hatta köstek olan insanların arasında böylesi değerli iki ismin inancı ve desteği hem ihtiyaç hem de hareket edebilme sebebiniz haline geliyor.

  • Şarkılarınızı genelde geceleri evde yazıyormuşsunuz, metinlerinizi ne zaman, nasıl bir ortamda yazıyorsunuz?

Yine evde yazıyorum ama bazen turnelere gittiğimizde, yolda kuruyorum yazacaklarımı, bazen de küçük notlar alıyorum. Öykülerim de önceden belirlediğim imgelerin, yazı masama oturduğumda ortaya dökülmesiyle çıkıyor. İmgelerim, ya bir eşya, ya bir karakter ya da bir ev oluyor; masama oturduğumda bu imgelerimin peşinden giden şeyler yazıyorum, gerisi hep kendiliğinden geliyor.

  • Bir röportajınızda ‘Çağdaş ozan geleneğini devam ettirmek istiyorum’ demişsiniz. Ne demek istiyorsunuz, açabilir misiniz?

‘Ozan’ kelimesi insanlarda bir tepki yaratıyor. Hani ozanlarımız Aşık Veysel, Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah ya, bu lafıma ‘Sen bunlarla kendini bir mi tutuyorsun!’ diye tepki gösterenler oldu. Haşa! Bir kalıba girmek istemediğim ve hikaye odaklı şarkılar yazdığım için böyle dedim. Bu bağlamda 2000’lerde kadın ozanların ortaya çıktığını düşünüyorum. Kent ozanıyım yani, şehirde yaşayıp şehir hikâyeleri anlatıyorum.

  • Peki, günümüzdeki insanlar, hikâyeler dinleme ihtiyaçlarını yitirdiler mi? Boşuna ozanlık yaptığınızı düşünüyor musunuz?

Hayır, bence hayat hikâyeden ibarettir, gerisi safsatadır. Her insanın bir tane hikâye yaşama şansı var. Dolayısıyla başkalarının hikâyelerini duymaya ihtiyaç duyuyoruz. İnsanın zenginleştiren, iyileştiren başkalarının hikâyeleridir. İnsan, yaşadığı hikâyenin benzerini başkalarının da yaşadığını görünce, kendini o kadar da özel hissetmemeye başlıyor. ‘Ben’ duygusunu törpülemek için başkalarının aynı mutlulukları, acıları, aşkları farklı zamanlarda ama benzer şekilde yaşadıklarını bilmek lazım. Çevremizdeki hikâyeleri dinlemekle ve bu hikâyeleri emanet etmekle mükellefiz. Ben böyle bakıyorum hayata.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ