Mehmet Akbaş: Almanya’dan dünyaya yayılan Ortadoğulu bir ses

Jolly Joker’da geçen Ekim ayının sonunda ilk albümü ‘P!A’nın tanıtım konserini veren Mehmet Akbaş’la, Almanya’ya gitmeden önce buluşup pek bilinmeyen müzikal yolculuğuna ve Kürtçe müziğin sıkıntılarına dair konuştuk.

ÖZGÜN ÇAĞLAR
ozguncaglar1@gmail.com

Almanya’da yaşayan Kürt müzisyen Mehmet Akbaş’ın 2012 yılında Kalan Müzik etiketiyle çıkan iki CD’lik solo albümü ‘P!A’nın (Zazaca ‘Beraber’) Türkiye’deki tanıtım konseri, nihayet geçtiğimiz Ekim ayının sonunda İstanbul’daki Jolly Joker adlı mekânda yapıldı. 10 yıl aradan sonra Türkiye’de sahne alan Akbaş’la Almanya’ya gitmeden önce buluşup, pek bilinmeyen müzikal yolculuğuna ve Kürtçe müziğin sıkıntılarına dair konuştuk.

1974’te Diyarbakır’ın Dicle ilçesinde Zaza bir ailenin çocuğu olarak doğan Akbaş, 18 yaşına geldiğinde Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde İnşaat Teknikerliği bölümünü okumak üzere ailesinin yanından ayrılmış, 24 yaşındaysa İstanbul’a gitmiş. Akbaş, İstanbul günlerini şöyle anlatıyor: “İstanbul’a geldiğimde tabi ki müzik okullarına, bölümlerine baktım. Ama öte taraftan hayatımı da kazanmak zorundaydım ve açıkçası çok da girişken biri değildim. Mesela İstanbul’da o sıralar Bilgi Üniversitesi açılmıştı, cesaret edip müzik bölümüne giremedim. Hiçbir enstrüman çalmıyordum, bölümün jürisindeki Bülent Ortaçgil, Sertab Erener gibi müzisyenlerin isimleri bile beni korkutmaya yetiyordu. Ama bir süre sonra bu ürkekliğimi aşabilmemde, içimdeki müzik tutkusu etkili oldu.”

Akbaş, Akademi İstanbul adlı müzik okuluna girmeyi de düşünmüş. Ama o dönem özel bir hastanede, haftanın altı günü çalışıyor olması buna engel olmuş: “Hastanedeki işimde haftada bir gün, çarşamba günü iznim vardı. Akademi İstanbul’da da caz bölümünü istedim, cazı bildiğimden de değil hani; caz belki özentiydi bende, belki de bir şey çağrıştırdı o sıra... Ama sonra profesyonel müzik çalışmalarına başlayınca hastanedeki işimden ayrıldım ve Akademi İstanbul’un Batı Şan Anabilim dalına da  burslu olarak kabul edildim.”

Çokkültürlü coğrafyanın sesi

Daha önce çeşitli çalışmaları olsa da, profesyonel müziğe ilk olarak 1998’de, İstanbul’daki  Mezopotamya Kültür Merkezi bünyesinde Zazaca müzik yapan Vengê Sodirî (Sabahın Sesi) adlı grupla başlayan Akbaş, anadili Zazaca şarkıların yanı sıra, Sorani, Kurmanci, Farsça, Ermenice, Afganca ve Türkçe şarkılarıyla, modern ve geleneksel ezgileri birleştirerek evrensel bir sound yakalama peşinde. Müzik dünyasında kendine özgü bir yerde duran ve kendini Ortadoğulu bir müzisyen olarak tanımlayan Akbaş, “Ortaokul ve lise yıllarımda arkadaşlarım kahveye giderken ben radyo dinlerdim, bahçe ve hayvan işleriyle uğraşırdım... Almanya’da da müzik marketlerine bir giriyorum saatlerce çıkmıyorum. Sahaflardan da çıkmıyorum; ikinci el plak, CD ne varsa alıp dinliyorum. İstanbul’dayken de böyleydim. Kendi müzikal dünyamı, hayal gücümü böyle böyle yarattım” diyor.

Mehmet Akbaş hep kendi iç sesinin peşinden gitmiş, istediği gibi bir solo albüm yapabilme fırsatını yakalayıncaya kadar da albüm çalışmalarına başlamamış: “Vengê Sodirî grubundan ayrıldıktan sonra albüm çıkarabilirdim ama istediğim gibi bir şey  olmayacaktı bu. Benden istenilen farklı sound’lara sahip bir albümdü. ‘P!A’ya kadar bu yüzden bu kadar bekledim.”

Akbaş, Vengê Sodirî grubu dağıldıktan sonra, maddi gerekçeler ve askerlik sorunu nedeniyle 2005’te Almanya’ya taşınmış. Almanya’da bir yandan geçimini sağlayabilmek için çalıştığını, bir yandan da hem Almanca öğrenmeye çalışıp hem de müzik yapmaya çalıştığını anlatan Akbaş, Almanya’da sesini ‘P!A’ albümü öncesi çeşitli konser projeleriyle duyurmaya başlamış. Bu sürecin zorluğunu şöyle bir anekdotuyla örneklendiriyor: “Mesela ‘Mezopotamya Aryaları’ adlı ilk konserimi, oradaki bir arkadaşımın yardımı sayesinde bulabildiğim bir salonda yaptık. Konser için 250 adet afiş bastırdık, bu afişleri de ben astım: İşten çıkıyordum, konser provasına gidiyordum, oradan da eve geçerken gece 3’lere kadar sokaklara kendi konserimin afişlerini asıyordum.”

İlk konserinden itibaren Avrupa’da kendisine birçok insanın destek olduğunu, konserlerine ciddi katılımların olduğunu anlatan Akbaş, Avrupa’da Kürtçe müziğin piyasasına dair sıkıntıları da şöyle dile getiriyor: “Avrupa’da yaşayan Kürtlerde ve genel olarak Türkiyelilerde konser kültürü gelişkin değil; daha birkaç yıl öncesine kadar konser salonlarına bir sanatçıdan sadece müzik dinlemek için pek gidilmiyordu. Avrupa’da konserler daha çok düğün salonlarına yapılıyor. Siyasi otoritelerin hazır kitlesine gidip şarkılarını söylüyorsun. Kürtlerde trend’ler belli sonuçta. Bu da çok normal, çünkü savaş halinde olan bir toplum Kürtler. Farklı bir şey yaptığında tercih edilmiyorsun, dediğim gibi bunda da kasıt yok, her şey gibi ihtiyaç meselesi. Ama benim konserlerimin dinleyici profili ilk konserden itibaren çok kültürlü bir hal aldı.”

‘İlk olmanın zorluklarını yaşıyorum’

Avrupa’daki Kürtlerin ve genel olarak Türkiyelilerin canlı müziğe dair bu alışkanlığının aşılmasında kendi payının olduğunu söyleyen Akbaş, “Avrupa’da bağımsız konserleri ben başlattım denebilir. Benimle beraber, inandığım insanları da işin içine kattım. Kendi konserlerimde arkadaşlarıma yer verdim. Bu konuda hiç mütevazı olamayacağım. Ama tek olmak da doğru bir şey değil. Bir akım oluşsun ki, daha nitelikli işler çıksın. Bu işi ilkeli ve evrensel normlarda yapan insanların çoğalması lazım. Bu yüzden inandığım insanları da hep motive ediyordum” diyor.

Jolly Joker, Mehmet Akbaş konseriyle birlikte ilk defa sahnesini Kürtçe müzik yapan bir müzisyene açmış. Dinleyenlerinin yoğun bir katılım gösterdiği konseri hakkında düşüncelerini sorduğumuzda ise Akbaş şunları söylüyor: “Normalde Jolly Joker’daki konserleri, öncesinde Kral TV gibi televizyon kanalları duyurur ama bizim böyle bir imkânımız olmadığı halde salonu doldurabildik.”

‘Jolly Joker’de sahne almam yadırgandı’

Mehmet Akbaş’ın Jolly Joker gibi bir mekânda sahne almasını, Türkiye’deki Kürtçe müzik dinleyicisinin bir kısmı da yadırgamış. Ama Akbaş bu tepkileri şöyle yanıtlıyor: “Neden lokalleşelim ki? İstanbul’da en iyi performans mekânlarından biridir Jolly Joker. Neden belirli mekânlara tıkılıp kalalım? Biz Kürtler öteki psikolojisinden çıkmalıyız artık! Bu tür performans merkezlerinde bizim müziğimizin icrası kadar doğal bir şey olamaz, bu bizim hakkımız sonuçta. İnsan Avrupa’da yaşayınca, insanların böyle tepkilerinin doğru olmadığını da görüyor.”

Akbaş’a son olarak, Kürt sorununun çözüm süreciyle ilgili düşüncelerini sorduğumuzda, sorumuzu Avrupa’da kendi müziğini yaparken yaşadığı sıkıntıları anlatarak cevaplıyor: “Avrupa’da Kürtçe müziğin pazar sorunu var. Avrupalılar yaptığımız müziği nereye koyacaklarını bilemiyorlar: Türk müziği mi desinler, Türkiyeli müziği mi desinler, Kürtçe müzik mi yoksa Kürt müziği mi... Statüsü olmayan bir halkın müziğini yapınca, ne kadar iyi olursan ol, son tahlilde çok da para etmiyorsun. Kendi devleti, kültür bakanlığı olan halklar gibi değer görmüyoruz. Çözüm süreci adı altında, birileri bana neden haklarımı yavaş yavaş versin ki? 40 milyondan fazla bir halkı konuşuyoruz burada, bu halkın statüsü yok, kimse kimseye bir şey bahşetmiyor sonuçta, bahsettiğimiz şeyler en doğal haklardır! Bu halka mensup olmasam da bunları söylerdim.”

Haftanın 4 günü rahat bir şekilde müzik yapabilmek için, bu aralar Almanya’da bir depoda üç gün boyunca 36 saat çalışan Akbaş’ın hikâyesi, istediği gibi müzik yapabilmek için, müzik tarihinde tırnaklarıyla kazıyarak bir yer edinen müzisyenlerin ilham verici hikâyeleri arasında yerini almaya aday bir hikâye.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik