Fotoğrafçı Semiha Es'in bilinmeyen yüzü, hakim bakışı sorguluyor

Semiha Es-Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu; İstanbul Kadın Müzesi, Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (KOÇKAM) ve Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’nun, ortak çalışmasıyla düzenlendi.

28-30 Kasım tarihlerinde Cezayir Salonu’nda gerçekleşen Semiha Es-Uluslar arası Kadın Fotoğrafçılar sempozyumu dünyadan ve Türkiye’den farklı fotoğraf disiplininden kadınları buluşturdu. Semiha Es’in Hürriyet gazetesi için çektiği fotoğraflarla yayınlanmayan Kore fotoğrafları arasında büyük tezat var. Gazetede ulus-devletin kahramanlık söylemini yeniden üreten imgeler dikkat çekerken Es’in kendi arşivindeki fotoğraflar sivillerin acılarını, savaşın yıkıcılığını gözler önüne seriyor.

ŞEHLEM SEBİK
sehlem.sebik@bilgiedu.net

Semiha Es 1912'de İstanbul’da doğmuş, Türkiye’nin ilk kadın gezi ve savaş fotoğrafçısı.  100 yaşını dolurduğu 2012'de vefat edişinin ardından, bu öncü kadını  28-30 Kasım'da yapılan Semiha Es-Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu’yla andık. Tarihin tozlu sayfalarında hep eşiyle birlikte, hatta bazen adı eşinin ismi içerisinde geçerek anılmış, emeğinin öznesi olamamış, gölgede kalmış, fotoğraftan ömrü boyunca gelir sağlayamamış Semiha Es’i bu sempozyum sayesinde hatırladık. Dünyadan ve Türkiye’den birçok farklı fotoğraf disiplininden kadınların buluştuğu sempozyumda hem yoğun, hem de zihin açıcı üç gün geçirdik.

Var olmak için direnmek

 Semiha Es-Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu için, ben de Semiha Es’in 1950-1953 yılları arasında Kore Savaşı’nda Hürriyet gazetesi için çektiği fotoğrafları inceleyen bir çalışma yaptım. Bu çalışmaya başlamam Gezi parkı direnişine denk gelmişti, o yüzden Semiha Es’in yaşamı ve fotoğrafları kendi kişisel tarihimdeki direniş günleri ile beraber anacağım bir hafıza yarattı bende. Semiha Es de tıpkı direnen diğer kadınlar gibi 1950’li yıllarda erkek mesleği sayılan bir alanda var olmuş, direnebilmişti. 1950’lerde Türkiyeli bir kadın olmak ve Cumhuriyet ideolojisi ile ‘eğitilen’, cumhuriyetin kurulmasına ‘yardımcı’ olan kadın rolünü üstlenmek aynı zamanda ulusun annelerinden biri olmak demekti.  Savaş fotoğrafçılığı gibi bağımsız ve erkek mesleği olarak görülen bir alanda var olabilmek içinse direnmek şarttı. Aslında bu direnme biçimlerinin yalnızca Türkiye’de geçerli olduğu söylenemez. Virginia Woolf’un da dediği gibi bir kadın olarak kadınların aslında ülkesi yoktur, tüm dünya kadınların ülkesidir.  2. Dünya Savaşı'nda ABD çok gizli Kuzey Afrika çıkarmasına savaş muhabirlerini ve fotoğrafçıları gönderirken bu heyette yer alan fotoğrafçılardan Margaret Bourke White'ın sırf  kadın olduğu için Kuzey Afrika’ya gidecek uçağa binmesine izin verilmemişti. Meslektaşlarından daha zorlu koşullarda gemi seyahatine zorlanan White’ın bindiği geminin torpidoların ateşi nedeniyle batması ve canlarını zar zor kurtarma hikâyesi daha sonra Alfred  Hitchcock’un “The Life Boat” filmine konu olacaktı. White’ın yaşamından esinlenerek oluşturulan kadın karakterin bu felaket sırasında gemiden kaçarken yanına aldığı ilk şey kürk mantosu ve makyaj malzemeleriydi!

Savaşta kadın olmak

1950’lerin fotoğraf mesleği içerisinde cinsiyet ayrımı bu düzeydeyken, Semiha Es de verdiği röportajlarda savaş alanında kadın olduğu anlaşılmasın diye ellerini gizlediğinden, ya da Koreli kadınların tecavüze uğramaktan korktukları için kendisiyle yürüdüğünden bahseder. Yani savaşta kadın olma durumunu , bir kadın fotoğrafçı olarak yaşadığı zorlukları anlatır. Semiha Es’in Kore Savaşı fotoğraflarının tümü Hürriyet gazetesinde yer bulmamıştır. Yayınlanan fotoğraflarını  milliyetçi, ulusalcı diskur şekillendirir ve bu fotoğraflarda Türkiye’den kilometrelerce uzak bir coğrafyadaki “düşmana” karşı yürütülen savaşı Hürriyet gazetesi için görüntüler. Semiha Es, Kore savaşının TSK’nın gözünden nasıl olduğunu gösterir. Bu imgeleri üretenlerden biri ve aynı zamanda tanığı olan bir savaş fotoğrafçısı olarak gösterdiği  ‘an’lardaki ‘öteki’  imgeler ile öznesinden çok daha derin bir ulus hafızası yaratmaktadır. İliştirilmiş bir fotoğrafçı olarak gittiği savaşta haberlerde kullanılan fotoğraflar hakim ideolojinin tarih yazımının sorgulanmasına olanak sağlamamış, aksine hakim ideolojiyi destekleyen imgeler yaratmıştır.

Semiha Es’in Kore Savaşı’nda çektiği fakat hiç yayınlanmamış fotoğrafları incelendiğinde ise,  annesine sıkıca sarılarak veda anını uzatan askerler, yıkılmış evinin kalıntıları arasında ısınmak için ev kalıntılarını toplayanlar, donmuş bedenleri ile yerde yatan ölü çocuklar,  kısa bir ateşkes arasında iç donlarıyla yüzmeye koşmuş erler, savaşa rağmen günlük yaşamı düzenlemeye çalışan veya yüzündeki acının kelimelerle tanımlanamayacağı kadınlar gibi savaşı hakim bakışla göstermeyen anlar vardır. 

Kadınlar, Savaş ve Çatışma 

Semiha Es-Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu’nda 21. yüzyılda kadın fotoğrafçıların fotoğraf dünyasındaki yerleri, katkıları ve fotoğrafa hakim bakışın toplumsal cinsiyet perspektifinden nasıl sorgulandığı; savaş, kadın bedeni, şiddet, hafıza, belgesel ve sanat fotoğrafı  gibi konu başlıklarını içeren paneller ve yuvarlak masa tartışmalarıyla irdelendi.

Sempozyum çerçevesinde düzenlenen İkinci Göz–Türkiye’den Kadın Fotoğrafçılar Sergisi ise adının çağrıştırdığı beklentiyi boşa çıkaran bir seçki oldu. 1980 sonrası kadın fotoğrafçılardan bir kesit, fotoğrafı sadece sanatsal işlevi bağlantısıyla tematize ediyordu. Haber fotoğrafçılığı, belgesel fotoğrafçılık gibi kategoriler göz ardı edildiği gibi, Türkiye’nin kültürel çeşitliliği de bu seçkide yer bulmamıştı. Sadece Ermeni Süryani kimliği arasında kendi kimliğini arayan  Larissa Araz’ın bu seçkide olması bu kültürel zenginliği yansıtmaya yetmeyecek kadar azdı.

Sempozyumda savaşlarda imgelerin nasıl yaratıldığı, kadınların savaşta var olma mücadeleri  'Yaşamı ve Ölümü Belgelemek: Kadınlar, Savaş ve Çatışma'  oturumu başlığı altında tartışıldı. Bu oturumda  Ami Vitale ve Heidi Levin’le birlikte ben de Semiha Es’in Kore Savaşı fotoğraflarını incelediğim bir sunum yaptım.  ‘Kadınlar, savaş ve çatışma’yı sorguladığımız bölümde Semiha Es’ten yıllar sonra savaş fotoğrafçılığı yapan iki Amerikalı kadın fotoğrafçı, Ami Vitale ve Heidi Leivine de savaşa tanıklık etmiş kadınlar olarak çatışma anlarını, kendi iç yolculuklarını anlattılar. Ami Vitale ‘Hikayenin Yarısı’ başlıklı sunumunda hem kendi iç yolculuğundan hem de orada olan ama görülmeyen kimliklerin acılarından bahsetti. Heidi Leivine, ‘İki Yönde Gelgitler, Engeller ve Erişim’ sunumuyla aşka coğrafyalarda, savaşlarda yaşanan acıları, şiddeti gösterdi.

Semiha Es'in fotoğraflarında iki farklı dünya

Oturumda savaş sırasında yaklaşık 3 milyon insanın yaşamını yitirdiği Kore’de, Semiha Es’in çektiği fotoğraflarını yayınlanmış ve yayınlanmamış fotoğraflar şeklinde iki ayrı kategoride inceledim. İliştirilmiş bir foto muhabir olarak gittiği Kore’de başkalarının acısına bakarken Hürriyet gazetesindeki yayınlanmış fotoğraflarda ne sivil hayatlar, ne savaşın yıkıcılığı görülüyordu. Birlik içerisinde tıraş olanlar, sıla özlemi çekenler, poz verenler, düşman askerini esir almış gibi yapan, adeta piknik yapan, düşman askerinin çürümüş bedenleri arkasında savaştaymış gibi poz veren,  kahraman ve fedakâr askerler gösterilirken sivil halk, yıkılmış meydanlar, zarar gören evler görülmemekteydi. Aksine ulus devletin kendini yeniden inşa ettiği kahramanlık söylemi erkeklik ve milliyetçilik minvalinde bu fotoğraflarda görülebiliyordu. Haber fotoğrafçılığı alanında uzun yıllardır süren, fotoğrafların gazetelerde veya dergilerde nasıl sergilendiği tartışmasının da ötesinde, daha geniş çapta, bu yayın organlarının iktidar ile ilişkilerine ve sanki devletin bir yayın kurumuymuş gibi haber yapan anlayışları da yayınlanmış bu fotoğraflar üzerinden sorgulanabilir. Hakim ideolojide çatlaklar oluşturabilecek imgelerin ise Semiha Es’in ölümünden sonra arşivini gazeteci Özgün Levent’e bırakması sayesinde elimize geçen yayınlanmamış fotoğraflarında olduğunu gördük. Bu fotoğraflarda suskunluk sarmalının bozulduğuna, kendisi ile ilgili yapılan belgesellerde bile o söylemin içinde insancıl cümleler kuran, savaşların milleti olmadığından bahseden, savaşlarda en çok kadınların ve çocukların etkilendiğini söyleyen, Semiha Es’in kendi sesine şahit olduk. Yayınlanmamış fotoğraflarda aslında savaşın trajedisini ve travmasını yaşayan kadınlar, çocuklar, savaştan etkilenen halkın ne yaşadığını anlatan savaşın yıkımı ve acıları ile ilgili imgeleri gördük. Tıpkı Ami’nin hikayenin yarısını anlattığı sunumdaki gibi başka hikayelerin varlığını, Semiha Es’in kendi gözünden, aracısız öğrendik. 

Fakat sempozyumda Kuzey Afrika’dan Peru’ya ötekileştirilen, bizden daha uzak coğrafyalarda soykırıma, devlet eli ile şiddete uğrayan yaşamlara tanık olabilirken bizim kendi coğrafyamızda yaşadığımız acılara tanık olamadık. Üstelik Ermenilerin, Rumların veya  Kürtlerin bu coğrafyada yaşadığı acılar da en az diğer coğrafyalarda ötekileştirilen kimlikler kadar badireler atlatmış ve atlatıyorken... Tıpkı Semiha Es’in o suskunluk sarmalı içerisinde yayınlanmış fotoğraflarında aradığımız ama göremediğimiz şeyleri yayınlanmamış fotoğraflarında bulabildiğimiz gibi sempozyum sonunda belki de bu suskunluğu üç dakikalık sunumda izleyebildiğimiz Dersim’deki Kışla Binası’nın dönüşümü üzerine yaptığı serisi ile bozan bir Kürt kadın fotoğrafçı, Serpil Polat oldu.

Semiha Es bize fotoğrafın hakim bakışı nasıl sorgulayabileceğini bir kez daha anımsattı. O bilgiyle üretmeye, devam etmeye değer...