'Hükümetle cemaatin çatışması demokrasi için olumlu gelişme'

Ali Bilge, Ankara’da yayımlanan ‘İktisat, İşletme ve Finans’ dergisinin yayın yönetmeni. Ankara’da siyaset ve ekonomi yönetimi kulislerine yakınlığı ile tanınan Bilge ile, ‘MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağırılması’ sonrası yaşanan krizi ve bunun muhtemel sonuçlarını konuştuk.

Açık Radyo’da her pazartesi sabah 9.30’da yayımlanan ‘Ali Bilge ile ekonomi politik’ adlı programda gündemi yorumlayan Bilge, son MİT krizinden önceki programlarında da bir süredir AK Parti Hükümeti ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki gerilime dikkat çekiyor. Bilge’ye göre yaşanan kriz, Türkiye’de şeffaflaşma ve demokratikleşme sürecinde son dönemde yaşanan tıkanmanın aşılmasını sağlayacak bir olanak sunuyor.

FERDA BALANCAR 
ferda@agos.com.tr

•          Son günlerde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla ortaya çıkan çatışma ve krizi nasıl tanımlıyorsunuz? Bazı yorumculara göre kriz Emniyet ve Yargı ile MİT ve hükümet arasında; kimilerine göre ise çatışmanın tarafları AK Parti ve Gülen Cemaati. Size göre taraflar kimler?

Bu çatışma, AK Parti hükümeti ile Fethullah Gülen cemaati arasında uzun zamandır yaşanan gerilimin dışavurumudur. Çatışma aslında sadece MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılmasıyla sınırlı değil. İki kesim arasında farklı alanlarda yaşanan farklı anlaşmazlıklar ve çıkar çatışmaları var. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması, deyim yerindeyse bardağı taşıran son damla oldu.

•          Nedir o farklı çatışma alanları?

Mesela iki yıl önceki Mavi Marmara olayı bu çatışmanın su yüzüne çıktığı olaylardan biri oldu. Mavi Marmara’nın Gazze’ye doğru yola çıkması, Türkiye ve İsrail arasında ciddi bir gerilime neden oldu. Hâlâ da Türkiye-İsrail ilişkileri normale dönmedi. Mavi Marmara olayında Fethullah Gülen, Hükümet’e karşı bir pozisyon aldı. Mavi Marmara’nın İsrail’den izin almadan Gazze’ye gitmeye kalkışmasını eleştirdi. Bu olay, perde arkasında yaşanan rahatsızlıkların ilk dışavurumuydu. AK Parti içinde Mavi Marmara olayı cemaatle ilgili ciddi rahatsızlığa neden oldu. Ama bu iki yıl önceydi ve o günlerde iki grubun da çıkarı bu çelişkiyi çatışmaya dönüştürmemeyi gerektiriyordu. Fakat zaman geçtikçe çelişkiler artmaya başladı ve sonunda kriz patladı. 

•          Neydi o çelişkiler?

Mesela kamuoyunu yakından meşgul eden Balyoz, KCK gibi davalardaki tutukluluk süreleri, soruşturmanın kapsamı gibi konular hükümet için rahatsızlık verici hale geldi. Bu tür davalarda Emniyet ve Yargı’nın tavrına yönelik eleştiriler elbette Hükümet’e de yöneliyor ve AK Parti Hükümeti de bundan rahatsız. 

•          Hükümet rahatsızsa neden bugüne kadar müdahale etmedi?

Bu soruşturmaları yürüten ekip hem Emniyet hem de Yargı ayağıyla, Gülen Cemaati’yle bağlantılı çünkü. Bunu geçmişte de yaşadık aslında. Tansu Çiller de Mesut Yılmaz da başbakanlıkları süresince dönem dönem polis şeflerinin kuklası haline geldiler. Bu ülkede bürokrasinin ağırlığı ve etkisi sadece askeri bürokrasiyle sınırlı değildir. Emniyet ve Yargı, seçilmiş hükümetler için hiçbir zaman kolay bir alan olmadı. Bu aslında bugün de böyle. Siz hükümet olarak gerekli demokratik reformları yapmazsanız polise ve yargıya zaman zaman boyun eğmek zorunda kalırsınız.

•          Peki o zaman neden şimdi Hükümet, Yargı’da ve Emniyet’te operasyona girişip sözünü ettiğiniz polisleri ve savcıları görevden aldı?

Çünkü artık Hükümet ile Cemaat arasındaki çatışma su yüzüne çıktı. Ankara kulislerinde çok konuşulan ama basında görmezden gelinen bir gelişme yaşandı geçen aylarda. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Pensilvanya’ya gidip Fethullah Gülen ile konuştu. Arınç, Emniyet ve Yargı’daki cemaat mensuplarının tavrından şikâyetçi oldu ve Gülen’e ‘Adamlarına söz geçiremiyoruz’ dedi. Ancak Fethullah Gülen, Arınç’ı dinlemekle yetindi. Hiçbir şey değişmedi. KCK operasyonları, Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nu tutuklamaya varıncaya kadar genişledi. Hrant Dink davasında kamuoyunun tepkisini çeken karar açıklandı ki bu da hükümeti zor durumda bıraktı.

•          Dink davasının sonucu da Hükümetle Cemaat arasındaki çatışmanın bir yansıması mı?

Evet, davanın bu şekilde sonuçlanması hükümeti hem içeride hem de dışarda zor durumda bıraktı. Dink davasını soruşturan polis ve yargı ekibiyle KCK, Balyoz gibi soruşturmaları yürüten ekip birbirinden çok farklı değil. Cinayetten hemen sonra Başbakan Erdoğan, Dink ailesini ziyarete gitti. Ayrıca Başbakan’ın yakın adamlarından Ömer Çelik ‘Bu cinayeti aydınlatmak bizim için namus meselesidir’ dedi. Ama bir sonuç alınamadı. Sonuç alamayanlar kimler, ona bakmak lazım.

•          Tüm bu süreçte MİT Müsteşarı’nın görevden alınması da bardağı taşıran damla mı oldu?

Evet, çünkü MİT üstünden Başbakan’a mesaj verildi. Burada Emniyet ve MİT arasındaki istihbarat savaşını da unutmamak gerekir. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün elindeki istihbarat altyapısını MİT’e devretmek gibi bir adım da Hükümet’e pahalıya patlıyor aslında. Bir de Kamu Güvenliği Müsteşarlığı kuruldu ama bu da nasıl işliyor, orada neler oluyor bilmiyoruz. Bu kavganın bu tür boyutları da var. Çatışmanın gün yüzüne çıkması şeffaflaşma sürecini de beraberinde getirebilir. Artık bu çatışma sadece perde arkasında yaşanamaz. Toplum kapalı kapılar ardında neler olup bittiğini bu çatışma sayesinde öğrenecek.

•          Öte yandan, jet hızıyla çıkan bir yasayla MİT Müsteşarı kurtarılıyor ve aynı zamanda Başbakan Erdoğan bu konuda konuşmuyor. Bundan ne anlamak gerekir?

Başbakan’ın bu konuda konuşmaması, Hükümet’le Cemaat arasında pazarlıkların sürdüğü anlamına geliyor ki, bu bence normal. İki gücün birbirini yok edene kadar bu çatışmayı sürdürmek istememesi çok anlaşılır bir durum. Mutlaka bir çözüm ve orta yol bulunacak. Ancak MİT Müsteşarı’yla ilgili yasa, aynı zamanda Hükümet’teki otoriterleşme eğilimini de gösteriyor. Her ne kadar böyle bir eğilim olsa da, 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimini düşünen AK Parti’nin önümüzdeki iki yılı çok iyi kullanmak isteyeceği de ortada. Bunun için de öncelikle Kürt sorununda çözümün önünü açmak zorunda. AK Parti’nin 85 Kürt vekili olduğunu ve toplumun çok büyük bir kesiminin Kürt sorununun çözümü yolunda beklentisi olduğunu unutmamak gerekir.

•          Gülen Cemaati Kürt sorununun çözümünü istemiyor mu?

AK Parti aktif siyaset yapıyor ve dediğim gibi pek çok Kürt vekili de var. Toplumun beklentileri doğrultusunda sorunu 2014’ten önce çözüm yoluna sokmak istiyor. Cemaat ise, medyasına ve KCK operasyonlarını yürüten kadrolarına baktığınızda en azından şu an için şiddete dayalı çözüme yatkın görünüyor. Tablo bir süredir oldukça tuhaftı; Başbakan çıkıp Dersim için özür diliyor, öte yandan Uludere katliamı yaşanıyor. Ama Hükümet artık ipleri eline almak istiyor. KCK operasyonunun başındaki polisler ve yargı mensuplarının görevden alınmaları bunu gösteriyor.

CEMAATİN KARŞISINDA NAKŞİLER VAR

•          AK Parti’de kümelenen Gülen Cemaati dışındaki grupları nasıl tanımlıyorsunuz?

Cumhuriyet tarihinin özellikle son 50 yılında Nakşibendi kökenli tarikatlarla Nurcular arasında zaman zaman çatışma, zaman zaman da ittifaklar yaşandı. 28 Şubat sürecinde diğer cemaatler büyük yara alırken Gülen Cemaati güçlendi. AK Parti iktidarında Gülen Cemaati dışında kalan gruplar AK Parti’de kümelendiler. Cemaat de AK Parti’yi desteklediği için sorun olmadı. Yani aynı ittifak içinde rekabet sürdü ama bugün durum değişti. Cemaate karşı Hükümet’i destekleyen de işte bu gruplar.

Ankara kulislerinde çok konuşulan ama basında görmezden gelinen bir gelişme yaşandı geçen aylarda. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Pensilvanya’ya gidip Fethullah Gülen ile konuştu. Arınç, Emniyet ve Yargı’daki cemaat mensuplarının tavrından şikâyetçi oldu ve Gülen’e ‘Adamlarına söz geçiremiyoruz’ dedi. Ancak Fethullah Gülen, Arınç’ı dinlemekle yetindi. Hiçbir şey değişmedi.

KAMU İHALELERİNE DİKKAT!

•          Bir iktisatçı olarak hükümet ile cemaat arasındaki bu kavganın iktisadi boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AK Parti’nin 10 yıllık iktidarı boyunca yeni güç odakları ve yeni çıkar grupları ortaya çıktı. Bu durum, yeni toplumsal sözleşmeler yapılmasını zorunlu kılıyor. Yeni anayasa süreci de bununla ilgili aslında. Türkiye’de ekonomik anlamda pasta büyüdü ve yeni aktörler devreye girdi. Elbette bu yeni aktörler yeni bir paylaşım istiyor. Türkiye bu süreci yaşamak zorunda.

•          Cemaate yakın sermaye grupları ile cemaat dışı ama Hükümet’e yakın gruplar arasında bir paylaşım mücadelesi mi var?

Son yıllarda ciddi bir toplu konut atağı var. Ayrıca duble yol veyahut diğer kamu ihaleleri de söz konusu. Büyüme hızında Türkiye rekordan rekora koştu. Bu ihaleleri kimler aldı ve kimler alamadı, buna dikkat etmek lazım. İki gündür yaşanan Kamu İhale Kurumu’na yönelik polis operasyonu da dikkat çekici. Hükümet, Emniyet ve Yargı’da operasyon yaptı, bunun karşılığında da Kamu İhale Kurumu’na baskın oldu. Bu tür karşılıklı hamleler bir süre daha devam edebilir ama eninde sonunda yeni bir uzlaşma olacaktır. Burada önemli olan demokratik bir toplumsal sözleşmenin ortaya çıkması. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri bu açıdan çok önemli. AK Parti geniş bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç duyuyor. Bu uzlaşmanın içinde yeni ve uluslararası bir aktör olarak Gülen Cemaati de var.

•          Uluslararası aktör derken neyi kastediyorsunuz?

Gülen cemaati 100 civarında ülkede bin 500 okulu ve ayrıca ticari ilişkileri olan uluslararası bir yapı. Bir tür uluslararası şirket de diyebiliriz. Böyle bir yapının ABD ile ve dolayısıyla İsrail ile ters düşmek elbette işine gelmez. İran ve Suriye ile ilgili gelişmelere baktığınız zaman da Hükümet’in politikasıyla Cemaat’in tavrının birbirini tutmadığını görüyoruz. Hükümet özellikle İran konusunda ABD ve İsrail’in taleplerine karşı son derece temkinli. Öte yandan Gülen Cemaati’nin dünyada okul açamadığı çok az sayıdaki ülkeden biri İran. 

 

 

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem

Etiketler

Nakşiler