Tüm ezilenlerin yanındaki gerçek dost

Türkiye halkları 2013 yılının yaz aylarını uzun süren bir ilkbahar gibi yaşadı. Yaz aylarının kentleri kasıp kavuran sıcaklığı gitmiş, yerine tatlı esintili bir bahar havası gelmişti. Böylelikle, 2013’ün, 31Mayıs’ını 1 Haziran’a bağlayan süre içinde toplam 33 yıl geçti. 12 Eylül 1980’in kalıntıları da işte bu zaman aralığında tarihin karanlıklarına yuvarlandı.

AYSEL SAĞIR

Türkiye halkları 2013 yılının yaz aylarını uzun süren bir ilkbahar gibi yaşadı. Yaz aylarının kentleri kasıp kavuran sıcaklığı gitmiş, yerine tatlı esintili bir bahar havası gelmişti. Böylelikle, 2013’ün, 31Mayıs’ını 1 Haziran’a bağlayan süre içinde toplam 33 yıl geçti. 12 Eylül 1980’in kalıntıları da işte bu zaman aralığında tarihin karanlıklarına yuvarlandı. İnsanlar üzerlerine giydirilen korku kefenlerini bu günlerde yırttılar. Bu günlerde, hayatlarına müdahale edenleri tespit ederek, onların üzerlerine yürüdüler. Bunun adı Gezi ayaklanmasıydı ve tüm egemenlerin, zorbaların suratlarına şiddetli bir şamar gibi indi.

Gezi ayaklanması hakkında çok şey yazıldı, -ne kadar yazılsa da azdır.-  Gezi’yle ilgili yazılıp, çizildikçe Gezi’nin büyüklüğünün görünürlüğünün oluştuğunu söylemeye gerek yok. Zira her bir bakış açısı bu devasa direniş hareketinin yeni bir boyotunu daha ortaya çıkarıyor. Gezi hareketinin binlerce kapısı var artık. Küresel kapitalizmin hedefine alarak yok etmeye çalıştığı, vicdan, özgürlük, adalet, direniş, onur gibi daha da çoğaltılacak değerlere sahip çıkanlar, bu kapılardan girerek Gezi’yi, tarihe, tekrar tekrar yazıyorlar. Zira dinamik bir süreç Gezi.

Kemal İnal’ın derlediği ‘Gezi, İsyan, Özgürlük’te, bu dinamizm fazlasıyla açığa çıkıyor. Söz konusu çalışmada İnal, birçok ismi bir araya getiriyor. Her bir isim ise başka başka yollardan Gezi turu yapıyor. Ama ilginç olan, hangi bakış açısı olursa olsun Gezi’nin ona kendi rengini verdiği.

Failler ve roller

İnal, kitabın birinci bölümünde yer alan ‘Gezi: Tanım, Failler ve Roller’ yazısında, Gezi’yi bütün kapsamıyla görünür kılarken, ardından gelen diğer yazılar için de rehberlik ediyor. Zira İnal, Gezi’yle ilgili oluşturulan tüm yaklaşımları ortak bir noktada buluşturarak, bu buluşmayı da finans kapitalin karşısına yerleştiriyor.

Diğer bir yandan da Gezi, egemen söylem literatürüne çoktan girmiş bulunuyor. Egemenlerin, her büyük dönüşüm hareketinin ardından hayata akmaya başlayan değerlere saldırdıkları düşünülürse, bunda şaşılacak bir şey yok. Ama asıl dikkat edilmesi gereken ise, direnişin gerçek sahiplerinin durduğu yer. Gezi’nin öylesine parlayan ve sönen bir ateş olmadığını göz önünde bulundurduğumuzda ise, gerilere ve derinlere doğru bir yolculuk da başlamış oluyor.

İnal, “Gezi, bir halk, yani ezilen sınıfların hareketidir” diyor. İnal’ın bu tespitiyle de Gezi, gerçek yerine oturmuş oluyor. Aslına bakılırsa, büyük başkaldırıların çetelesini tutan toplumsal tarih(ler) de aynı şeyi söylüyor.

Fikret Başkaya, Gün Zileli, Sibel Özbudun, Alper Taş, Peter Mclaren, Panagiotis Sotiris, Selim Yalçıner, Ayşe Gül Altınay, Seda Başer, Sevgi Doğan gibi uzayıp giden bir yazar listesi var ‘Gezi, İsyan ve Özgürlük’ün.

Gezi’yi bir paradigma değişikliği olarak gören Fikret Başkaya, Gezi Parkı’yla başlayan sürecin, bir dönemin sonunu ve yeni bir başlangıcı temsil ettiğini söyleyerek önemli bir noktaya işaret ediyor.  “Türkiye’nin 200 yıllık ‘muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma’ perspektifinin sonunu ve yeni bir paradigmaya açılan yolu işaret ediyor. Zire bütün ışıklar kırmızıya dönmekte. İnsanlar artık kendilerine anlatılan hikayeyi dinlemek istemiyor. Kendi hikayelerini kendileri anlatmak istiyorlar. İtilip kakılmak, aşağılanmak, horlanmak istemiyorlar.”

Liderine tapan aşağılanmışlar

Yusuf Eradam, ‘Ağaç, Cop, Penis: İnsan, Şiddet ve Devlete İtaat Kültürüne Dair Gezi İsyanı Tezlerim’de, “Gezi olayları, ego psikolojisini ve narsist kişilik bozukluğundan muzdarip lider, yönetici ve değersizliğini fazilet gibi kabul etmiş (liderinin kılı olmakla gurur duyabilen bir kadının dile getirmesi üzerine) aşağılanan kitlenin liderine taptığını, liderin kof kibirden muzdarip halini görmeyişini ve hubris hastalığına liderden kitleye doğru (veya tersi) bulaşıcı olabileceği” gerçeğinin altını çizerken, ezilenlerin psikolojisini de yaşanmış örnek(ler)le görünür kılıyor.

Kitapta her yazarın çizdiği Gezi anatomisi, Gezi’nin sadece nasıl bir toplumsal tufan olduğunu değil, toplumsal bellek ve psikolojide yarattığı boyutlarla ilgili de bir fikir veriyor. Gezi’nin aynı zamanda geleceğe yönelik bir perspektif oluşturduğunu da söylemek gerekiyor tabii.

Gezi’yle ilgili şimdiye kadar oluşturulan benzeri çalışmalara eklenen ‘Gezi, İsyan, Özgürlük’ için, -tıpkı Gezi ayaklanması gibi- arkası gelecek “bu daha başlangıç” bir çalışma da diyebiliriz. Zira Gezi ayaklanması, -kitaptaki yazıların kapsam ve içeriğinden de anlaşılacağı gibi- tüm ezilenlerin yanı başındaki gerçek bir dost olarak kendisini çoktan ilan etmiş bulunuyor.

Bu arada, kitabın tüm gelirinin, ekmek almaya giderken polis tarafından kafasına nişan alınan gaz fişeğiyle komaya giren ve iki yüz gündür de komadan çıkamayan, 15 yaşındaki güzel çocuk Berkin Elvan’a bağışlanacak olması, Gezi’yle kurulan organik bağ(lar)la ilgili de bir fikir veriyor.

Gezi, İsyan, Özgürlük
Sokağın Şenlikli Muhalefeti
Derleyen: Kemal İnal
Ayrıntı Yayınları
398 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ