Hollandalılar Türkçe edebiyatı sevdi

Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan Hollandalı çevirmen Hanneke van der Heijden’le Türkiye’ye geliş öyküsü, İstanbul’la ilişkisi ve Hollanda’da Türkçeden yapılan edebiyat çevirilerine yönelik ilgi üzerine konuştuk.

ZEYNEP EKİM ELBAŞI
zeynepekim@agos.com.tr

Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Fethiye Çetin, Duygu Asena, Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazarların eserlerini Hollandacaya kazandıran Hanneke van der Heijden, 23 Ocak’ta Hollanda Araştırma Enstitüsü’nde ‘Sesten bir harita olarak İstanbul: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’ adlı romanında mekân, müzik ve zaman’ başlıklı bir konuşma yaptı. Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan Hollandalı çevirmen Hanneke van der Heijden’le Türkiye’ye geliş öyküsü, İstanbul’la ilişkisi ve Hollanda’da Türkçeden yapılan edebiyat çevirilerine yönelik ilgi üzerine konuştuk.

  • Türkiye’ye ilk olarak ne zaman, nasıl geldiniz?

1985’te, turist olarak gelmiştim ilk olarak. Hollanda’da üniversitede Türkoloji bölümünde okuyordum. O yıllarda, üç arkadaşımla birlikte Duygu Asena’nın ‘Kadının Adı Yok’ kitabını Hollandacaya çevirdik. Ardından 1988’de bir yaz kursu için, burslu olarak Ankara’ya geldim. Daha sonra, 1994’te Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Hollanda Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde yabancı uzman olarak çalışmaya başladım. O maceram dört buçuk yıl sürdü. Sonra Hollanda’ya dönüp, çevirmenlik ve danışmanlık yapmaya başladım. 2007 yılından beri İstanbul’da yaşıyorum.

  • Hollandalı okur Türkiye edebiyatına nasıl yaklaşıyor?

Gazetelerde yer alan eleştiri yazılarından anlıyoruz ki, belli bir ilgi var. Mesela Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ının Hollandaca çevirisi çıktığında, eleştirmenler tarafından çok beğenildi; bazıları “Türkiye’de böyle bir kitabın yazılmış olduğunu bilmiyorduk, çok şaşırdık” gibi ifadeler kullandı. Türkiye edebiyatı fazla tanınmıyor, Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal’den başka pek kimse bilinmiyordu. ‘İnce Memed’ 60’lı yıllarda Hollandacaya çevrilmişti. Bir de Nazım Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ adlı kitabı çevrilmişti. Çok başarılı bir çeviriydi. Bu üç yazara, son zamanlarda Elif Şafak da eklendi.

  • Birbirinden çok farklı iki dil ve kültür arasında ‘çevirmenlik’ yapıyorsunuz. Bu geçişleri nasıl yaşıyorsunuz?

Bana öyle gelmiyor galiba. İki kültür de bana yabancı değil. Uzun yıllardır Türkiye’de yaşıyorum ve çalışıyorum; burası artık yabancı gelmiyor bana. İki dil arasındaki farklılıklar konusunda ise şunu söyleyebilirim: İngilizce ve Hollandaca aynı dil ailesine mensup olduğu için, bu iki dil arasında çeviri yapmanın kolay olduğundan söz edilir ama ben Türkçeden Hollandacaya çeviri yaparken kendimi daha rahat hissediyorum. İngilizceden Hollandacaya kitap çevirisi yaparken epey zorlanmıştım. İki dil arasındaki benzerlikler bazen çok yanıltıcı olabiliyor. Örneğin, Almanca konuşmak benim için çok zor. Almanca, gramer yapısı ve söz varlığı itibariyle Hollandacaya çok yakın bir dil, ve tam da bu yüzden bana çok zor geliyor Almanca. Hep hata yapıyormuşum, sanki Almanca aksanıyla Hollandaca konuşuyormuşum gibi hissediyorum. Fakat Türkçe konuşurken ya da yazarken böyle bir duyguya kapılmıyorum.

  • İstanbul’la ilişkiniz nasıl?

Karışık... Ama sanırım İstanbul’da yaşayanların ortak hissi bu. Bu şehri seviyorum. İstanbul’da, hem dille, hem de edebiyatla ilgili yapabileceğim çok şey olduğu için kendimi burada rahat hissediyorum. Arkadaşlarım da var. Fakat İstanbul’u her yönüyle çok sevdiğimi kesinlikle söyleyemem. En basitinden, hiç yeşillik yok. Yaşadığım semtte, şöyle bir yürüyeyim, bir ağaç göreyim dediğinizde büyük bir hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Bu semtteki çocuklar için çok üzülüyorum. Tek bir ağaç görmeden büyüyorlar. Ufacık bir park bile yok. Bir semt nasıl böyle inşa edilir, anlayamıyorum.

  • En son yayımlanan çeviriniz, Tanpınar’ın ‘Huzur’u. Çevireceğiniz kitapları nasıl seçiyorsunuz? Bireysel tercihler mi oluyor yoksa yayıneviyle birlikte mi karar veriyorsunuz?

Değişiyor. Mesela Orhan Pamuk çevirisi teklifi yayınevinden geldi. Bazen birlikte karar veriyoruz. Yayıncılar Türkiye edebiyatında kimlerin önemli, hangi kitapların iyi olduğunu bilemiyorlar ve bize fikir soruyorlar. Kimi zaman da ben öneride bulunuyorum. Mesela Oğuz Atay’ı ben önerdim. Kitabı okumuş ve çok beğenmiştim; yayınevine teklif ettim, onlar da kabul ettiler. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan çeviri yapmak ise yayıneviyle ortak kararımızdı. Kitabı basan yayınevi, birkaç sene önce, Türkçe edebiyat konusunda bir adım atmak istedi. Beni ve bir iş arkadaşımı çağırdılar, bizden bir liste hazırlamamızı istediler. Mutlaka çevrilmesini istediğimiz yazarlar arasında Tanpınar da vardı tabii ki.

  • Tanpınar’ı çevirmek ile çağdaş yazarları çevirmek arasında nasıl farklar var?

Tanpınar tabii ki biraz daha zor. Bunun şöyle bir nedeni de var: Daha güncel yazarların hem dertleri, hem de dertlerini ifade etme biçimleri bize çok yakın. Anlamakta zorlanmıyorsunuz. Oysa, mesela Tanpınar gibi daha eski bir yazarı çevirirken, öncelikle, dertlerini anlamakta zorlanabiliyorsunuz. Tanpınar’ın yazdığı dönemin siyasi ve toplumsal iklimi bugünkünden çok farklıydı. Benim için en büyük zorluk bunu aktarmak oldu.


‘Hollanda’da Türkiye kültürü artık daha çok tanınıyor’

Hollanda’da Tanpınar’ı okuyanlar onu hem ironik üslubu, hem de işlediği konu itibariyle, hakikaten çok sevdiler. Arkadaşlarımdan duyduklarım ve çeşitli gazetelerde çıkan yazılara dayanarak bunu söyleyebilirim. Hatta, “Niye bu kadar geç çevrildi?” diyenler, bu gecikmeye şaşıranlar da oldu. Son yıllarda Hollanda’da Türkiye’ye yönelik kültürel bir ilgi gelişmeye başladı ama 90’lı yılların ortasına kadar Türkiye kültürünü kimse doğru dürüst bilmiyordu. ‘Türkiye’ denince akla sadece göçmen işçiler geliyordu. Bu memleketin bir kültürü, güçlü bir edebiyat, şiir geleneği olduğu bilinmiyordu. Tabii, eskiden pek fazla çeviri de yoktu. Olanlar da, çoğunlukla, Türkiye’deki köy hayatını anlatan kitaplardı. Şiir kitabı çok az vardı; hâlâ öyle.

Yakında Divan edebiyatı şiirlerinden hazırlanmış bir seçki çıkacak. Anlayış olarak Hollanda edebiyatına daha yakın olan yazarların çevrilmeye başlamasıyla, Hollanda okurunun Türkiye edebiyatıyla ilgili fikirleri değişmeye başladı. Daha genel anlamda, Türkiye kültürü daha fazla tanınmaya başladı. Örneğin Nuri Bilge Ceylan gibi bir yönetmen çıktı; onun da bir katkısı oldu. Artık sadece köy hayatını anlatan değil, Türkiye’ye bambaşka bakış açılarıyla bakan kitaplar ve filmler var. Türkçeden çevrilen kitaplar bir belgesel izler gibi değil, edebiyat olarak okunuyor artık. En önemli değişim bu.

Kategoriler

Güncel Yaşam