İzmir’in yüz yıllık çınarı Altay

Geçmişte kadrosunda Ermeni ve Rum futbolcular da bulunduran Altay, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından kurulmuştu ve İzmir’de Türk milliyetçiliğinin de sporda filizlenmesine de kaynaklık etmişti. Altay’ın tarihini önümüzdeki aylarda raflardaki yerini alacak olan bir kitapla anlatan araştırmacı Orhan Berent, Agos için yazdı.

1933’teki Altay-Altınordu karması Apollon maçı öncesinde.

ORHAN BERENT
orhan.berent@gmail.com

2012 yılında yüzüncü yılını kutlayan Karşıyaka’nın ardından, 16 Ocak 2014’te yüz yılı geride bırakan Altay da dalya diyen kulüpler arasına girdi.

 

Bir zamanlar en üst lig olan süper ligde üç İstanbul takımına ve Trabzonspor’a kök söktüren, 1923’te çıktığı Ankara yolculuğu ile Türkiye’de ilk defa deplasmana çıkan takım olma unvanını kazanan, ilk defa Türkiye’den UEFA kupasına katılan, 1967 yılında Türkiye Kupası’nı ilk defa Anadolu’ya taşıyan, bünyesinden 1923’te Altınordu, 1925’te Göztepe olmak üzere iki kulüp daha çıkaran Altay, pek çok bakımdan ilklerin takımı.

 

Geçmişte kadrosunda Ermeni ve Rum futbolcular da bulunduran Altay, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından kurulmuştu ve İzmir’de Türk milliyetçiliğinin de sporda filizlenmesine de kaynaklık etmişti. Altay’ın tarihini önümüzdeki aylarda raflardaki yerini alacak olan bir kitapla anlatan araştırmacı Orhan Berent, Agos için yazdı.

İzmir’de diğer takımlara olan bariz üstünlüğüyle dikkat çeken Altay, İzmir mahalli ligini 14 kez kazanmış, yine İzmir’den ilk milli futbolcu olan Hamit Aslan’ı 1924’te milli takıma yollamıştır. Bunun dışında İzmir’in ilk milli atleti olan Said Odyak da Altaylıdır. Türkiye Kupası’nda yedi kez final oynayan Anadolu takımı unvanını da elinde bulunduran bu yüz yıllık çınar, Mustafa Kemal Paşa’nın da ziyaret ettiği bilinen üç-dört kulüpten biridir. Paşa’nın annesinin mezarının Karşıyaka’da olmasından mütevellit Karşıyaka’ya ayrı bir sempati beslediğini dikkate alırsak, bu bakımdan Altay’ın en önemli özelliği de ortaya çıkar. O sadece bir spor kulübü değil, aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin de yapı taşlarından en önemlisidir.

Resmi kurucusu olmasa da Altay’ın kurulmasında büyük ağırlığı olan o zamanın İttihat ve Terakki mesul katibi Celal Bayar sonradan başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış, daha sonra adı Fenerbahçe ile hatırlanacak Şükrü Saraçoğlu kulübün kuruluşunda emek sarf etmiş, bir numaralı kurucu Mustafa Necati Milli Eğitim Bakanlığı sırasında radikal değişimlere imza atmış, iki numaralı kurucusu Vasıf Çınar da Milli Eğitim Bakanlığı’nda bulunmuş ve yeni Türkiye’ye yön vermiştir.

İzmir’de Futbol

Müslüman öğrencilere futbolu tanıtan Ermeni

Türklerin ve diğer Müslümanların spor sahalarına inmesi ise 1906’lardan sonraya dayanır ve okul kaynaklıdır. Amerikan kolejinde eğitim gören Şerif Remzi Reyent, Sabri Süleymanoviç, Nejat Evliyazade, Talat Erboy gibi öğrenciler bir bakıma ilk Türk futbolcuları sayılır. Yine diğer bir eğitim kurumu olan İzmir Sultani’sinde ise Ermeni bir jimnastik öğretmeni Melikyan Müslüman öğrencilerine futbolu tanıtacak ve öğretecek, onun çabalarıyla oluşturulmuş futbol takımı kısa zamanda Pelops’la maç yapacak kadar iyi bir düzeye gelecekti.

 

Doğu Akdeniz’in gözde liman şehirlerinden olan İzmir’de ilk futbolu İngiliz kolonileri oynamıştı. Hatta İstanbul’dan birkaç yıl da eskidir bu tarih. Levantenlerin ardından şehirdeki diğer unsurlar da Küçük Asya’nın batıya açılan kapısı olan İzmir’de futbol oynamaya başladılar. Bunlardan en önemlileri Rum takımları olan Panionios ve Apollon’du. Rumların ardından şehirde ufak ama çok etkili bir topluluk olarak bulunan Ermeniler de kurdukları Vaspuragan, Hay Vorsortats (Ermeni Avcılar), Vartanyan, Apetyan, Armenyan (?) adlı spor kulüpleriyle faaliyete başladılar. (Apetyan isimli bir Ermeni spor kulübünün var olup olmadığı, daha doğrusu bu ismin Altay’da oynamış iki Ermeni kardeş futbolcunun soyadı ile aynı olması sebebiyle, bunların birbirine karıştırılmış olması ve günümüze kadar gelen bazı bilgilerin sözel tarih ürünü olmasına ek olarak 1922 yangınında eski arşivlerin büyük bir kısmının yok olması nedeniyle tartışmaya açıktır.)

Bunların dışında İngilizlerin çeşitli takımlarına karşılık İtalyanların da Garibaldi adlı bir takımı vardı. Şehir kozmopolitik bir yapıda olduğu için spor kulüpleri de etnik yapılanmaya göre şekillenmişti. Ancak güç dengeleri ve popülerlik söz konusu olduğunda kimi zaman istisnalar da görülüyordu. Pelops gibi İngiliz-Rum karma takımlar da bulunuyordu.

Milliyetçilik tohumları

İkinci meşrutiyetin sağladığı özgürlük havasıyla o zamana kadar askerlik ve bürokratlık dışında şehirde günlük hayatta fazla bir ağırlığı olmayan Türkler ve diğer Müslümanlar da spor alanında adını duyurmaya başladılar. 1912’de kurulan Karşıyaka bu değişimin bir sonucuydu. Ancak o zamanlar sayfiye yeri olarak algılanan ve şehirle arasında bir körfez bulunan Karşıyaka’dan iki yıl sonra birinci büyük savaşın hemen başlangıcında kurulan Altay’a kadar asıl İzmir olarak algılanan merkezde hiçbir federe Türk takımı bulunmuyordu. Hürriyet ve İtilaf partisinin Karşıyaka’da gittikçe ağırlığını hissettirmesi yüzünden İttihatçıların sıra dışı valisi Rahmi Bey’in ve diğer İttihat Terakki’nin önde gelenlerinin çabasıyla Altay kurulduğunda şehirde önemli bir boşluğu dolduruyordu. Ayrıca partinin sorumlu sekreteri Celal Bayar da sadece spor değil siyaset alanında da örgütlenecek mahalli oluşumların peşindeydi. Bir bakıma spor Türklüğü uyandıracak etmenlerin arasında yer alıyordu!

İzmir’in işgal yıllarındaki örgütçülükleri ve savaşçılıklarıyla öne çıkan Mustafa Necati ve Vasıf Çınar, diğer arkadaşlarıyla beraber Altay’ı kurduğunda aynı zamanda şehirde Türk milliyetçiliğinin ilk tohumlarını atıyordu. Çünkü aralarında hekimlerin, üst düzey memurların ve İzmir’in Türk entelijansiyasının önemli isimleri bulunan Altay’ın kuruluşuyla bir bakıma Türk milliyetçiliği de önemli bir merhaleyi aşmış oluyordu. Zaten seçilen isim de İttihatçıların Türklüğe olan vurgusunu taşıyordu. Daha önce Hilal gibi istavroza (haça) karşı Müslümanlığı çağrıştıran bir isim yerine Orta Asya’daki Türklüğü hatırlatacak bir isim seçilmişti; gayet de akılda kalıcıydı.

Zaten kurdukları takımlara kadim Helen uygarlığından gelme Apollon gibi isimleri vermeyi tercih etmiş Rumlardan eksik olan neydi ki? Madem ki Yunanca konuşan Hıristiyanlar kendilerini klasik Yunan uygarlığının torunları olarak görüyorlardı, Türkçe konuşan Müslümanlar da bir zamanlar Orta Asya’nın steplerini kasıp kavuran Türk-Moğol savaşçılarını ata olarak kabul edebilirdi.

tescilinden önce Altay’ın önde gelen isimleri 1909’lara dayanan bir beraberlik içindeydi ve kulüp, ismi konmasa bile o yıllardan beri (1910) cismiyle okullu Türkler vasıtasıyla çoktan doğmuştu bile. 1914 tarihi sadece resmi belgelerde var oluşunun tescillenmesiydi ve bir bakıma İttihat Terakki’nin gençlik kollarından belki de en etkilisiydi. Kulübün hamileri arasında Türk Ocağı’nın da bulunması nedeniyle İttihat ve Terakki’nin çöküşünde camia bundan etkilenmemiş, Yunanistan’ı İzmir’i işgali sonrasında faaliyetlerine ara verir gibi görünse de Türk-Yunan savaşının bitmesiyle beraber eskisinden daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. Şüphesiz ileride camiaya havasını verecek elit ve diğerlerinden daha rafine bir görünüşün sebebi de buydu. Her bakımdan şehirdeki Türklerin önde gelen isimlerinin yer aldığı entelektüel bir camiaydı. Ancak cumhuriyet kurulur kurulmaz önce esnaflar daha sonra da tüccarlar Altay’ın bağrından ayrılıp yeni kulüpler kuracaktı.

Altay’da Ermeni varlığı

Altay 1914’te faaliyete geçtiğinde kısa zamanda büyük başarılar kazandı. Hatta o devrin güçlü Rum takımı Panionios’u bile mağlup etti. 1915’te Karşıyaka, Trablusgarp, Midilli kulüplerinin katıldığı bir ligde şampiyon bile oldu. Altay’ın diğer bir özelliği de Türk milliyetçiliği ruhuyla ortaya çıkmasına rağmen kadrosunda Türklerin yanı sıra değişik etnik kökenli futbolculara, hatta yabancılara (Alman subaylar) bile yer vermesindendi. 1916’da takımın kadrosunda Ermeni futbolcular da vardı. O devrin meşhur Ermeni futbolcuları Apetyan kardeşler, Zakaryan ve nesebini tam tespit edemediğimiz ama Ermeni olduğu tahmin edilen Zara ve Alman subayı Schmidt kadroda yer alıyordu. (Günümüze kadar gelen bir fotoğrafta Altay’ın kadrosunda Mıgırdıç isimli bir futbolcu da bulunmakta. Bunun Zakaryan soyadlı futbolcu ya da başka birisi olup olmadığını bilmiyoruz.)


1930’larda Alsancak Stadından bir görüntü. Sağ taraftaki selvilerin arkası eski Rum mezarlığı.

Ermenilerin Altay’da varlığı şaşırtıcıydı. Çünkü 1916 yılında soykırımın haberleri çoktan İzmir’e ulaşmış, çeşitli yardım kuruluşlarının getirdiği yetimlerin bir kısmı da İzmir’e gelmişti. Buna rağmen bu futbolcuların İttihatçıların kurduğu bir takımda yer alması gerçekten ilginçti. Çünkü Rum takımlarında bir istisna dışında Türk futbolcu bulunmuyor, keza Altay’da da elimize ulaşan belgelerde bir Rum futbolcunun varlığından söz edilmiyordu. Büyük olasılıkla Vali Rahmi Bey’in şehirde tehcir uygulamadaki isteksizliği, onun İzmir’in Ermeni toplumunun önde gelenleri ile arasında bugün bile tam anlamı ile çözümlenemeyen ilişkiler, Liman Von Sanders’in şehirde bir Ermeni tehciri yaşanmaması için şehirdeki üst düzey İttihatçılara yaptığı baskılar, belki de Altay’da Ermeni futbolcuların oynamasını sağlamıştır. Belki diyoruz; çünkü bu durumu en iyi yorumlayan done Altay’ın kısa sürede kazandığı başarılardı. Adı geçen Ermeni futbolcular Ermeni takımlarında futbol hayatlarını sürdürebilirlerdi. Ancak diğer tüm İzmir takımları arasından sıyrılıp Panionios’a bile kafa tutan, hatta onu mağlup eden Altay, anlaşılan o devirde öylesine öne çıkmıştı ki Ermeni futbolcular bile Rum takımlarında oynamak yerine Altay’ı tercih etmişlerdi. “Yahudi ve Levantenler Aslında Altay’ın temelinde milliyetçi düşünce ağırlıklı olmasına rağmen bünyesinde her zaman Yahudilere ve Levantenlere yer vardı. Çünkü 1915-1922 arasındaki etnik temizlikten ve 1923 yılındaki mübadeleden sonra Anadolu’da Hıristiyan nüfusun büyük bir kısmı yok olmuştu. Geride kalanların büyük çoğunluğu ise İstanbul’da yaşıyordu. İzmir’de kalan Levantenlerin büyük bölümü ise Yunan işgaline karşı zaten tepkilerini göstermişlerdi. Özellikle büyük tüccarlar zamanın Yunan yüksek komiseri Stergiadis’e tepkilerini ve hoşnutsuzluklarını sık sık gösteriyor, açıkça Yunan idaresine karşı olan güvensizliklerini belirtiyordu. Yahudiler de zaman zaman karşı karşıya geldikleri Rumlara karşı Türklerin safını tutmuşlardı. İtalyanlar daha işgal başlamadan paylaşım programındaki anlaşmazlıklar sebebiyle Yunanlıları rakipleri olarak gördüklerinden Türklere sempatik geliyordu ve Güney Anadolu’da geri çekilirken silah depolarını bile Türklere teslim etmişlerdi. Bir kısım Levanten’in evlerinin de eylül ayında Yunanlılar geri çekildikten sonra şehirdeki yağma ve talandan az buçuk nasibini alması da rahatlıkla sigaya çekilebilirdi. Ne de olsa savaşta her şey olurdu.(!) İşte bu yüzden cumhuriyet kurulduktan sonra da İzmir’in en merkezi yerinde tüm ihtişamıyla Altay küllerinden doğunca Türk ve Müslüman unsurların dışında kalanlar Altay’a yöneldi.

Levantenlerden E. Giraud cumhuriyet döneminde Altay’da başkanlık yaptı. Yahudi olan Sami Gomel 1950’lerde, Hanri Benazus da 1985-87 arasında kulübü başkan olarak yönetti. O yüzden Altay’ın yönetim kurullarında her dönem ve içinde bulunduğumuz zaman diliminde de en az bir Yahudi ve buna ek olarak bir Levanten’in bulunmasına dikkat edildi. Altay ise 1922’deki etnik temizlikten sonra ski komşularını ancak 1930’da çıktıkları ilk Atina turnesinde tekrar görebilecekti. Apollon takımı ileAralık 1930’da Atina’da yapılan maçta takım kaptanı Mavramatis kulüp İzmir’deyken de Apollon’da top koşturuyordu.

Levantenlerin ve Yahudilerin Altay’da sadece yönetici değil sporcu olarak da öne çıktığı rahatlıkla görülebilir. 1940’lı ve 50’li yıllarda Altay’ın fırtına futbolcusu Edwin Clark da İngiliz kökenliydi. Zamanında Fenerbahçe’nin büyük paralarla renklerine dahil etmek istediği ama futbolu hobi için oynayan ve 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ordusuna gönüllü olarak katılacak kadar savaşçı bir ruha sahip olan Edwin Clark, Fenerbahçe’nin transfer teklifini reddederken, “Kafamı kızdırmasınlar İstanbul’a gider Fenerbahçe’yi satın alır gelirim” diyecek kadar da siyah-beyaz renklere gönül vermişti. Kardeşi Joseph Clark da Altay’ın birinci takımında top koşturmuştu.


Altaylı Aileler ve Yöneticiler
 

Altay’ın başarısının arkasında daha önce belirttiğimiz gibi kulübün Türk siyasetinin önde gelen isimleri tarafından kurulmuş olması ve bunun sonucunda da bir çok sanayicinin Altay’da görev almak için sıraya girmesinin büyük etken olduğunu belirtmiştik. Bu yüzden İzmir’in önde gelen isimleri için camiaya girmek ve orada görev almak toplumsal hayat için her zaman büyük bir gösterge oldu. Fakat asıl kulübe damgasını vuran 1960’lardan itibaren üç büyük aile oldu. Bunlardan Zorlu ailesinde baba Mazhar Zorlu Altay kulübünde yöneticilik ve başkanlık yaptı, ardından 1980’de futbol federasyonunun başına getirildi. Oğulları Kemal ve Nafiz Zorlu da Altay’da görev aldılar, Nafiz Zorlu Altay’da birçok dönem başkanlık yaparken Kemal Zorlu federasyon seçiminde Haluk Ulusoy’un karşısına çıktı fakat çok az fark ve şaibeli bir seçimle kaybetti. Diğer ünlü bir aile Özgenerlerden baba Esin Özgener yıllarca Altay’da başkanlık yaptıktan sonra bayrağı 1990’ların ortalarında oğlu Mahmut devraldı ve birkaç dönem başkanlık yaptı. 2008 yılında futbol federasyonu başkanlığına seçilen Mahmut Özgener istifa edesiye kadar bu görevde kaldı. Aslında Türk Futbolunun üst kademelerine tırmanmak Altaylılar için vakayı adiyedendi. Daha önce 30’lu yıllarda Danyal Akbel de federasyon başkanlığı yapmıştı. Federasyon başkanlığına yükselmemesine karşın kulübün lejyoneri Rıdvan Burteçin de yıllarca Altay’da başkanlık yapmıştı. Gençliğinde Afrika’da Fransız lejyonunda savaştığı için lejyoner lakabını taşıyan Burteçin adeta Altay’la yatıp Altay’la kalkan bir yaradılışa sahipti. 1964 yılında Galatasaray’la oynanacak Türkiye Kupası finaline bazı haksızlıkları öne sürüp takımı çıkarmaması ve bu yüzden  upayı hükmen galip sayılan Galatasaray’ın kazanması Türkiye futbol tarihinde bir daha rastlanmayacak olaylardandı. Bu üç aile Zorlu, Burteçin, Özgenerlerin dışında kulübü 50’li yıllarda yöneten Hayri Yorgancıoğlu da çeşitli dönemlerde onları aşıp 1970 ve 2000 yıllarında başkan olmuştu. Aynı durum Hanri Benazüs için de geçerliydi. Bu triumvira uzun yıllar Altay’ı başarıyla yönetmiş, ancak oğul Nafiz Zorlu ve oğul Mahmut Özgener onlardan farklı olarak çok daha büyük mali sıkıntılarla baş etmek zorunda kalmıştı…


Siyah İnci

 

Altay genç takımında 1923’te oynamaya başlayarak birinci takımda 1940’ların başına kadar faal olarak top koşturan Vahap Özaltay, Altay’ın sembol ismiydi. 1908 İstanbul doğumlu Özaltay soyadı kanunu çıktığında Altay soyadını almak istemiş ama İzmir’e giren ordunun başındaki Fahrettin Paşa bu soyadını aldığı için nüfus müdürlüğü babasına güçlük çıkarmıştı. Bu yüzden de Özaltay soyadı almıştı. Halbuki o dönemde Altınordu’nun sembol futbolcusu Sait rahatlıkla Altınordu, Göztepe’nin usta ismi Fuat da rahatlıkla Göztepe soyadını alabilmişti. Bu büyük futbolcuya yapılan haksızlık aslında  bu kadarla kalmıyordu. Dönemin en başarılı topçularından olmasına rağmen İttihat ve Terakki’nin ırkçı kanadında yer alan bir spor yöneticisi yüzünden çok fazla milli takıma seçilemiyordu. Bu yüzden ve diğer sebeplerden dolayı Fransa’nın Racing takımına transfer olan Vahap orada da başarıyla top koşturuyor ve Fransızları kendisine hayran bırakıyordu. Çalıştırıcılık yaparken Türkiye’ye ilk defa modern futbol taktiklerini ve VM sistemini getiren Özaltay, 1954’te Ordu Milli takımını da dünya şampiyonu yapmıştı. 1965 yılında bir Altay kongresinde konuşurken kürsüde kalp krizi geçiren hayata veda eden Özaltay, futbol federasyonunda da yetiştirici hoca olarak görev yapmıştı.


Yetiştirici Altay

 

Altay’ın en üst ligde başarılı olmasının nedenleri arasında yetiştirici ve altyapıya önem veren bir kulüp olmasının büyük rolü vardı. Öyle ki 1973’te Fenerbahçe’ye o zamanın büyük parası olan 1 milyon TL’ye transfer olan Miço Mustafa’nın (Mustafa Kaplakaslan) transfer ücretiyle Altay bir yıllık bütçesine yakın para kazanıyordu. Keza 1976’da Beşiktaş’a satılan Mithat Mıhçı da kulübe kalan parayla bir çok eksik ve gediğin giderilmesine yardımcı oluyordu. 1950’lerde Beşiktaş’a transfer olan ve orada sembolleşen Kaya Köstepen, 1960’larda Galatasaray’da başarıyla futbol hayatını sürdüren Ayhan Elmastaşoğu, sonraki yıllarda Galatasaray kalesini korumuş Hayrettin Demirbaş, yine Galatasaray’da top koşturan Necati Ateş, Beşiktaş’ta milli olan Alpay Özalan, Çağdaş Atan, İbrahim Akın, Sinan Kaloğlu, Bayram Bektaş, Fenerbahçe’de 80’li yıllarda kaleyi korumuş Can Barhan, Toprak Kırtoğlu, 2011’de rekor bir ücretle Kayseri’ye transfer olan henüz çocuk yaştaki Okay Yokuşlu ve daha sayamayacağımız nice isim bu fabrikanın mamulüydüler. Fakat bir de bu renkleri hiç terk etmemiş olanlar vardı.


Gemiyi terk etmeyen sembol isimler

 

1950’lerin ve 1960’ların ilk yıllarında Altay’da top koşturmuş efsane futbolcu Bayram Dinsel bir çok teklife rağmen kulübünü bırakmamıştı. Altay’da futbolculuğunun yanı sıra kaptanken formaları evine götürüp yıkayan, bekçi olmadığında kulüpte yatıp kalkan, 1960’lı ve 70’li yıllarda Altay’da teknik direktörlük yapan ve 90’larda başkanlığa kadar yükselen bir sembol isimdi. 1960’larda Türkiye’nin en usta futbolcuları arasında gösterilen Ayfer Elmastaşoğlu da 1950’lerdeki çocukluğundan ayağı kırıldığı 1974’e kadar Altay’da top koşturmuş, Altay’ı çalıştırdığı yıllarda da 1980’de ona ikinci kez Türkiye Kupası’nı kazandırırken, 1984’teki 2. lig şampiyonluğunda da dümenin başındaydı. Keza birçok kez kornerden attığı goller ve frikikleriyle kalecileri avlayan son derece usta bir futbolcu olan Mustafa Denizli de sürekli üç İstanbul takımından teklif almasına rağmen çeşitli nedenlerle Altay’da kalıyor, ancak takımın ilk kez küme düştüğü yıl Galatasaray’a bir sezonluğuna gidip futbolu orada bırakıyordu.