Geçmiş ne kadar geçmiştir?

Engin Mert, Asghar Farhadi’nin son filmi Geçmiş’te, yönetmenin basit bir olayı tüm katmanlarıyla ustaca anlatmasını yazdı.

ENGİN MERT
engnmert@gmail.com

Kendimizi en çıkılmaz durumlarda bulduğumuzda hepimiz etrafımıza bakınıp tanıdık yüzler aramışızdır sanırım; bizi bu durumdan çıkarabilecek yol gösterebilecek güvendiğimiz yüzler. Geçmişimizden gelen birisi ya da geçmişimizin ta kendisi bile olabilir aradığımız sığınak. Acaba düşündüğümüz kadar güvenli midir geçmiş? Geçmiş gerçek midir; yoksa aklımızda kalan bir hayal mi? Peki, gerçekliğini kendi kendimize belirlediğimiz bu hayale ne kadar güvenebiliriz? Acaba geçmiş hakkında bildiklerimiz gerçekten de doğru mudur? Bundan nasıl emin olabiliriz ki?

Asghar Farhadi’nin son filmi Le Passé [Geçmiş] tam da böyle bir durumun ortasında kalmış, cam bir bölmenin ardından arar gözlerle etrafına bakan bir kadınla (Berenice Bejo’nun canlandırdığı Marie) açılır ve aradığı kişi bir erkektir (Ali Mosaffa’nın canlandırdığı Ahmad). Erkeğin, kadının geçmişinden biri olduğunu sonradan anlarız. Kadın, erkeğe sesini duyurmaya çalışır; fakat cam bölme yüzünden, bize de, erkeğe de sesini duyuramaz. Nihayetinde birbirlerini gördüklerinde ise, biz de, kadına ve erkeğe sırayla cam bölmenin ardından bakarız. Kadın konuşurken, erkekle cam bölmenin ardından kadına bakar ve sesini duymayız. Erkek konuşurken de tam tersidir; bu sefer kamera, kadınla birliktedir. Ama onlar anlaşabilmek için kelimelere ya da sese ihtiyaç duymazlar. Bu sahneyle böylesi bir yakınlıkları ve geçmişleri olduğunu düşündürür bize Asghar Farhadi.

Biz anlamasak da, kadınla erkek bir şekilde anlaşırlar ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında arabaya binerler. Araba hareket ederken, ekran kararır; Le Passé yazısı çıkar ve silecek sesini duyarız sadece. Silecekler bu yazıyı silmeye çalışır ama geçmiş, yağmur suyuyla silinebilecek kadar zayıf mıdır? Ya da İran’dan gelen eski kocayla? Marie ile Ahmad birbirlerinin geçmişlerinin hayaletleridir; aynı cam perdenin ardında olduğu gibi, şu ana fiziksel bir temasları olmasa da, seslerini duyurmasalar da, anı etkilemektedirler. Ve Ahmad, cam perdenin ardından çıkıp kadınla aynı mekâna gelmesiyle, geçmiş de artık filmde bir karakter gibi canlanarak, filmin düğümünü oluşturur. Film ilerledikçe görürüz ki, iç içe olan insan ilişkilerinde birçok geçmiş vardır ve bu geçmişlerden günümüze anlatılanların doğru olup olmadığı ya da neleri bildiğimiz meçhuldür.

Zaten film boyunca da Asghar Farhadi, bizi bir dedektif edasıyla bu gerçeklerin peşinden koşturur. Film, gerçeğin ortaya çıkmasını geciktirirken, sonuna kadar gerilimi korur. Gerçeği geciktirmesiyle seyirciyi sürekli diken üstünde tutması bakımından değerlendirildiğinde, Farhadi’nin biraz da olsa Alfred Hitchcock’u andırdığı düşünülebilir. Tabii ki, Farhadi, Hitchcock gibi bir suçlu aramaz. Filmlerinde düğüm noktası olarak verilen konunun (About Elly’de kadının boğulması ve kaybolması, A Separation’da tartışma sonucu kadının çocuğunu düşürmesi, Le Passé’de kadının intiharı ve komaya girme sebebi) ardındaki gerçeği ararken, durumu herkesin bakış açısından vermeye çalışır. Kamera her bir karakterle ayrı ayrı yalnız kalır ve onların bakış açısını seyirciye sunar. Böylelikle seyirciye ‘objektif’ bir bakış açısı imkânı tanır ve tek bir karakterle özdeşleşip günah keçisi yaratılmasını engeller. Farhadi’nin en sevdiğim yönlerinden biri de, basit gibi görülen bir olayın tüm katmanlarını seyirciye sunabilme başarısı. Bu anlamda, gerçekten de hikâyede açık bir nokta bırakmıyor.

Farhadi, filmin temposunu kontrolünden hiç bırakmıyor. Hızlı diyalogların olduğu gerilimli sahnelerde, kesme sayısını artırırken, durağan bir gerilim yaratmak istediği sahnelerde de kayma ve sabit kamera kullanarak sahnenin ambiyansını çok başarılı bir şekilde aktarıyor. Yönetmenin mekân kullanımı da çok başarılı; boyanmakta olan bir ev, Samir’in (Tahar Rahim) sahip olduğu kuru temizlemeci gibi. Sanki tüm mekânlar, geçmişinden kurtulmaya çalışıyor ya da geçmişin izlerini silmeye yardım ediyor. Fakat karakterler, her zaman en güvenli yer gördükleri geçmişlerine sığınıyorlar.

Farhadi, bu kadar iyi kurguladığı ve sahnelediği hikâyesini çok güçlü bir sonla bitiriyor. O sahne bile her şeyi özetliyor: gerçeğin göreceliliği ve aslında kabul ettiğimiz tek mutlak gerçeğin sadece baktığımız açıdan mutlak olabileceği ve başka açılar ve hikâyelerle gerçeğin nasıl da değişebileceği. Tek bir kare ile Farhadi bunu çok iyi aktarabilmiş. Geçmiş ise bunu anlatabileceği çok iyi bir kavram olduğundan, filmin başından sonuna kadar ana bir karakter gibi kendini canlı bir şekilde hissettiriyor. Bence 2013’ün en iyi filmlerinden biri ve kesinlikle hafızalardaki yerini almayı hak ediyor.

Son olarak, filmin oyunculuklarına ise değinilmeden geçmek mümkün değil. Tüm oyuncular gerçekten güçlü performanslar ortaya koymalarının yanı sıra, özellikle Berenice Bejo inanılmaz bir performans sergilemiş. Zira bu performansıyla da Cannes’da ‘en iyi kadın oyuncu ödülü’nü aldı. 

Kategoriler

Şapgir