Kaba-taşlaşmış vicdanlar

Deniz Işıker Bedir, “Kabataş olayı” üzerine yazılar irdeliyor: “Artık birinin “bacısı” ya da “f….” olarak anılmak istemediğimi-istemediğimizi de buradan bir kez daha beyan ediyorum.”

DENİZ IŞIKER BEDİR

Kabataş meselesiyle ilgili hafta içinde o kadar çok yazı yazıldı, o kadar çok söz söylendi, sosyal medyada görüntüler üzerinden o kadar pervasız ve belden aşağı tartışmalar yapıldı ki, benim yazacağım çoğu şey birçok kişi tarafından zaten yazılmış oldu. O yüzden ben yazılan yazılar üzerinden ancak bir analiz ortaya koyabilirim.

Bu olayı ilk kez kapalı bir mail grubunda duyduğumda içim acımıştı. Başörtülü kadınların binlercesinin yaşadığı tacizin, hakaretin, sataşmaların cisimleşmiş haliydi Zehra D. Olay, mail grubunda tartışılırken, asla isim söylenmemiş; bu olayın sosyal medyada duyurulmaması için özellikle hassasiyet göstermemiz konusunda hemfikir olmuştuk. Çünkü tacize uğrayan kadın, bunun duyulmasını istemiyordu. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nin düzenlediği ve İstanbul Feminist Kolektif’ten kadınların destek verdiği eylemde, Kabataş’tan Gezi’ye, başörtülü-başörtüsüz ayrımı olmadan Zehra D.’nin ismini kullanmadan, kadına yönelik her türlü taciz ve tecavüzün durması için yürümüştük. Hiçbir iktidarın artık kadınları kullanmasını istemediğimizi, tacize ve tecavüze hep beraber ses çıkarmamız gerektiğini o gün de vurgulamıştık.

Bugün gelinen noktada ise tam bir cinnet hali var. Yazılan bütün yazıları okurken, allak bullak olmuş bir argümanlar çöplüğüne dönen zihnimi toparlamak hiç kolay olmayacak. İlk olarak Nimet Alıcı’nın 5harfliler’de yayınlanan yazısını okudum, görüntüler çıktıktan hemen sonra yazılan, makul, üsluplu ve en önemlisi de vicdanlı yazılardan biri.

‘Kabataş’ta buluşalım’ adlı yazıda sorduğu, “İlla başörtülü kadınların bu ülkede sürekli olarak maruz kaldıkları tacizin ve “kadının beyanı esastır” ilkesinin hayatiliğinin üzerinden atlamak, bunları yok saymak, karikatürleştirip çöpe atmak mı gerek? Başörtülü kadınların bu ülkede gündelik hayat içinde tacize maruz kaldıklarını bilmiyor muyuz? Gezi’de bulunanlar arasında bu tacizi meşru gören, kendilerinde bu hakkı görenlerin de olduğunu inkâr mı ediyoruz? Gezi püripak mı oluyor böylece?” sorularının her biri düşünülmeye tartışılmaya değer sorular…

Yaprak Zihnioğlu ise, Serbestiyet’te yazdığı yazısında “kadının beyanı esastır” ilkesinin bu meseleyle nasıl itibarsızlaştırıldığını vurgulayarak şunları söylemiş:

“Biz erkek-egemen sistemin kadına yönelik “tecavüzü ispatla” zulmünü de iyi biliriz, erkekler korosunun tacizi ve tecavüzü örtme çabalarını da. Bugün yaşanan işte bu toplumsal olgunun siyasi alanda en açık biçimde ortaya çıkışı, eril tepkinin sergilenmesidir. Tacizde “kadının beyanı esastır”ı kabul ettirmek için yıllardır dişiyle tırnağıyla mücadele eden feminist/kadın hareketinin kazanımlarının parti/siyaset/hegemonya savaşı uğruna feda edilmesidir.”

Hidayet Ş. Tuksal, yazısında yorumlarına yer verdiği Pınar Demir Er olayını İslamofobi üzerinden değerlendirmiş:

“’Bu olay keşke duyulmamış olsaydı!’ diyenleri anlayışla karşılıyorum, ama kamuoyuna yansıdıktan sonra hiç yokmuş gibi yapmanın imkânı yoktu. Ben olsam bu vahameti kadının izni olmak kaydıyla mutlaka ortaya koyardım, çünkü “kutuplaşma” zaten vardı. Bu kutuplaşmaya Gezi’nin “kalabalık olsun da nasıl olursa olsun” hissiyatındaki esas kadrosu rıza gösterdi. Evet, görünürde bundan rahatsızdılar, Kabataş’tan Taksim’e yürüyen kadın örgütleri de vardı. Ama bu damar çok cılız kaldı. Gezi’nin toplumsallaşmasına, kalabalıkların artmasına esas vesile olan unsurlar tamamen İslamofobik unsurlardı ve bu esas kadro, bunlarla araya ciddi bir mesafe koymayı beceremedi.” 

Evrensel’de yazan Sevda Karaca’nın “Kabataş olayı ve ‘kadının beyanı’ meselesi” adlı yazı ile daha önce de başörtülü kadınlarla ilgili yazdığı sorunlu yazılara (bknz. Başörtüsü özgürlük müdür?) birini daha eklemiş. Karaca, yazısında tacizin belgelenmesi için görüntünün şart olduğunu ifade etmekten başlayıp, mütedeyyin kesimin daha önceki bütün tacizlere karşı kadının beyanının esas olarak kabul edilmediğine kanaat getirerek “kesin” iddialarına bir yenisini eklemiş:

“Ancak bu ağır iddiayı kanıtlayacak görüntüler nedense ortaya çıkmamıştı. Kabataş İskelesi’nde böyle bir olayın yaşanmadığını kanıtlayan görüntüler ortaya çıkınca, Başbakan’ın Gezi’yi değersizleştirme politikasının arkasında hizalanan kalemler, bu yeni duruma uyma becerilerinin ne kadar yüksek olduğunu bir kere daha ispatlayarak, şu zamana kadar umurlarında olmayan, “ama kadının beyanı esas alınmalıdır” ilkesini öne sürmeye başladılar.”

Başbakan ve siyasi iktidarlar, başörtülü kadınları, daha doğrusu kadınları ilk defa kullanmıyor. Sanki bunun da suçlusu kadınlarmış gibi, sürekli başörtülü kadınlar üzerinden Başbakana çakmak bir gelenek halini aldı neredeyse.

Ümit Kıvanç’ın “Adım adım, didik didik Kabataş olayı” yazı dizisi, çok toparlayıcı olmakla birlikte sadece “hükümet yanlısı” medyanın yazarlarını konu etmesi maalesef tek yönlü bir bakış açısını gösteriyor. Ümit Kıvanç, yazılarında Hasan Cemal’in Zehra D.- Fadime Şahin mukayesesine, Sevda Karaca’nın peşin hükümler sıraladığı yazıları üzerine neden bir tahlil yapmadı diye sormak gerekiyor. Bir tarafgirlik söz konusu değilse, “Geziciler”e taraf olan gazeteciler ve ona karşı duran “hükümet yanlısı” gazetecilerin yazılarını analiz edilmesi gerekmez miydi? Zaten “Ancak izlenimim, Zehra Hanım'ın ya sadece kendisinin ya eşiyle ya da eşi ve kayınpederiyle birlikte, Gezi rüzgârını tersine çevirmek için kurulan kara propaganda kumpaslarından birine alet edildiğidir” sözleriyle bu olayın kurmaca olduğu kanaatine vardığını kendisi de ifade ediyor.

Bunun dışında Twitter’da, Facebook’ta , Ekşisözlük’te yazan bir sürü insanın Zehra D. ismiyle başlayıp bütün başörtülü kadınlara nasıl küfürler ve hakaretler ettiğini görmezden gelerek, “hükümet yanlısı gazeteler ‘Geziciler’i kötü gösteriyor” demek ne kadar anlamlıdır? Her fırsatta “gazeteciliğin etiği” dersi veren Radikal, “Üzerine işeme fantezisi” gibi bir başlık atıyorsa, bundan sonra hangi ahlaktan hangi iz’andan bahsedeceğiz?

Bir de, bu ülkenin en önemli çıkmazlarından biri olan acı yarıştırma, daha doğrusu acılar hiyerarşisi kurma durumu var. “Herkesin tek tek seçilmiş resimler üzerinden kendi acısının gerçekliğine gömüldüğü bu girdaptan nasıl kurtulacağız?” diye sormuş Cihan Aktaş “Kabataş körleşmesi” adlı yazısında.

“Sen tacize uğruyorsun ama bak insanlar ölüyor, polis en çok bize şiddet uyguluyor, şuna şuna ses çıkarmadın ama konu başörtüsü olunca hemen mağduriyetten bahsediyorsun”  vs vs… Ali İsmail Korkmaz’ın dövülme görüntülerini izlerken vicdanı ölmemiş her insan gibi gözyaşı dökerken, birçok tecavüz ve taciz için mahkeme kararlarını eleştirmek dışında elimizden hiçbir şey gelmeyişinin yasını tutarken, polis şiddetini, bu şiddete uğrayan her insanın yanında “ama geziciler de…” cümlelerini duymazdan gelerek ifade ederken, başörtülü kadınların da bu taciz üzerinden itibarsızlaştırılmasını, hele de bir darbenin düzmece baş aktörlerinden Fadime Şahin’e benzetilmesini asla kabul edemeyiz.

Ancak Karin Karakaşlı’nın Agos’taki “Erk’in dili, kadının beyanı” adlı yazısında da dediği gibi, “Başörtüsünden rahmine sürekli malzeme edilen, başörtülü kadına karşı şortlu kadının mağduriyeti gibi bir eşleştirmelere konu edilen kadınlar bu erk oyunlarından da o eril dilden de ikrah getirmiş durumda.”

Sonuç olarak yine Başbakan’ın kullandığı, medyanın kullandığı, ‘Geziciler’in kullandığı başörtülü kadınlara patlıyor her şey… Kadın tacizine hiçbir siyasi çıkar olmadan, siyasi erkin çirkin sesi olmadan, bütün kadınlara en hafifinden en ağırına uğradıkları her tacize “ama”sız karşı çıkabildiğimiz gün, Kabataş gerçekten bir anlam kazanacak benim zihnimde…

Öyle tekinsiz zamanlar yaşıyoruz ki, artık hiçbir şeye inanacak bir zihne ve kalbe sahip değiliz. Kabataş olayı da, başörtülü kadınların uğradığı binlerce tacizin değersizleştirildiği bir olay olarak birkaç güne kalmaz gündemden düşecek ya da başka kirli bir hesaplaşmanın  olacağı güne kadar üstü örtülecek. Fakat taciz travmasını, Zehra D. ve taciz yaşayan bütün kadınlar kaldığı yerden yaşamaya devam edecek. Artık birinin “bacısı” ya da “f….” olarak anılmak istemediğimi-istemediğimizi de buradan bir kez daha beyan ediyorum.

Kategoriler

Şapgir