1990’ların ‘uyumsuz’ gençleri ‘Cihangir Günlüğü’ ile döndü

Mürekkep Basın Yayın 2014’ün başında ‘Cihangir Günlükleri’nden 33 öyküyü derleyip kitap olarak bastı. Bu vesileyle ‘Cihangir Günlüğü Adamı’ Erdoğan Dağlar’la konuştuk.

“90’larda rock dinleyen, içki içip kavga eden, toplumla uzlaşamayan gençlerdik” diyen Dağlar, ‘Cihangir Günlüğü’nü 22 yaşında Pişmiş Kelle dergisinde çizmeye başladı. 

Fotoğraf – Berge Arabian

ÖZGÜN ÇAĞLAR
ozguncaglar@agos.com.tr

90’lı yıllar tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de ‘garip’ yıllardı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının getirdiği umutsuzluk; diğer tarafta Türkiye’de 80 darbesinin süren etkileri ve sonrasında Turgut Özal’la esmeye başlayan küreselleşme rüzgârı gibi özel koşullar... İşte bu ara dönemin gençlerinin bir kısmı, başta İstanbul’da Kadıköy ve Beyoğlu’nda olmak üzere, büyük şehirlerin belli semtlerinde farklı ‘kafalarda’ bir hayat yaşadı, bir altkültür oluşturdu.

Çizer Erdoğan Dağlar da 90’larda Cihangir’de yaşadığı bohem hayatını ‘Cihangir Günlükleri’ başlığıyla Engin Ergönültaş’ın yeni çıkan Pişmiş Kelle dergisinde çizgiroman şeklinde anlatmaya başlamıştı. Güçlünün güçsüzü ezmesine dayanamayan, iyi yürekli, sanatla iç içe bir çizerin hayatından kesitleri anlatan bu seri, 1992’den 2000’e kadar devam etti, dönemin gençleri tarafından çok tutuldu.

  • Cihangir Günlüğü’nde anlattıklarınızın ne kadarı gerçekti? Her gün Cihangir’de ‘olaylar olaylar’ durumu mu vardı?

Ben Cihangir’in değişik yerlerinde yaklaşık olarak 10 yıl yaşadım. Bir başka daire daha ucuz diye, oturduğum katta sorunlar oluyor diye ya da sadece sırf sıkılıyorum diye oldukça çok ev değiştirdim. Evet, Cihangir 90’larda acayipti gerçekten de. Her gün olay oluyordu; ya birisi birini bıçaklıyordu, ya da yolda gittiğin sıra birisini dövüldüğünü görüyordun. Çizdiğim gibi, mutlaka güçlü olan zayıfa saldırıyordu. Bu duruma ilgisiz de kalamıyordun. Ayırmaya çalışmak, kavga-gürültü, karakola gitmeler eksik olmuyordu. İşte, zaman içerisinde bu yaşananlardan kolajlar yapmaya başladım Cihangir Günlüğü’nde. Keşke yapabilsem dediğim şeyleri Cihangir Günlüğü Adamı’na yaptırıyordum.

  • Cihangir’den hareketle sorarsam, 90’lı yılların Türkiye’sine nasıl bir atmosfer hakimdi?

90’ların özelliği, her şeyden önce 2000’lerin yaklaşıyor olmasıydı. Ali Kırca gibilerin programlarında ‘2000’lere yaklaşırken / 2000’lere doğru’ gibi konular konuşuluyordu. 1980 darbesi de 10 yıl geride kalmıştı. 90’lar bu bakımdan tam bir ara dönemdi. Öte yandan, Sovyetler Birliği de çökmüştü. Türkiye’de ‘Özal tipi’ diyebileceğimiz bir atmosfer vardı. Gökdelenler, renkli medyalar, köşe dönmeler... 80 ruhu geride kalmıştı, ‘Avrupa Birliği’ne giriyoruz’ diye propaganda vardı.

Bu ortamda okumuş gençlerin mood’u rock ve metal idi. Bob Dylan’lar dinlemek, Hermann Hesse’nin ‘Bozkırkurdu’nu okumak... Budacılık, Jack Kerouac... Wilhelm Reich’in ‘Dinle Küçük Adam’ından hareketle özgür seks, cinsel devrim... Gençlerin hevesi bunlardı. Biraz da içki içip kavga ediyorduk. Başkaldırıcıydık, toplumla uzlaşmayan/uzlaşamayan gençlerdik. Sokaktayken insanlar, uzun saçlarımıza, giydiğimiz deri montlara, taktığımız kurukafalı yüzüklere bakıyordu. Toplum çok baskı yapıyordu bize. ‘Bitliler, satanistler, metalciler’. Hepsi yalandı bunların tabii. Tam tersi çocukça bir şeydi bizimki.

Mizah dünyası da, dergiler de bu ortamdan etkilendi. ‘Cihangir Günlüğü’ gibi rock müzik-karikatür karışımı köşeler çiziliyordu. Gençler de bunları okurdu tabii. Mizah dergileri olarak İstanbul dışında yer alan üniversitelere panellere gittiğimizde, oradaki gençler de bize “Gerçekten Cihangir’de, İstanbul’da çizdiğiniz gibi şeyler yaşanıyor mu?” diye sorardı.

  • Sadece kendinizi değil, transseksüelleri, sokak çocuklarını, kötü polisleri, evsizleri, alkolikleri, hapçıları yani şehrin görünmeyen yüzünü de anlatıyordunuz...

Evet. Kentte, toplumsal olarak, kendisinden güçlü olanların içinde yaşayan bu azınlıkların psikolojisini de anlatıyorduk. Biz de bu azınlık mensuplarındandık ya. İşte bir apartmanda yaşıyorsun, gençsin, içki içiyorsun, kız arkadaşını getiriyorsun evine. Apartmanın geri kalanı olan muhafazakarlar tepki duyuyordu bize. Şimdi ‘kızlı-erkekli kalıyorlar’ muhabbetti var ya, o zaman da vardı işte bu.

  • 90’lı yıllar aynı zamanda Türkiye’de çok ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı yıllardı. Sizler bu konuların ne kadar farkındaydınız?

Uzaktık bu tür konulara. Kendini koruma refleksiyle, içe dönük bir kaçış edebiyatının tesirindeydik. Ben 1980’li yıllarda, gençlikten gelen dünyayı değiştirme hevesiyle kendimi ‘komünist’ olarak görüyorken, 90’lara geldiğimde Sovyetler Birliği’nin de yıkılmasının etkisiyle, birçok arkadaşım gibi sarsıldım tabii. Bu sarsılma, bazı arkadaşlarımızı ‘dönek’ yaptı; bazılarını İslamcı yaptı, bazılarını uyuşturucuya itti, bazıları da yurtdışına kaçtı ve bazılarını intihara sürükledi. Biz de çizerlikten-yazarlıktan gelen bir avantajla sanata kapanıp güç aldık.

O dönemin siyasi atmosferi bizde anarşizmdi. Bu nedenle kitleden kopuk, daha birey odaklı olduk. Çatışmaya hazırdık ama kitlesel dürtülerimiz yoktu. O yıllarda bizi kuşatan, uyuşamadığımız sistemle çatışan daha büyük gruplar, örneğin Kürtler vardı. Biz ise bunların yanında yalnızdık, bizim desteğimize de ihtiyaçları yoktu açıkçası.

  • Çizdiğiniz öykülerde ‘sokaktaki vatandaşı’ çok iyi yansıttığınızı düşünüyorum. Sizce sokaktaki vatandaş gündemdeki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları hakkında ne düşünüyordur?

Şimdi tabii halk deyince, genel bir kavramdan bahsediyoruz. Al-sat işiyle uğraşan tipleri bir yana bırakırsak, emekçi olan insanların olan bitenden dolayı tiksinti içinde olduğunu düşünüyorum. Halk kızdığı zaman, halkın kendisinden önce halkın çocukları sokağa çıkar. Her zaman böyle olmuştur. Gezi olayları ve onu tetikleyen Tekel direnişi, Emek Sineması gibi şeyler böyle başladı. Hatta Hrant Dink’in katlinin ardından da insanlar bu şekilde sokağa çıktı.

İnsanların gözü açılıyor artık. Hırsızlık apaçık ortada. Siyasal İslam dediğimiz politikanın da çöküşü anlamına da geliyor son günlerdeki gelişmeler. Artık din-iman söylemiyle ortaya çıkamaz kimse diye düşünüyorum.

  • Gezi dediniz... Türkiye halkı Gezi Direnişi’nde şiddet uygulamaktan çekinmeyen bir polis tipiyle tanıştı. 90’larda Türkiye’deki kötü polis tipiyle, bu polis tipi benzerlik taşıdığını düşünüyor musunuz?

90’lardaki polisler içki içerdi, uyuşturucu kullanırdı, fırsatını bulurlarsa her şeye tecavüz edebilirdi ve milliyetçiydi. ‘Derin devlet’ denen o sağcı Gladyo’nun ideolojisini taşıyordu.  Bir dönem Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde bu polis tipi yumuşatıldı. 2002’den sonra ise, AK Parti iktidarı kendisini korumak için kaybolan bu polis tipini tekrar diriltti. Gezi’de daha da çoğaltıldı... İnsanları bir köşe sıkıştırıp öldürmek istercesine gaz bombası atıyorlar. İnsanının inanası gelmiyor ama benzerlikler taşıyor ikisi.


‘Bizler sanatla hayata tutunduk’

Sizin de içinde yer aldığınız 90’ların eski rock’çılarından kimler kaldı?

(Gülüyor) Size bir tablo çizmesi adına o dönemden tanıdığım üç kişiyi örnek vereceğim. Bir tanesi, Metallica grubunu hayranıydı. Metallica’yı Türkiye’ye tanıtan adamdı. Uzun saçlı, metalcı biri, görünce çarpılırdık. O şimdi Atatürkçü Düşünce Derneği çizgisinde bir adam oldu. İkincisinin Tünel’de iyi iş yapan gitar dükkanı vardı ve bir rock grubu da vardı. Cihangir Günlüğü kitabım çıktıktan sonra yıllardır görmediğim için aklıma geldi bu arkadaş, gidip kitabımı verip muhabbet edeyim, dedim. Dükkanıma girdim, başka birileri vardı. Kendisini sordum. Yaşlı bir adam ondan bana şöyle bahsetti: “Önce kokoreççi oldu, sonra da kayıplara karıştı.” Tutunamamış yani. Üçüncüsü de ben (Gülüyor). Devam ediyorum çizmeye, yazmaya, üretmeye. Engin Abi de öyledir, roman yazıyor şimdi. Ayrıca bizim kuşakta sırf ‘intihar edenler’ diye bir grup da vardır.


‘Gezi’den sonra mizah dergileri yok satmaya başladı’

Gezi olaylarından sonra, satışları dibe vuran mizah dergileri yok satmaya başladı. Altın çağını yaşıyorlar şimdi. Başta Uykusuz dergisi olmak üzere, Penguen ve LeMan dergileri... Gezi’den önce ben LeMan’ı o yüzden bıraktım, para falan veremiyorlardı. Şimdi satışları ikiye-üçe katlandı. Gençler, birbirlerini mizah dergilerinde buluyorlar. Konuşacak konuları bu dergilerden buluyorlar. Zaten ne zaman toplum hareketlenirse, mizah dergileri artar. Toplum miskinleştikçe suratlar asılır, mizah da düşer.

 

Kategoriler

Kültür Sanat Edebiyat