‘AK Parti organik aydın arayışında bazı arkadaşlar da bu role hevesli’

Halen İstanbul Şehir Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü’nde görev yapan Prof. Kentel ile demokrat çevrelerde tartışma yaratan yazısından yola çıkarak, güncel gelişmeleri konuştuk.

FERDA BALANCAR
ferdabalacar@agos.com.tr

Aynı zamanda Agos’un da eski yazarlarından olan sosyolog Prof. Ferhat Kentel, geçen hafta serbestiyet.com sitesinde ‘Biz, ‘Cemaat’in taşeronları’ ya da cemaate karşı cemaat’ başlıklı bir yazı yazdı. Yazının yayımlandığı serbestiyet.com, bir süre önce Taraf gazetesinden ayrılan bir grup köşe yazarı ve gazetecinin yazılarına yer veren bir site. Oral Çalışlar’ın yayın yönetmenliğinden ayrılması üzerine Taraf’tan istifa eden bu isimler, önce serbestiyet.com’da yazmaya başlamışlar, bir süre sonra ise bu isimlerden bazıları Yeni Şafak, Türkiye, Akşam gibi hükümete yakın gazetelerde köşe yazarı ya da yönetici olarak işe başlamışlardı. Önce Gezi Direnişi, ardından pek çok konuda Başbakan Erdoğan ve hükümetin otoriter ve buyurgan söylemi ve tutumu nedeniyle süren tartışmalar bir süredir serbestiyet.com yazarları arasında da sitenin sayfalarına yansıyan tartışmalara neden oluyordu.

Ferhat Kentel’in, serbestiyet.com’a veda ettiği yazısında şu ifadeler yer alıyordu: “Düne kadar başkaları tarafından ‘hain’ ilan edilirken, birlikte ‘ihanet ettiklerimiz’ yanlarındakini, yani bizi ‘hain’ görmeye başladılar. Onların serdettiği analizler kafamıza yatmayınca, söyleyecek başka şeylerimiz olunca, düne kadar ‘hocam valla sen en büyüksün, bir tanesin, sosyolojiyi senden öğrendik’ diyenler tarafından ‘geri zekalı’, ‘kullanışlı aptal’, ‘beyaz liberal’, ‘AKP düşmanı’ ve daha bilumum ‘yüksek seviyeli analizlere’ tabi tutulduk.”

Kentel, bu ifadelerle, Markar Esayan, Yıldıray Oğur gibi serbestiyet.com yazarlarını kastediyordu.  Halen İstanbul Şehir Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölüm Başkanı olarak görev yapan Prof. Kentel ile demokrat çevrelerde tartışma yaratan yazısından yola çıkarak, güncel gelişemeleri konuştuk.  

  • Yazınızda eleştirdiğiniz kesimler, 28 Şubat dönemini hatırlatarak, halen AK Parti’ye yönelik bir darbe girişimi olduğunu iddia ediyorlar. Eğer yaşananlar 28 Şubat’takine benzer bir darbe girişimi ise sizin tavrınız da o dönemde bazı sol çevreler tarafından benimsenen “ne şeriat ne darbe” anlayışına benzemiş oluyor. Doğru mu bu?

Her şeyden önce  günümüzde yaşananlarda 28 Şubat’a benzemeyen çok şey var. Öncelikle o dönemde medyasıyla, askeriyle, kamuoyu oluşturma çabası tümüyle TSK’nın elindeydi. Ben de o günlerde darbe tehlikesinden korkuyordum ama doğrusu şeriatttan korkmuyordum. Çünkü şeriat tehlikesi olduğuna inanmıyordum ama darbe tehlikesi vardı ve sonuçta da bu tehlike gerçekleşmiş oldu. O dönemde hegemonya TSK’nındı. Siz buna Çevik Bir  ya da Batı Çalışma Grubu da diyebilirsiniz. Kasetler, görüntüler vs, yani kısacası kamuoyu oluşturma icraatları onlardan geliyordu.

  • Peki şimdi bu tür çabalar kimden geliyor?

Ses kayıtları ve görüntüler sadece Cemaat’ten gelmiyor. Gün oluyor Fethullah Gülen’in ses kaydı da gündeme gelebiliyor. Kamusal alanda, medyada esas olarak AKP’nin pozisyonunu güçlendiren bir oluşum var. Cemaat çok temiz olmayabilir  ama güç dengesi tamamen AK Parti’den yana. Böyle olduğu için AK Parti’ye tümüyle karşı çıkmak gerekmiyor elbette… Öte yandan, Cemaat’e o kadar çok şey atfediliyor ki, bunu yaparken devletin içeriği, kapsamı tamamen ihmal ediliyor. Durum öyle bir hal aldı ki, sanki bir tarafta seçilmiş hükümet, diğer tarafta da ona kasteden Cemaat var. Halbuki durum öyle değil. Mesela Mehmet Ağar ya da Hanefi Avcı da devlet içindeki belli  grupları temsil ediyorlar. Türkiye’de devlet öylesine cemaatçi bir yapıya sahip ki, devletin her zaman şu ya da bu cemaat tarafından ele geçirilmesi söz konusu. Yani ortada bir günah varsa bu herkes için geçerli. AK Parti’liler devlet içinde örgütlenmiyorlar mı? MHP’liler kendi adamlarını örgütlemiyorlar mı? Bunu sadece Gülen Cemaati’ne atfetmek doğru değil. Devletin kurumsal yapısıyla ilgili çarpıtılmış, basitleştirilmiş fikirler bizi gerçeklikten uzaklaştırır.  

  • Devlet içinde başka cemaat yapıları da vardı ama deniliyor ki, Gülen Cemaati son yıllarda devleti ele geçirecek güce ulaştı. Bu nedenle Cemaat büyük tehdit olarak görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Bu iddia doğru olabilir ama eğer öyleyse de, ben bunun böyle olup olmadığını bilmiyorum. Sadece böyle olduğu söyleniyor ve bizim buna ikna olmamız isteniyor. Öte yandan eğer bu doğruysa bile şunu da görmek gerekiyor: Diğer hiçbir cemaat, Gülen Cemaati kadar bu toplumun derinliklerinde çalışmadı. Altın nesil yetiştirme çabası, yurtlarda 40 yıldır süren öğrenci yetiştirme çabası, bu sonucu verdi. Bu çalışmalar da elbette eleştirilebilir. Cemaatin yurtlarında çocuklar baskıcı  yöntemlerle yetiştiriliyor olabilir. Bunu eleştirmek, bu tarz eğitime karşı mücadele etmek de meşrudur ama günümüzde gelinen noktada o yurtlarda, dershanelerde yetişen çocuklar, üniversiteleri bitirip devlet ya da özel sektörde yer edinmeye başladılar.

Meseleye bir de şöyle bakalım. Mülkiye mezunları ya da Galatasaray mezunlarının yaptığı bundan çok farklı değil. Onlar da “kendilerinden olanı” işe almaya çalışıyorlar. Sadece şu anda diğer cemaat yapıları Gülen Cemaati karşısında kan kaybettikleri için  feryat ediyorlar. Gülen Cemaati, yeni bir nesil olarak geliyor, kadrolaşma kapasiteleri çok güçlü. Laikçi, ulusalcı, Kemalist cemaatler, ilk defa bu kadar elimine oluyorlar. Özetleyecek olursak, baştan aşağıya rezil bir devlet sistemi bu. Yaşadıklarımız da bu sistemin doğal sonucu. Gülen Cemaati’yle uğraşmak yerine bu sistemin kendisiyle uğraşsak çok daha önemli ve kalıcı bir iş yapmış oluruz.  

  • Dindar Müslüman gençlerin tercih ettikleri üniversitelerden birinde görevlisiniz. Nasıl bir dindar Müslüman kuşak geliyor?

Buna tek bir cevap vermek zor ama ben genel olarak iyimserim. Günümüzdeki dindar Müslüman gençlik daha önceki kuşaklardan çok farklı. Bu farklılık, modernitenin ve ulus-devletin genel olarak dünyada ve tabii Türkiye’de de erozyona uğramasından kaynaklanıyor. Artık hayat sadece ilerleme, rasyonellik, doğrular ve yanlışlardan ibaret değil. Türklük, bu kadar keskin bir şey değil artık. Kürtler, Ermeniler, Çerkesler var. 24 Nisan’lar, Ermeni meselesi gündeme geldi. Cin şişeden çıktı artık. Müslümanlar da herkes gibi bundan besleniyor. Bu da Gezi’deki gibi içiçe geçişler getiriyor. Gezi Direnişi, seküler yönü ağır basan bir hareketti ama içinde dindarlar da yer alabildi.  

  • Bu içiçe geçişlere başka örnek verebilir misiniz?

Mesela bizim üniversitede Erdoğan’ın doğum gününü kutlayanlar, ona büyük önder muamelesi çekenler var. Öte yandan, aynı öğrenciler, her konuda AK Parti politikalarını desteklemiyorlar. Bilgi düzeyinde ciddi bir farklılaşma var. Eski kuşaklar, solcuysa sol kitaplar okurdu. Müslümanlar da kendi mekanlarında kendi yazarlarını okurdu. Ama şimdi öyle değil. Artık farklı okumalar yapılıyor. Müslüman gençlerin elinde çok farklı kesimlerin kitaplarını görebiliyorsunuz.

  • Türkiye’de daha doğrusu Osmanlı coğrafyasında, Müslümanların Ermenilere ve daha genel olarak da Hıristiyanlara karşı olumsuz tutumunu biliyoruz. Yeni kuşaklarda bu konuda bir değişim var mı?

Var. Çok güçlü bir tanıma eğilimi, merak duygusu var. Hıristiyanların Paskalya’da yumurta boyadığını yeni yeni öğrenenler var mesela. Dindar, Müslüman bir okuyucumdan mektup aldım. “Hrant Dink şehit olmuştur” diyor mektubunda. Bir Müslümanın bir Hıristiyan için bunu söylemesi yenidir bu topraklarda. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet politikalarının şimdiye kadar göstermiş olduğu performansın tahribata uğradığını, eskisi gibi işlemesinin de mümkün olmadığını görüyoruz. Bu da çok normal. Türkiye’de İslami olduğunu söyleyen bir parti iktidara geldi. Öte yandan Kürtler, Kürt siyaseti de artık Türk ulus devletini bu şekilde devam etmesini imkansız kılıyor. Gezi olayları da bu değişimin sonucu. Vesayet kırıldığı için Gezi olabildi. Artık başlarının eskisi gibi derde girmeyeceğini bildikleri için insanlar sokağa çıktı. Nasıl Müslümanlar, hem onu okuyor, hem de bunu okuyorsa, Gezidekiler de öyle. Kemalistlerle hatta birtakım darbecilerle de birarada oldular. Bu biraradalık önyargıları yıkıyor.

  • Taraf’tan birlikte ayrıldıklarınızla ters düştünüz. Ne oldu? Son yazınızda geçmişte birlikte hareket ettiğiniz bazı isimlere sert eleştiriler yöneltiyorsunuz. Artık AK Parti’nin organik aydınlarıyla mı karşı karşıyayız?

AK Parti 2001’den bu yana devlet içinde güçlenmiş, iktidar olmuş bir parti. Erdoğan’ın dilinden de anlıyoruz ki, AK Parti artık gücün dilini kullanıyor, kendi hegemonyasını kuruyor. 2001’in AK Parti’si değil, başka bir AK Parti var artık. Çok önemli dönüşümün taşıyıcısı olan bu parti, başarılı olan her devrimci hareket gibi kendi düzenini kurma yoluna gitti. Fransız devriminin Termidor dönemine benziyor bu. Termidor döneminde “Devrim bitti, cumhuriyet geldi artık” dediler. Bolşevik devriminde de, İran devriminde de böyledir. AK Parti’nin yaşadığı şey de bu oldu. AK Parti belli bir sınıfı iktidara getirdi. O sınıf da çok sık kullanılan bir deyimle inşaat yapmaya başladı. Kendi hegemonyasını kurmakta olan iktidar partisi, İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun bir süre önce söylediği gibi “artık eski ittifaklara ihtiyaç duymuyor.” Şu anda AK Parti çevresinde oluşan bir aydın halesi ya da tampon bölgesi var. Bu aslında hiç şaşırtıcı değil. Kendi hegemonyasını inşa etmekte olan her parti bu tür organik aydınlara ihtiyaç duyar. Yakın geçmişte daha özgürlükçü, demokrat olarak kendini gösteren bazı arkadaşlarımız, ikbal kaygısıyla bu role soyundular. Bu arkadaşlar gelecek seçimde artık milletvekili mi olurlar, bilinmez.

  • Bazı yazarlar, AK Parti-Gülen Cemaati mücadelesiyle İslami siyasette yeni bir dönemin açıldığını söylüyorlar. Katılıyor musunuz?

Bence bu yeni dönem, 28 Şubat’ta başlamıştı. Son günlerde yaşadığımız, AKP-Cemaat arasında yıllardır süren ittifakın bozulmuş olmasıdır. Bu ittifak, askeri vesayet karşısında ihtiyaca dayalı bir ittifaktı. Artık “safları sıklaştırma” ihtiyacı duyan bir İslami kesim yok. AK Parti’nin 2011 seçim zaferinden sonra bu daha da netleşti. Ancak tehlikeli olan ittifakın bozulması değil, AK Parti’nin Cemaat’e karşı 28 Şubat’taki MGK dilini kullanmaya başlamış olmasıdır. Üstelik konu son MGK toplantısında da ele alındı. Başbakan sürekli “vatana ihanet”ten söz ediyor. Bu dil, 28 Şubat’ın darbeci dilidir.

  • Cemaate yönelik olarak şeffalık talebiyle birlikte “parti kursunlar” deniyor. Bu haklı bir talep mi?

Bu çok modernist bir tepki. “Bana karşı siyaset yapacaksan siyasi parti kur” deniyor. Siyaset gündelik hayatın içinde en aşağıda sokakta, mahallede yapılır. Eğer öyleyse Ermeniler de taleplerini savunmak için siyasi parti mi kurmalı? Ermeni toplumu sorunlarını çözmek için siyaset yapıyor ama parti kurmuyor. Lobi faaliyeti, sivil toplum faaliyeti ile de  siyaset yaparsınız. Gülen cemaatinin en büyük avantajı, Müslüman çoğunluk içinde, gündelik hayatın içinde siyaset yapmasıdır. 

Kategoriler

Güncel Gündem