MİT’in merkezde olduğu güvenlik rejimine geçiyoruz

Güven Gürkan Öztan’ın ‘Türkiye’de Militarizm: Zihniyet, Pratik ve Propaganda’ adlı kitabı geçen hafta yayımlandı. Öztan ile militarizm kavramında yola çıkıp, Türkiye’de Ermenilerin ve diğer farklı inanç gruplarının neden ve nasıl militarist zihniyet tarafından ‘iç düşman’ olarak görüldüğüne, Kürt sorununda bugün gelinen çatışmasızlık ortamının geleceğine uzanan bir söyleşi yaptık.

FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr

Güven Gürkan Öztan’ın ‘Türkiye’de Militarizm: Zihniyet, Pratik ve Propaganda’ adlı kitabı geçen hafta yayımlandı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Yrd. Doç. Dr. Öztan, Siyaset Bilimine Giriş, Siyaset Sosyolojisi, Ordu ve Siyaset, Etnik Sorunlar ve Milliyetçilik dersleri veriyor. Öztan, kitabında, Türkiye’de militarizmin köklerini, milli kimliğin oluşumunu, ‘milli dava’lar çerçevesi içinde Kore Savaşı’nı, Kıbrıs’ı, askeri darbeleri temel alıp, toplumsal yaşamın her alanında şekillenmiş militarist zihniyeti farklı boyutlarıyla inceliyor.

Öztan ile militarizm kavramında yola çıkıp, Türkiye’de Ermenilerin ve diğer farklı inanç gruplarının neden ve nasıl militarist zihniyet tarafından ‘iç düşman’ olarak görüldüğüne, Kürt sorununda bugün gelinen çatışmasızlık ortamının geleceğine uzanan bir söyleşi yaptık.

  • Militarizm nedir? Türkiye’de militarizm deyince ne anlamalıyız?

Türkiye’de militarizm özellikle son 10 yılda çok fazla tartışılır oldu. Bu tartışmalarda, militarizm genellikle asker-sivil ilişkilerine indirgendi. Bu aslında Türkiye için çok şaşırtıcı değil. Bu kadar askeri darbe geçirmiş bir ülke için bunu normal karşılayabiliriz. Militarizim, kavram olarak askerin asker kimliğiyle siyasete kurumsal müdahalesi olarak anlaşıldı. Halbuki militarizm, tıpkı milliyetçilik gibi, birçok farklı ideolojinin içinde kendini var edebilen bir ideolojidir. Türkiye’de İslamcılıktan, Türkiye soluna kadar pek çok ideolojik eğilim içinde militarist ön kabuller vardır.

  • Militarist ön kabullerden neyi kastediyorsunuz?

Bir dünyayı algılama biçimi olarak militarizm, belli değerler silsilesini sivil hayatta egemen kılma yöntemi, perspektifi ve mekaniklerinden oluşur. Pek çoğumuz bu değerlerin sadece askere ait olduğun sanıyoruz, oysa öyle değil. Türkiye’de iki tip militarizm tahlili yapılıyor. Solda yapılan tahlilde, orduyu kapitalist devletin bir şiddet aygıtı olarak algılayıp, onun kapitalist yeniden üretim içindeki yerine ve egemen sınıflarla ilişkisine odaklanılıyor. Bu kıymetli bir çaba ama bunu yaparken militarizmin sosyolojik izdüşümleri gözardı ediliyor. Liberal eğilimli tahlilde ise, meseleye liberal demokrasi perspektifinden bakılıyor; askerler sivillerin kontrolü altındaysa miitarizm sorunu çözülmüş gibi bir yorum yapılıyor. Halbuki resmin bütününü görmemiz açısından iki eğilim de sorun yaratıyor. Militarizm son derece kılcallaşmış bir ideoloji; o kadar kılcallaşmış bir ideoloji ki bizim gündelik dilimizden kolektif kimlikler arasındaki dile kadar pek çok alana nüfuz ediyor. O yüzden de tek bir disiplinle ve tek bir yöntemle analiz edilmesi mümkün değil. Olabildiğince disiplinler arası yöntemler kullanılması gerekiyor. Mesela sadece siyaset bilimi değil, sosyoloji de önemli, militarizmi anlamak için.

  • Son yıllarda çok sık gündeme gelen askeri vesayet kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Askeri vesayetten kastedilen karar alma mekanizmalarında son sözün askerler tarafından söylenmesidir. Ancak bu noktada şöyle bir problem var. Hangi konulardaki karar alma mekanizmalarından bahsedildiği belli değil. Sivil irade tanımımızın ne kadar demokratik olduğu da ayrı bir tartışma. Türkiye’deki askeri vesayete karşı olduğunu iddia eden çevrelerin, askerlerin kendi profesyonel alanlarındaki tasarruflarına dair çok kaygıları yok. Askerin kendi alanı olarak gördüğü ve adına güvenlik denilen alan, çok geniş bir alan. Türkiye’de ordu bir dış güvenlik aktörü olmaktan ziyade bir iç güvenlik aygıtıdır. Bu görmezden gelinince, askeri vesayet karşımıza sadece askerin seçimle işbaşına gelmiş yöneticileri kısıtladığı anlarda gündeme geliyor. Askeri vesayetin mantığı, düşmanlaştırma, güvenlikleştirme, sorunları bir bekâ sorununa indirgeme gibi militarist yaklaşımlar rahatlıkla sivillerin de perspektifi olabiliyor.

  • AK Parti’nin 12 yıllık iktidarında militarizm konusunda ne değişti?

Biz hep 1990’ların Türkiyesiyle bugünü karşılaştırdığımız için 1990’ların Türkiye’sini bir güvenlik devleti olarak görüp 2000’lerdeki değişimi de liberal demokrasiye geçiş süreci olarak algılıyoruz. Oysa günümüzde 1990’lardaki güvenlik devletinden çok daha ileri bir aşamaya, güvenlik rejimine geçiyoruz. 1990’larda güvenlik devleti, DGM’ler, özel kuvvetler gibi kendi kurumlarıyla devlet odaklı bir iktidar temerküzüne çaba sarf etmişti. Bunu yasal yollardan yapamayacağını bildiği için olağanüstü hali bir yönetim tekniği haline getirmişti. Ama başarılı olamadı. Bundan dolayı da ciddi bir meşruiyet krizi yaşadı. Bu aynı zamanda resmi ideolojinin de meşruiyet krizidir. 1990’larda gördüğümüz linç olayları, pop milliyetçiliğin yükselişi vesaire resmi ideolojinin meşruiyetinin kaybolmasıyla ilişkiliydi. AKP döneminde bu krizin yeni bir devlet aklıyla giderilmeye çalışıldığını görüyoruz. 2000’lerdeki ordu 1990’lardaki ordu gibi olamazdı zaten.

  • Güvenlik rejimi derken neyi kast ediyorsunuz?

Güvenlik rejiminden kastettiğim, yeni devlet aklının farklı güvenlik aktörlerine rol dağılımı yapan bir devlet aklı olmasıdır. Orduyu belli bir alanda sınırlandırıp, bunun yanında diğer güvenlik aktörlerini çeşitlendirerek onların yönetme kapasitesini artırmak olarak da tanımlayabiliriz güvenlik rejimini. Henüz hayata geçirilmeyen yeni MİT Yasası bu mantığın sonucudur. Mevcut istihbarat ve güvenlik rejimini tek kişinin elinde toplamanın hiçbir demokratik yönü yoktur. Bu, 10 yıl önce ABD’de temelleri atılan bir anlayıştır. Türkiye bu konuda geriden geliyor.

  • Neden geriden geliyor?

Çünkü bunu sağlamak için müesses düzendeki alışılmış iktidar ağlarını dağıtmak gerekiyordu. Biz Ergenekon ve Balyoz süreçlerini askere had bildirme ve sivilleşme olarak algıladık. Halbuki bu tip bir devlet aklının karşısında direnç oluşturabilecek güçleri kırıp buna uyum sağlayabilecek kesimlerle yola devam etmek amaçlandı. Dünyada son 100 yılda kitle ordularından profesyonel orduya, oradan da küçük, mobilize profesyonel orduya geçiliyor. Biz ise hâlâ kitle ordusu durumundayız. Kitle orduları sözünü ettiğimiz güvenlik rejimine uyum sağlayamazlar. Buradaki direnç alanlarının dağıtılması gerekir. İşte Ergenekon ve Balyoz davalarıyla bu yapıldı.

  • Sık sık duyduğumuz “ordu işini yapsın” cümlesinin arkasında da da çizdiğiniz bu çerçeve yatıyor öyleyse. Ordunun iç güvenlikteki yerini MİT mi alacak?

Evet. Son zamanlarda Emniyet’e yönelik müdahalelerin arkasında da bu var. 7 Şubat’ta Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması da bu gerilimin sonucudur. 2007’de yeni iç ve dış güvenlik dağılımı yapılıp, güvenlik kurumlarına yeni roller dağıtılırken, MİT’in istihbaratın beyni haline getirilmesi düşünüldü. Burada MİT’le bilgilerini paylaşmayan Emniyet ve askeri istihbarat gibi diğer güç odaklarının bu işe ikna edilmesi gerekiyordu. Kozmik odadan tutun da Emniyet’teki operasyonlara kadar yaşananların arka planında bu var.

  • Kitabınızda militarizmin her dönem iç düşman ürettiğine dikkat çekiyorsunuz. Son dönemde iç düşman, Gülen Cemaati ya da moda deyişle “paralel yapı”. Burada bir söylem değişikliği var mı?

Bugün iç düşman kavramının sivil siyasi iktidar tarafından kullanılması kendisine geniş bir hareket alanı sağlıyor. Bu, siyasi iktidarın işine geliyor. Mesela Gezi direnişiyle paralel devleti birbirine bağlayabiliyorsunuz. Tutarsızlığa düşmeleri de söz konusu olmuyor, çünkü her şeyi o kadar bulanık gösteriyorlar ki… Sonuç olarak yeni iç düşman söylemi de müesses nizamın iktidarını pekiştiriyor.

  • Geçmişte genelde gayrimüslimlerin özelde de Ermenilerin iç düşman olarak algılandığını biliyoruz. Bunda bir değişiklik var mı?

Gelecek yıl, Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılı. İttifaklar ağının güvenlik perspektifinden bu konunun nasıl başka bir şekle büründürüldüğünü göreceğiz. Her beş yılda yenilenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi en son 2010’da yenilenmişti. 2015’te tekrar yenilenecek. 2015’e gelirken bir yanda Talat Paşa Komitesi, öte yanda AKP’nin medeniyet söylemi, Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyon Kurulu ve bunların tam orta yerinde varlığını koruyan MGK. Önümüzde çok ciddi bir süreç var.

 


 


Kürt siyasetinde iki eğilim var
 

  • Sözünü ettiğiniz kurulmakta olan güvenlik rejimiyle Kürt sorunundaki barış süreci bir arada devam edebilir mi?

Bir yurttaş olarak elbette çatışmasızlık halinden memnunum ama kalıcı bir barışın sağlanması için toplumsal uzlaşmanın gerçekleşmesi gerekiyor. Türkiye’de bu süreci AKP’nin yürütüyor olmasının işlevsel bir karşılığı var. Başka bir parti bu süreci başlatsaydı bu kadar az tepkiyle geçirilmezdi bu süreç. Bu süreci ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’ olarak sunmak sağ kültürün bir yansıması. Hükümetin barış algısıyla Kürt siyasetinin barış algısı aynı şey değil. İktidar tarafının barış algısı büyük ölçüde süreci çatışmasızlık üzerinden devam ettirip büyük abilik oynamak. Karşısında ise eşit statü ve tanınma isteyen bir kitle var. Bu konuda şu ana kadar hiçbir adım atılmış değil. Daha beterinden korkulduğu için bu süreç devam ediyor. Barış sürecinde toplumun travmalarını iyileştirme yönünde adımlar atılmalı. Bu iyileştirmeleri yapmazsanız Urla’da, Fethiye’de yaşanan linç olayları yaşanır. Yeni güvenlik aygıtı, Kürt sorununda çatışma sürerken kurulamazdı. Ama eğer bu rüzgar tersine dönerse çok kötü şeyler olabilir.

  • Geçenlerde önce KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın “milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri barışın önünde engel” sözleriyle başlayan bir tartışma yaşandı. Bu tartışmayı nasıl yorumluyorsunuz?

Öncelikle Kürt siyaseti yekpare değil. Özellikle legal Kürt siyaseti çok parçalı bir siyaset. Bununla BDP çizgisini kast ediyorum. İki eğilim var. Sağ eğilime göre bir Kürdistan kurulsa ‘TC’ yerine ‘KC’ olacak. Diğer eğilim ise özgürlükçü, demokrat, sol eğilim. Bu iki eğilim arasında ayrımlar henüz çok net değil ama gelecekte netleşecek. Hangi eğilimin muktedir olacağı da önemli. Bese Hozat’ın ‘lobi söylemi’nden rahatsız olan pek çok Kürt siyasetçisi var. Öte yandan ‘lobi söylemi’nde stratejik bir hesap söz konusu. Bu tür bir söylemin Türkiye’de Kürt olmayan Müslümanlar arasında bir karşılığı var. O karşılık, Kürt hareketine yönelik önyargı duvarlarını yıkmak oluyor. Bu çok sorunlu bir yaklaşım. 2015 Kürt siyaseti için de bir sınav olacak. Kürt siyasetinde bir grup, Ermeni Soykırımı konusunda özeleştirel bir tutum takındı. Ama diğer grup, bu tutumun zamanlamasının uygun olmadığını söylüyor. Bu ikinci grubun ağır basması beni ürkütüyor. Ben hâlâ Kürt hareketinin kendi dinamizminin bu militarist eğilime teslim olmayacağını, demokratik, özgürlükçü eğilimin ağır basacağını düşünmek istiyorum.

Kategoriler

Güncel Gündem