Erkekleri sağmak ve şarap kadehlerini ‘hayat’ için çarpıştırmak

Rita Ender, Ayşe Arman’ın Hürriyet’teki köşesinde yayımlanan, “Dünyaya erkek olarak gelseydim mutlaka kendime Musevi bir sevgili yapardım!” yazısı ve Arman’ın “hepimiz” derken aslında dışarıda bıraktığı Musevi kadınlar üzerine yazdı.

RİTA ENDER

29 Mart Cumartesi günü, logosunda hâlâ “Türkiye Türklerindir” ifadesini barındıran Hürriyet gazetesinde, büyük çoğunluğu kendisini “Türk Musevisi” olarak tanımlayan Türkiyeli Musevilere (Yahudilere) dair bir yazı yayınlandı. Ayşe Arman’ın kaleme almış olduğu bu yazının başlığı dikkat çekiciydi:

“Dünyaya erkek olarak gelseydim mutlaka kendime Musevi bir sevgili yapardım!”

Dünyaya bir daha gelse ve bu gelişte heteroseksüel bir erkek olsa, işte o vakit, Musevi bir kadınla beraber olacağını kamuoyu ile paylaşmış Ayşe Arman. Paylaşmış fakat bu tercihinin nedenlerini açıkça ortaya koyarken; kamuoyunun içinden, benim de dahil olduğum Türkiyeli Musevi kadınları nedense çıkartmış. Onlar dışındaki kitleye hitap ederken “onları” şöyle anlatmış:  “Bu kadar çok Musevi kadını bir arada görmemiştim! Yemin ederim hayran kaldım, bayıldım. O kadar eğlenceli, o kadar komik, o kadar sarkastik, o kadar hepimizi sulu götürür, susuz getirirler ki…”

“Hepimiz” ile tam olarak kimi kast ettiğini incelemek söylem analistlerinin yetisinde olsa da, ayrımcılık üzerine biraz kafa yormuş her insan, bütün problemlerin işte bu “hepimizin” dışında kalanlardan, o meşhur “öteki”lerden kaynaklandığını bilir.  

Ayşe Arman’ın ötekileştirdiği Musevi kadınlar arasında, eminim kendisine teşekkür edenler de olmuştur. Zira Ayşe Hanım, bir doğum günü partisinde karşılaştığı Musevi kadınları anlattığı yazısının sonuna doğru; tüme varmaya yakın şöyle söylemiş: “Musevi kadınların, hayatı daha yaşanılır kıldığı bir gerçek!”

Çok teşekkürler efendim, teveccühünüz! Bize, “ömür törpüsüsün yeminlen!”, “yaşamdan soğuttun be!” diyen, diyebilen kendini bilmez adamlar ile, birlikte yaşam imkansız hale geldiği için şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanma davası açıp bizlerden tazminat talep eden kocalar bir yana dursun biraz. Biraz... Ve biz Musevi kadınlar olarak, “hepimiz” bu adamların, “istisna” olduklarını kendilerine hatırlatıp, yüksek müsaadeleriyle “29 Mart Türkiyeli Dünya Musevi Kadınlar Günü”nü kutlayalım. Ayşe Arman’ın katıldığı partideki iyi ve tabii ki tartışmasız kosher olan şarapları kadehlerimize koyalım ve biraz da aldığımız iltifatların ya da yapılan tespitlerin keyfini sürelim.

Eh, bu kadarı her Musevi kadının hakkı... Hakkı olmasına hakkı da, kafa karıştıran bir Musevi kadın var, ismini bilmiyoruz: Ayşe Hanım’ın partide gördüğü Musevi kadınlardan birinin annesi. İnanılmaz bir anne, bilge bir anne! Tevrat baştan yazılsa Yahudilik bu kadın şerefine kendinden sonra dünyaya gelen Meryem Ana’yı tanıyabilir! Açıkça belli, o bilge kadın diğer Musevi kadınlardan farklı, zira altın değerinde aktarımlar yapmış. Ayşe Arman’ın yazısında özetlediği üzere, kızına erkekleri sağması gerektiği bilgisini fısıldamış. “Sağmak” burada elbette mecazi anlamda kullanılıyor. “Erkekleri sağmak” bir çeşit eğitim imiş; “süt, peynir ve bilimum şeyleri alabilmek için” mecbur, sabırla sağacakmışız.

Allah Allah!

Binlerce yıldır süren gelenek, bundan hiç bahsetmiyor ama işte yine birimiz, hepimiz olmuşuz. Bir kadının lafı tüm Musevi kadınlar için geçerli olmuş ve o başlık bu yüzden öyle atılmış. 

Bunun gibi antisemitizm sayılamayacak kimi beyanlar, hatta kimi “iltifatlar” bile insanı Yahudi kılar. Fakat onlara da dikkat etmeli çünkü ilginçtir ama Stefan Zweig’ın İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaptığı şu tespit bugün Türkiye’de geçerli: “Daha önceki Yahudi nesillerde duyulmayan kimi sözler, örneğin 'Yahudi olduğum için çok mutluyum' ya da 'Yahudi'den başka ırkın mensubu olmak istemiyorum!' artık daha sık kulağa gelmekte. Yahudileri aşağılayan ve ikinci sınıf insanlar olarak kabul eden antisemit yayınlar şu sıralar çoğalırken, kendilerinin bütün ırk ve uluslardan daha üstün olduğunu iddia eden karşıt yayınların da arttığı görülüyor. Bütün bu olup biteni dikkatle izleyen, her şeye kulak kabartan biri, Yahudiliği bu dünyadaki en üstün, en değerli ırk olarak gören ona her yerde haksız davranıldığından söz edenlerin kendilerine olan hayranlıklarının çoğu kez gerçek değil yapmacık olduğunun farkına varır. Seslerini yükselten, Yahudiliğin ne kadar mükemmel bir ırk olduğunu övünerek ve coşkuyla herkese anlatan bu kişiler insana, ormanda tek başına kaldığı için korkan bir çocuğun yüksek sesle şarkılar söylemesini anımsatıyor.[1]

Ne ormanda, ne Park’ta tek başımıza değiliz. Hepimiz -Musevi kadınlar da dâhil tabii- biliyoruz ki; insan insanı yalnız bırakabilir ama doğa insanı kucaklar! Ve bu yüzden onun öğretileri din, millet, renk, yaş tanımaz; sadece hayatı tanır.

Ve sadece bu yüzden, Yahudi milleti binlerce yıldır, anadan kıza aktarılan gelenek gereği; kadeh tokuştururken “Lehayim!” (Yaşama!) der ve yaşama içer!

Kadınların erkekleri sağmaktan söz etmediği bir Yaşama!



[1] Stefan Zweig, Geleceğe Güven, Everest Yayınları, İstanbul,  2011, s.140

 

Kategoriler

Şapgir

Etiketler

Musevi Ayşe Arman