Zamanımızın en büyük hikâyecisi: Alice Munro

Geçmişe bakış ve çözümleme; ne tümüyle anlaşılabilir ne de anlaşıldığı kadarı tatmin edici olan; işte büyük usta Alice Munro'nun 'Firar'la keşfe çıktığı engebeli arazi.

 

FATİH GÖKHAN DİLER

Geçmişe bakış ve çözümleme; ne tümüyle anlaşılabilir ne de anlaşıldığı kadarı tatmin edici olan; işte büyük usta Alice Munro'nun 'Firar'la keşfe çıktığı engebeli arazi.

Ülkesi Kanada'da muazzam ilgiye mazhar olan ve hatta oradaki eleştirmenlerce ‘Bizim Çehov'umuz’ diye tanımlanan usta öykücü, 2013 Nobel Edebiyat Ödülü kendisine gelene kadar, dünyanın geri kalanında yalnızca belirli bir okuyucu kitlesi tarafından biliniyordu. Munro'nun tercihleri de kitlelerden uzak kalmaya uygundu. Onun 1931'de dünyaya geldiği Kanada'nın Ontario eyaletine ait bir yol haritasını önünüze alırsanız, Hudson Bölgesi'nin coğrafi tekdüzeliğini adeta sınır çizer gibi ayıran kırmızı şeritleri görürsünüz. İşte bu şeritlerin bir tarafında bulunan 3 bin nüfuslu Wingham, Munro'nun doğup büyüdüğü, buranın az güneyinde bulunan 3200 nüfuslu bir diğer küçük kasaba Clinton ise usta öykücünün ikinci kocasıyla hayatının son otuz senesini yaşadığı yer.

Kasabadan kaçış

Munro'nun hikâyeleri, daha çok kendi kişiliğinin ve o kişiliğin etrafını sarmalayan coğrafi gerçekliğin peşinden gitme eğiliminde ya da bu gerçekliğe uygun olasılıklar üzerine kuruludur. Bu bilgilerin birçoğunu da birkaç sene önce Alice Munro'nun kızı Sheila Munro'nun yazdığı 'Anneler ve Kızlarının Yaşamı: Alice Munro'yla Büyümek' adlı anı kitabından öğrenebiliyoruz. Munro, ilk ve orta öğrenimini bulunduğu bölgede tamamladıktan sonra ilk kocasıyla tanışacağı Batı Ontario Üniversitesi'ne burslu olarak kabul edilmişti. Ona küçük kasaba Wingham'dan kaçma imkânını sunan ilk insandı ve yazarlık konusunda da oldukça destekleyiciydi; Vancouver'a taşınıp bir aile kurdular. 1970'lerde yükselen feminizm ve cinsel özgürlük temaları, boşanma; yeni keşfedilmiş bir cinsel kimliğin sancıları ve heyecanı; yabancılaşmış ve kafası karışık bir çocuğun yarattığı zorluklar; hastalık ve bir ebeveyni kaybetmek ve sonra diğerini; hayatta kaçınılmaz pişmanlıklar, üzüntüler, işte Munro'nun öykülerinden en belirgin konular.      

Geçtiğimiz iki yüzyılın 'büyük' edebiyatı çokça cinayet, doğa, siyaset ve delilik ve bazen de aile gibi temaları duygulaştırmış, ancak bir kadının ailevi yükümlülüklerinin profesyonel ya da artistik dışavurumundaki tezatlar, 'öğretici olmayan' bir yöntemle nadiren edebiyatın bu sahnesinde yer alır ve büyük edebiyatçı mertebesinde artık daha sağlam oturan yazar Alice Munro'nun neredeyse tüm eserlerinde ve özellikle Türkçedeki son öykü derlemesi, Can Yayınları'ndan çıkan 'Firar'da ise güçlü ve beklenmedik bir şekilde karşımıza çıkar.

Pek çoğu ilk olarak 2003 yaz ayları boyunca The New Yorker dergisinde yayımlanan, son derece etkileyici sekiz öyküyü baştan sona okuduktan sonra insanın içinde sanki Munro veda etmeye hazırlanıyormuşcasına bir his oluşuyor. Neyse ki Munro'nun üretmeye devam ettiğini biliyoruz.

Sekiz öykü

Her öykünün başlığı da tek bir kelimeden oluşuyor ve hepsini bir araya getirip baktığınızda, yaşlanma, değişim, pişmanlık ve ölümlülükle yüzleşme durumlarının bütününe hitap eden bir tepki görüyoruz. Munro'nun neredeyse kırk seneye uzanan yazarlık kariyeri, Nobel Edebiyat Ödülü'yle beraber 2013'te adeta bir tepe noktasına vardı.

Üç hikâye, beraber enteresan bir tren yolculuğu yaptığı orta yaşlı bir adamla mutlu bir romantizme kavuşmadan önce ('Şans'ta) yıllarca beklemiş olan bir öğrenci ve zaman zaman da klasik dönem kültürü dersi veren bir öğretmene, Juliet Henderson'a odaklanıyor. 'Yakında'da Juliet ve bebeği Penelope, Juliet'in iyice yaşlanmakta olan anne ve babasını ziyaret eder ve onların hayatının Juliet'in sıradışı yaşamı yüzünden nasıl değiştiğini öğrenir. 'Sessizlik'teyse karşımıza çok daha ileri yaşta bir Juliet, kızı Penelope'yi hepten yabancılaştıran, içindeki boşlukla kalakalır. Kuşaklar arası ve ailevi tutarsızlıklar 'Tutku'da karşımıza çıkar, hikâye kırsalda yaşayan bir kızın, erkek arkadaşının eğitimli ve kültürlü, ‘mükemmel’ ailesiyle beraber yaşadığı dönüşümü vardır.

Ailesinin, küçük kızlarından uzun zamandır sakladığı bir sır ve ardından karmaşıklaşan başkaca meseleler, inanılması güç tesadüfler ve itiraflar, 'Hatalar'ın başlıca dikkat çeken yönleri; 'Entrikalar', yalnız bir genç kızın, Shakespeare festivaline katılmak üzere gittiği bir yerde karşılaştığı göçmen saat tamircisiyle yaşadığı ilişki; geriye kalan ikili, öykücülük adına iki başyapıt; derlemeye de ismini veren ‘Firar’, kocasını terk edemeyen, bastırılmış genç kadının portresi ve yıllar ve yaşamlar arasında uçup giden, bir yandan yaşama gücü ve kurtuluş bahşeden ve diğer yandan kadın ve erkeğin ‘gerçeği’ ne denli farklı algıladığını ve tecrübe ettiğini açığa vuran, adeta budanmış bir kadın arkadaşlığı, 'Güçler'. Tek kelimeyle, harikulade.       

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ